Serdar Tuncer - Şiir Medeniyeti 2017

Gönderen Konu: Serdar Tuncer - Şiir Medeniyeti 2017  (Okunma sayısı 4320 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Hasan_54

  • Vip Üye
  • *****
  • İleti: 4089
  • Etkinlik:
    3.6%
  • Tesekkur Edildi: 463 kez
  • Rep Puanı: 150
  • Cinsiyet: Bay
  • ☾☆ Mekke'ye Hasret Gönüller İçin, MEKKE FM ☆☽
    • MEKKE FM
Ynt: Serdar Tuncer - Şiir Medeniyeti 2017 Nette İlk
« Yanıtla #30 : 19 Eylül 2021, 14:51:05 »
Emeği Geçenlerden ALLAH Razı ve Memnun Olsun...
☾☆ Mekke'ye Hasret Gönüller İçin, MEKKE FM ☆☽

owner  :  Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
owner  :  Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
Merkez :  Sakarya
 
Bu mesaj icin tesekkur eden uyeler: erkal1972

hakansen967

  • Vip Üye
  • *****
  • İleti: 3617
  • Etkinlik:
    2.6%
  • Tesekkur Edildi: 856 kez
  • Rep Puanı: 574
  • Cinsiyet: Bay
    • ilahisözleri.net
Ynt: Serdar Tuncer - Şiir Medeniyeti 2017 Nette İlk
« Yanıtla #31 : 18 Aralık 2021, 22:47:12 »
VUSLAT YOLU
Âlemün yokdur safâsı derd-i bî-dermânı var
Bu metâ’-ı vuslata aldanmanuz hicrânı var
(Bu âlemde bir mutluluk yoktur; ancak dermansız derdi vardır. Bu dünyadaki kavuşmaya sakın aldanmayın, çünkü ayrılması vardır. )
Cevr-i yâr u ta’n-ı ağyar u cefâ-yı rûzgâr
Gam değül ol âşık-ı şeydâya kim cânânı var
(Sevgilinin ezası, yabancıların kınaması ve devranın cefası benim gibi çılgın bir âşık için gam değil; çünkü onun senin gibi bir cananı var.)
Her firâkun bir visâli her belânun âhiri
Her cefânun bir vefâsı her gamun pâyânı var
(Her ayrılığın bir kavuşması her belânın bir sonu var. Her cefanın bir vefası her gamın da elbette bir sonu var.)
Günde yüz bin âşıkın giryân ider bülbül gibi
Bu gülistân-ı cihânun bir gül-i handânı var
(Bu dünya gül bahçesinin öyle güzel bir şekilde gülen gülü var ki bir günde yüz bin âşığını bülbül gibi ağlar bir vaziyete sokar.)
Muktezâ-yı yâra râzî ol cefâdan ağlama
Hânekâh-ı aşkun ey Yahyâ yolı erkânı var
(Sevgilinin senin için uygun gördüğüne razı ol. Sana gelen sıkıntıdan dolayı ağlama. Ey Yahya! Aşk tekkesinin bir yolu yordamı, usûlü var.)
* * * * *
Âşıkun ışkı hakîkatde tarîkat yolıdur
Zâhidâ her elifi sînede vahdet yolıdur
(Âşığın aşkı hakikatte tarikat yoludur. Ey ham sofu! Gönüldeki her elif vahdetin, birliğin yoludur.)
N’ola yerden göğe âh eylesem ol mâhı görüp
Görinen âh değül mihr ü mahabbet yolıdur
(O ay gibi parlak yüzü olan sevgiliyi görüp yerden göğe doğru ah etsem buna hiç şaşılır mı? Zira bu görünen sadece ah değildir. Sevgi ve şefkat yoludur aynı zamanda. )
Başumuz kûh-ı elem oldı görinen iki kaş
Birisi râh-ı fenâ vü biri gurbet yolıdur
(Başımızda görünen iki kaş bir elem dağı gibi oldu. Onlardan biri fena/yokluk diğeri ise gurbet yoludur.)
Işk derbendi imiş dîde-i âşık bu gönül
Kârbân-ı gâm u endûh u meşakkat yolıdur
(Bu gönül âşığın gözünde aşk geçidi imiş. Bu; sıkıntı, keder, meşakkat kervanının yoludur.)
Gâfil olma yol eri yolda gerek ey Yahyâ
Işk yolında ölüm âşıka vuslat yolıdur
(Ey Yahyâ! Sakın gaflete düşme. Yol eri yolda olmalı. Zira aşk yolunda ölmek âşık için sevgiliye kavuşmanın yegâne yoludur.)

NE CİHAN OLSA NE CAN OLSA
Dâr-ı dünyâ delü gönlüm gibi vîrân olsa
Ne cihân olsa ne cân olsa ne hicrân olsa
(Bu dünya yurdu, benim deli gönlüm gibi viran olsa keşke. Ne dünya olsa ne can olsa ne de ayrılık olsa.)
Kâşkî sevdüğümi sevse kamu halk-ı cihân
Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa
(Keşke, dünyadaki bütün insanlar benim sevdiğimi sevse. Sohbetimizin tamamı sevgiliye dair kıssalardan oluşsa.)
Bir demür tağı delüp boynına almak gibidür
Her kişi âşık olurdı eğer âsân olsa
(Âşık olmak, bir demir dağı delip boynuna almak gibidir. Eğer kolay bir iş olsaydı zaten herkes âşık olurdu.)
Şâdmânam gam-ı yâr ile sevünmez yokdur
Bir gedâ cümle cihân mülkine sultân olsa
(Ben sevgiliden bana gelen sıkıntılardan dolayı mutluyum. Keşke benim gibi bir dilenci bu dünyanın mülküne sultan olsa.)
Cân atar karşu çıkar izzet ider ey Yahyâ
Hançer-i dilber ile bir çıkışur cân olsa
(Ey Yahyâ! O sevgilinin bir bakışı ile çıkıverecek bir canım olsa; sevgili bir kerecik baksın diye can atar, ona tazim eder benim canım. )
* * * * *
Gelmedi bir dem ki iki gözlerüm kan olmadı
Olmadı bir gün ki işüm âh u efgân olmadı
(Ağlamaktan dolayı iki gözlerimden kanlı yaşların gelmediği bir gün gelmedi. Ah edip inlemediğim bir gün, hiç olmadı. )
Tâli’üm tâli’ değüldür yâr ise bir bî-vefâ
Gam nihâyet bulmadı hicrâna pâyân olmadı
(Talihim güzel değildir. Sevdiğim ise vefasız. Bu çektiğim sıkıntı gitmedi, ayrılık ise son bulmadı.)
Külbe-i ahzânum içre olmadı bir lahza kim
Gözlerüm yaşı gibi gönlüm perîşân olmadı
(Benim (Hz. Yakub’un Hz. Yûsuf’a olan hasretinden dolayı ağlayıp inlediği hüzünler evine) benzeyen meskenimin içinde gözlerimden yaşların akmadığı ve gönlümün perişan olmadığı bir an olmadı.)
Göricek bilmezlenür vardukca istiğnâ ider
Gelmeğe anunla gûyâ ahd ü peymân olmadı
(Sevgili, beni gördüğünde tanımazlıktan gelir, tenezzül etmez. Onun sözleşip anlaşabileceğimiz bir an olmadı.)
Gamdan inceldi vücûdum bir hayâl oldı velî
Girmeğe gönline yârun hîç imkân olmadı
(Çektiğim sıkıntılardan dolayı belim o kadar inceldi ki artık ancak hayallerde görülebilecek duruma geldi; fakat bu kadar incelmeme rağmen sevgilinin gönlüne girmeye hiç imkân bulamadım. )
Gönül alçaklığın idüp gelmedi ol meh-likâ
Bezmümüzde dün gice şem’-i şebistân olmadı
(O ay yüzlü sevgili, alçak gönüllülük yapıp gelmedi. Bizim meclisimize gelip odamızın mumu olmadı.)
Çâresüz kaldum ölümlü hastayam Yahyâ gibi
Ol tabîb-i cân gelüp derdüme dermân olmadı
(Çaresiz kaldım, Yahya gibi ölümcül hastayım. O, canımın tabibi olan sevgili, gelip de derdime derman olmadı.)

RAHMEYLE BENİM RUHUM
Bu âşık-ı bîmâra rahm eyle benüm rûhum
Bu derde giriftâra rahm eyle benüm rûhum
(Ey benim ruhum! Hasta âşığına merhamet et. Bu derde tutulmuş olan âşığına merhamet et ey ruhum!)
Bu hâtırı gamnâke bu gözleri nemnâke
Bu sînesi şad-çâke rahm eyle benüm rûhum
(Bu hatrı gamlı, gözleri nemli, gönlü yüz parçaya bölünmüşe merhamet et ey ruhum!)
Bir vâlih ü hayrânam bir âteş-i sûzânam
Bir bende-i fermânam rahm eyle benüm rûhum
(Bir şaşırmış, hayranım; bir yanmış ateşim. Senin emrini ifa etmeye hazır bir kulum. Bana merhamet et ey ruhum!)
Yâ vaslun ile güldür yâ cevrün ile öldür
Senden dileğüm budur rahm eyle benüm rûhum
(Ya sana kavuşmakla yüzümü güldür ya da eza cefanla beni öldür. Senden dileğim budur. Bana merhamet et ey ruhum!)
Yahyâ sana âşıkdur bir yâr-ı muvâfıkdur
Zulm eyleme yazıkdur rahm eyle benüm rûhum
(Ey sevgili! Yahya sana âşıktır. Aşkında da sadıktır. Ona zulmetme yazıktır. Merhamet et ey ruhum!)
* * * * *
Ganîdür ışk ile gönlüm ne mâlüm ne menâlüm var
Ne vasl-ı yâra handânam ne hicrândan melâlüm var
(Gönlüm aşkla doludur ne malım ne de mülküm var. Ne sevgiliye kavuşmakla mutlu olurum ne de ayrılıktan dolayı keder içindeyim.)
Ne sağ olmak murâdumdur ne ölmekden kaçar cânum
Cihânda haste-i ışk olalı bir hoşça hâlüm var
(Benim arzum ne yaşamaktır ne de ölmekten kaçan bir canım vardır. Ey sevgili! Bu dünyada senin aşkının hastası olalı hoşça bir hâlim var.)
Ne meyl-i külbe-i ahzân ne seyr-i sohbet-i yârân
Ne ta’n-ı zâhid-i nâdân ne ceng ü ne cidâlüm var
(Ne, (Hz. Yakub’un Hz. Yûsuf’a olan hasretinden dolayı ağlayıp inlediği hüzünler evine) meylim var ne de sevgilinin sohbetini seyretmeye niyetim var. Ne bilgisiz, cahil ham sofunun kınamasından korkarım ne de onunla savaşım, kavgam var.)
Ben ol hayrân-ı ışkam kim yitürdüm akl u idrâki
Ne âlemden haberdâram ne kendümden hayâlüm var
(Ben aşkın öyle bir hayranıyım ki aklımı ve idrakimi yitirdim. Ne bu âlemden haberim ne de kendime dair herhangi bir hayalim var.)
Cihân fânîdür ey Yahyâ Hüve’l-Hayyu Hüve’l-Bâkî
Değişmem atlas-ı çarha benüm bir köhne şâlum var
(Ey Yahya! Bu dünya fanidir. Ezelî ve ebedî hayat sahibi olan Hayy ve ölümsüz olan Bâkî, yalnıca odur. Benim eski bir elbisem var, bu dünyanın gökkubbesini bana verseler, yine de değişmem.)

OLUR OLMAZ
Sen perî-rûyı seven bî-hûş u ser-gerdân olur
Adun anılduğı yirde vâlih ü hayrân olur
(Ey sevgili! Senin gibi peri yüzlü bir güzeli seven kişinin aklı başından gider, başı döner. Senin adının anıldığı yerde çılgınlaşır ve hayran olur.)
Gâh gâh unutma ihsân-ı cefâdan âşıkı
Ey perî insân olanlar bende-i ihsân olur
(Ey sevgili! Senin cefa etmen âşığa bir ihsandır. Sakın âşığını bu ihsandan mahrum etme. Ey peri kadar güzel olan sevgili! İnsanlar ihsana elbette kul köle olurlar. )
Görmesem gün yüzüni bir lahza ey Yûsuf-cemâl
Gussadan dünyâ sarâyı gözüme zindân olur
(Ey Hazret-i Yusuf’un güzelliğine sahip sevgili! Senin güneşe benzeyen yüzünü bir an görmesem, çektiğim sıkıntıdan dolayı dünya sarayı gözüme zindan gibi görünür.)
Dostum yolunda cân virmek inen âsân idi
Müşkil oldur kim işidür düşmanum handân olur
(Dostum! Senin yolunda can vermek inan kolaydır. İşin zorluğu şurada ki bu haberi işiten düşmanlarım bu işe sevinir.)
Sana karşu ditreyüp gün gibi ey mâh-ı celâl
Zerre-veş üftâden olan hâk ile yeksân olur
(Ey celâl sahibi ay yüzlü sevgili! şığın sana baktıkça güneş gibi titriyor. Sana zerre gibi düşkün olanlar yerle bir olur. )
Bende-i ışk olduğumçün hâtırum yıksan n’ola
Pâdişâhum gizlü genc oldugı yir vîrân olur
(Ey sevgilim! Ben senin aşkının kulu olduğum için benim hatrımı yıksan da buna şaşılmaz. Ey padişahım! Çünkü hazineler virane yerlerde bulunur. )
Zerre-veş uşşâka ey Yahyâ inen virmez vücûd
Şehrümüz meh-rûları gün gibi âlî-şân olur
(Ey Yahya! Şehrimizin ay gibi parlak yüzlü sevgilileri, âşıklarına asla zerre kadar bile olsa var olma imkânı vermez. Onlar güneş gibi yüce, yüksek bir mevkide bulunur.)
* * * * *
Cihânun cânısın sensüz vücûdumda hayât olmaz
Bana senden cüdâ olmak gibi müşkil memât olmaz
(Ey sevgili! Sen bu dünyanın canısın. Sen olmadıktan sonra bende hayat olmaz. Bana senden ayrı düşmek kadar zor gelen bir ölüm olmaz.)
Seni ben câna teşbîh itdüm ammâ cândan a’lâsın
Zihî hüsn ü melâhat zât-ı pâkün gibi zât olmaz
(Ey sevgili! Ben seni canıma benzettim; ama sen candan da yücesin. Çünkü senin temiz zatın gibi güzel bir zat bulunmaz.)
Ne gam uşşâkuna gâhî vefâ gâhî cefâ itsen
Kulına pâdişâhından hemîşe iltifât olmaz
(Ey sevgili! Sen âşığına bazen vefa göstersen bazen cefa etsen âşıklar için bu sıkıntı değil. Çünkü padişahlardan kuluna asla iltifat gelmez.)
Gözümden çıkdı yaşum gibi dünyâ âşık olaldan
Menâl ü mâli dünyânun bana Lât u Menât olmaz
(Ben sevgiliye âşık olduğumdan beri gözyaşım gibi, dünya da gözümden düştü. Dünyanın malı mülkü bana Lât ve Menât gibi put olmaz.)
Mahabbet mihneti dâl itse tan mı kadd-i Yahyâyı
Cihânda bir kapudan geçmez ol kim iki kat olmaz
(Muhabbetten dolayı çektiği sıkıntılar Yahya’nın vücudunu dal (د) harfi gibi iki büklüm etse buna hiç şaşılır mı? Bu dünyada hiçkimse iki büklüm olmadan bir kapıdan geçemez.)

GEÇ
Cemâl-i Hakkı maksûd eyle gün gibi havâdan geç
Urûc it âlem-i bâlâya bir bir mâsivâdan geç
(Hakk’ın cemaline ulaşmayı kendin için gaye edin. Gün gibi açık olan heva ve hevesten geç. Yüce âlemlere doğru çık. Seni Allah’tan uzaklaştıran ne varsa onlardan bir bir vazgeç.)
Der-i dervîşe var ahbâb-ı dünyâ bâbına varma
Cünûd-ı evliyâdan ol vücûd-ı eşkıyâdan geç
(Dervişin kapısına doğru var. Bu dünyadaki dostların kapısına gitme. Velîlerin askerlerinden ol eşkıyaların vücudundan vazgeç.)
Riyâ esbâbını terk eyle mecnûn gibi ey sûfî
Hazâna uğramış lâle gibi tâc u kabâdan geç
(Ey ham sofu! Riya giysilerini terk eyle mecnun gibi. Sonbahar mevsimindeki lâle gibi tacdan cübbeden vazgeç, fazlalıklarından kurtul.)
Mukayyed olma halkun bârî bâr-ı i’tibârına
Ferâgat eyle şâhun iltifâtından gedâdan geç
(Halkın büyüklerinin sana verdiği itibar yüküne kendini bağlama, onlardan bunu bekleme. Padişahın iltifatından vazgeç. Padişaha da dilenciye de itibar etme.)
Erenler gibi ey Yahyâ belâ yolından irşâd ol
Bekâ sahrâsına derbend-i râh-ı Kerbelâdan geç
(Ey Yahya! Sen de erenler gibi sıkıntı ve keder yolunda irşad ol. Sonsuzluk çölüne Kerbelâ’nın sıkıntılarla dolu olan yolunun geçidinden geç.)
* * * * *
Dilâ râh-ı mahabbetde belâdan ictinâb olmaz
Cefâdan incinüp özr eylemek hergiz cevâb olmaz
(Ey gönlüm! Muhabbet yolunda belâdan sıkıntıdan kaçmak olmaz. Çekilen sıkıntılardan incinip özür beyan etmek asla iyi bir cevap değildir.)
Güneş yüzlü kamer-sîmâ güzeller çok durur ammâ
Benüm serv-i bülendüm gibi bir âlî-cenâb olmaz
(Ay ve güneş gibi parlak yüzlü güzeller çoktur; ama benim boyu uzun bir servi ağacına benzeyen sevgilim gibi yücesi asla bulunmaz. )
Sevüp bir taze mahbûbı visâli gencine irmez
Yıkılup câm-ı ışk ile şu kim mest ü harâb olmaz
(Taze bir sevgiliyi sevip kavuşma hazinesine ermeyen kişi, aşk kadehi ile yıkılır yine de sarhoş olmaz. )
Belânı çekmek içün haşra dek sağ olmağ isterdüm
Dirîgâ Ka’be kapunda du’âmuz müstecâb olmaz
(Ey sevgili! Senden gelen belâları çekmek için mahşer gününe kadar yaşamak isterdim. Eyvahlar olsun ki senin Kâbe’ye benzeyen kapında duamız kabul olmaz.)
Visâl istersen ey Yahyâ vücûdun perdesin çâk it
Hemîşe âşık u ma’şûk arasında hicâb olmaz
(Ey Yahya! Eğer sevgiliye kavuşmayı istersen varlık/benlik perdesini yırt. Zira âşıkla maşuk arasında asla perde olmaz.)

DAVAYI AŞK
Târik-i dünyâyı gözler evliyâ evlâ görür
Aynına almaz avâmun aynını a’mâ görür
(Velî zatlar dünyayı terk edenleri gözlerler. Onları daha üstün tutarlar. Sıradan halkın gözüye bakmazlar. Onların gözünü, bakışını âmâ bakışı olarak görürler. )
Gözi açuklarla manzûr-ı ulü’l-ebsâr olur
Mest-i câm-ı vahdeti bî-bâk ü bî-pervâ görür
(Gözü açıklarla, akıl sahiplerini bekler durur. Birlik kadehinin sarhoşu olan kişiler korkusuz ve çekincesiz olarak görür.)
Kendüni yoklukda yokla âlem-i envâra var
Sûfî-i sâfî der-i lâdan geçer illâ görür
(Sen, kendini yoklukla yokla. Nurlarla dolu olan âleme var. Kendini saflaştırmış olan sufi, lâ’nın kapısından geçip illâ’yı görür. )
Halkı büyük gösteren âyînedür gerdûn-ı dûn
Bilmeyenler serçe iken kendüyi ankâ görür
(Bu alçak dünyada halkı büyük gösteren aynadır. Kendini bilmeyenler bir serçe kadar küçükken kendisini anka kuşu gibi görür. )
Cânib-i Hakka teveccüh eylese ehl-i safâ
Aynı ile Ka’be-i maksûdını peydâ görür
(Safa ehli olan kişiler Hakk’a doğru yönelseler amacı olan Kâbe’yi gözleriyle açıkça görürler. )
Görmemek yeğdür o görmekden Hudâ göstermesün
Mâyil-i dünyâ düşinde muttasıl dünyâ görür
(Dünyaya meyilli kişiler rüyasında sürekli dünyaya ait şeyleri görür. Böylesine bir görmektense görmemek elbette daha iyidir. Allah göstermesin.)
Bildüği yanılduğına değmez ey Yahyâ müdâm
Her baka bilmez bu fânî âlemi zîbâ görür
(Ey Yahya! Bu geçici dünyaya bakan hemen herkes burayı güzel görür. Oysa insanın bildiği, yanıldığına hiçbir zaman değmez.)
* * * * *
Ten gözi Hakkı görmeğe hergiz ehak değül
Görüp işiden anı bu göz bu kulak değül
(Ten gözü Allah’ı görmez. Asla ona bu yetki verilmiş değil. Onu görüp işiten bu göz ve bu kulak değil. )
Dîvâne gibi kendüyi bilmezlere uyup
Gitme yabana Ka’be-i maksûd ırak değül
(Ey insan! Kendini bilmezlere uyup deliler gibi yabana gitme. Amacın olan Kâbe çok uzakta değil. )
Gel gel kitâb-ı vahdeti eyle mütâla’a
Anun içinde iki cihân bir varak değül
(Gel gel! Sen birlik kitabını detaylı olarak incele. Dünya ve ahiret o birlik kitabının içinde bir sayfalık yer kaplacak kadar dahi öneme sahip değil. )
Zâhirde kalma bâtın ile âşinâlıg et
Zikr eyleyen ilâhı çü dildür tutak değül
(Dış görünüşte kalma; içle, özle aşinalığını artır. Çünkü Allah’ı zikreden gönüldür, dudak değil. )
Bir ten mi var kı ışk ile kurbânun olmasun
Bir cân mı var ki rûz-ı visâle adak değül
(Ey sevgili! Aşkla sana kurban olmak istemeyecek bir ten mi var? Sana kavuşma gününe adanmamış olan bir can mı var?)
Bir serve mâyil oldı gönül şâhbâzı kim
Tûbâ vü Sidre ana nazar bir budak değül
(Gönül servi boylu bir güzele meyil verdi. Acaba onun avcısı kim? Cennet ağacı olan Tuba ve göğün yedinci katı olan Sidre, ona nisbetle bir budak hükmünde bile değil. )
Yahyâ kimün ki gönli ide mâsivâya meyl
Da’vâ-yı ışk iderse eğer sözi hak değül
(Ey Yahya! Eğer bir kimsenin gönlü Allah’tan gayrı bir şeye meylederse ve ardından o kişi âşıklık iddiasında bulunursa, onun bu sözü gerçek değildir.)

ELDEN GİDER
Sâkıyâ mey sun ki eyyâm-ı bahâr elden gider
Hâtem-i câm-ı şarâb-ı hoş-güvâr elden gider
(Ey saki! Bize aşk kadehi sun. Bir gün bu bahar günleri geçip gider. Hoş içimli şarabın cömertliği bir gün elden gider.)
Aç gözün dünyâya meyl itme sakın ey haste-dil
Sanma bu nakd-i hayâtı pâydâr elden gider
(Ey hasta gönüllü âşık! Gözünü aç! Sakın dünyaya meyletme. Sen bu nakit değerindeki hayatı ebedî, kalıcı sanma. Elbet bir gün elinden çıkacak. )
İrişür bir dem ki murg-ı cânunı sayd eyleyüp
Nâgehân şehbâz-ı ömr-i bî-karâr elden gider
(Öyle bir zaman gelir ki gönül kuşunu avlayıp birden bire kararsız ömrünün avcısı elden gidiverir. )
Kes dilün zâhid yüri ta’n eyleme âşıklara
Hûb sevmekde inân-ı ihtiyâr elden gider
(Ey ham sofu! Sesini kes, yürü, âşıkları kınama. Zira güzel sevmek hususunda ihtiyar dizgini elden gider. İnsan ne yapacağına karar veremeyecek duruma gelir. )
Mûcib-i hicrândur Yahyâ visâli dilberün
Gâfil olma dâmen-i vasl-ı nigâr elden gider
(Ey Yahya! Sevgiliye kavuşma ayrılık sebebidir. Sen gaflet içerisinde olma. Sevgiliye kavuşmanın eteği elbette bir gün elinden gidiverir. )
* * * * *
Cân tende iken bûse-i cânân ele girmez
Bildüm anı cân virmeyicek cân ele girmez
(Canın henüz tende iken, sevgiliden bir öpücük gelmez. Şunu iyice anladım ki maddî varlığım olan canımı vermedikten sonra sevdiğimi elde edemem.)
Her Ehrimen olmış dehen-i dilbere mâyil
Âlemde velî mühr-i Süleymân ele girmez
(Bütün Ehrimen’ler, sevgilinin insanı maddî varlığından uzaklaştırıp fenaya ulaştıran dudağına meyleder olmuş; fakat Hz. Süleyman’ın mührü ele girecek gibi değil. )
Eyvây ile geçse günümüz tan mı cihânda
Sîb-i zekânun ey meh-i tâbân ele girmez
(Bu dünyada günlerimiz ah vah ile geçse buna hiç şaşılır mı? Ey yüzü ay gibi parlak olan sevgili senin çenen asla ele geçmez. )
Nâdân eline düşme inen gül gibi şâhum
Bu hüsn ü behâ cevheri her ân ele girmez
(Ey benim şahım! Sakın cahillerin eline düşme. Bu paha biçilemez güzellik cevheri her zaman elde edilmez. )
Yahyâ yüri var eyle rakîb ile müdârâ
Ağlamağ ile ol gül-i handân ele girmez
(Ey Yahya! Var git de rakip ile uzlaş. Sadece ağlayıp sızlamakla o gül gibi sevgiliyi asla elde edemezsin. )
* * * * *
Dûd-ı âhum gibi ışkum âşikâr olup gider
Seyl-i eşküm gibi gönlüm bî-karâr olup gider
(Aşkım, ahımın dumanı gibi aşikâr olup gidiyor. Gönlüm de gözlerimden akan yaşların oluşturduğu sel gibi kararsız bir şekilde akıp gidiyor. )
Alını yârun sabâya benzedür ehl-i nazar
Kim anun önince âşıklar gubâr olup gider
(Sevgilinin hilesini görüş sahibi yüce insanlar sabah rüzgârına benzetirler. Çünkü onun önünde âşıklar toprak olup giderler.)
Yâr şehrinde mahabbet ehli ârâm idemez
Nâ-murâd olup yürür bî-ihtiyâr olup gider
(Muhabbet ehli âşıklar sevgilinin diarında huzur bulamazlar. Muratlarına erişemeyip yürür giderler. Seçim yapamayacak duruma gelirler. )
Yalımum alçag olaldan seyl-i gam akup gelür
Akl u fikrüm hânumânı târmâr olup gider
(Ben yüzü yerde, mütevazi olduğumdan beri gözlerimden akan gam seli akıp gider. Aklım, fikrim, evim barkım darmadağın olup gidiyor. )
Minnet ol Mennâna ey Yahyâ hemîşe murg-i cân
Şâhbâz-ı ışk-ı dildâra şikâr olup gider
(Ey Yahya! Çok ihsan edici olan Mennân’a minnet olsun. Can kuşu her zaman, sevgilinin aşkının avcısına av olup gidiyor. )

MÜŞKİL BELA
Dîvâne-i ışk olduğum bir kayd olur cânânuma
Bu bir zarûrî derd imiş müşkil belâdur cânuma
(Benim sevgilimin aşkının divanesi olduğum kayıtlıdır. Bu, zaruri bir dertmiş. Canımı yakan zor bir belâ imiş.)
Aldı ayağum ışk ile derd ü belâyam hâsılı
Hem kendüme hem yâruma hem cümle-i yârânuma
(Aşk ile ayağımı/kadehimi aldı. Hasılı dert ve belâ doluyum. Hem kendime hem yârime hem de cümle yaranıma…)
Bir bir disün ahvâlümi yâd eylesün ansun beni
Varsun sarây-ı dilbere ısmarladum efgânuma
(Sevgili, ahvalimi bir bir anlatsın, beni ansın. Ben figanımı sevdiğimin sarayına ısmarladım.)
Bâb-ı habîbümden yana gün gibi gündüz varmazın
Sâyem dahi takılmasun yârum yolında yanuma
(Sevdiğimin kapısına güneş gibi gündüz varmıyorum. Gölgem dahi yârin yolundayken bana takılmasın. )
Ne cevr iderse eylesün ben kulluğından râzîyam
Zâlımlıg ile anmazın sultânumı sultânuma
(Sevgili bana her ne sıkıntı verirse versin razıyım. Sultanımı, sultanıma zalim olarak asla anmam.)
Sultân-ı ışk oldum velî serv-i bülendüm âh kim
İtmez gönül alçaklığın gelmez benüm dîvânuma
(Ey servi boylu sevgili! Aşkın sultanı oldum; fakat o alçak gönüllülük edip benim divanıma gelmez.)
Yahyâ rızasın gözlerin hep ağlamag olur işüm
Hoş gelse giryân olduğum ol gonca-i handânuma
(Yahya sevgilinin rızasını gözler. İşi hep ağlamaktır. Benim ağlamam, gülen bir goncaya benzeyen sevdiğime bari hoş gelse. )
* * * * *
Şol cefâ taşı ki senden irişür kat kat bana
La’lden kıymetlidür ey hâce-i behcet bana
(Ey sevgili! Senden bana doğru kat kat cefa taşı geliyor. Ey güzelliğin hocası! Senin attıkların bana la’l taşından bile daha kıymetlidir.)
Ben kimem kim vuslatun ihsânına lâyık olam
İtlerün âvâzın işitmek yeter vuslat bana
(Ey sevgili! Ben kimim ki sana kavuşma ihsanına layık olayım. Bana kavuşma olarak senin mahallindeki köpeklerin havlamalarını işitmek yeter. )
Hâtırum sormag içün elvara cânânum gele
Ey ecel gâyetde bîmâr eyle vir zahmet bana
(Sevdiğim hatrımı sormak için gelse; ey ecel, beni fazlaca hasta et, bana zahmet ver. )
Ayru düşdüm yârdan ayruksı hâlüm var benüm
Bilmezem yâ Rab ne virdi alımaz fürkat bana
(Yârdan ayrı düştüm. Bambaşka bir hâlim var benim. Ey Rabb’im bu ayrılık bana ne verdi anlayamıyorum, bilmiyorum. )
Menzil-i maksûda ey Yahyâ irerdüm gün gibi
Zerrece olsa erenlerden eğer himmet bana
(Ey Yahyâ! Erenlerden bana zerrece himmet olsaydı, arzuladığım menzile güneş gibi ben de ererdim. )

BİR AVUÇ HAK
Kıyâmet günine benzer o meh-rûda mehâbet var
Temâşâ-yı cemâline ne tâkat var ne kudret var
(Kıyamet gününe benzeyen ve ay gibi parlak yüzü olan sevgilide mehabet var. Onun güzelliğini temaşa etmeye ne takat ne de kudret var. )
Ne bir yirde karârum var ne elde ihtiyârum var
Ne sabra kâbiliyyet var ne ışkumdan ferâgat var
(Ne bir yerde durabiliyorum ne de elimde ihtiyarım var. Ne sabra kabiliyetim ne de aşkımdan vazgeçmeye gücüm var. )
Ne var şâh-ı kerîmüm gelse ta’mîr eylese yap yap
Derûnumda gönül dirler yıkılmış bir imâret var
(Kerim bir şaha benzeyen sevgili gelse, yavaş yavaş tamir eylese ne olur? Benim derunumda adına gönül denilen yıkılmış bir bina var.)
Gam-ı ışkum gibi deryâ-yı hüsnine nihâyet yok
Yüzinde tâze gonca gibi yüz dürlü letâfet var
(Benim aşkımdan dolayı çektiğim sıkıntımın nasıl sonu yoksa onun güzelliğinin deryasının da sonu yok. Sevgilinin yüzünde taze goncaya benzeyen yüzlerce letafet var.)
Nihâl-i kâmetinün mîvesidür şîvesi yârun
Bizi görmezlenür gûyâ aramuzda adâvet var
(Yârin cilvesi, onun boyunun fidanının meyvesidir. Bizi görmezlikten gelir. Sanki aramızda düşmanlık var. )
* * * * *
Kalmasun noksânuma gün yüzlü mâhum söylesün
Sevdüğümden gayrı var ise günâhum söylesün
(Yüzü güneşe benzeyen ay yüzlü sevgilim benim eksikliklerimi söylesin. Onu sevmekten başka bir günahım varsa söylesin. )
Söğmek ile gönli hoş olursa söğsün kâyilem
Tek hemân ben kulına ol pâdişâhum söylesün
(Eğer bana kötü söz söylemekle sevgilinin gönlü hoş olacaksa, buna razıyım. Yeter ki padişahım ben kuluna bir şey söylesin.)
Söylemezse şimdi âh itmek zarûrîdür bana
Sevdüğüm lutf eylesün almasun âhum söylesün
(Sevgili benimle konuşmazsa artık bana ah etmek zaruridir. Sevgili lutfeylesin, benim ahımı almasın, benimle konuşsun. )
Leblerinün her sözi gûyâ hıtâb-ı gaybdur
Söylesün bana o kaşı kıblegâhum söylesün
(Sevgilin dudağından çıkan her bir söz gaybdan gelen bir hitap gibidir. Kaşı kıblem olan sevgili benimle konuşsun, bana bir şeyler söylesin.)
Öldüğümden sonra ey Yahyâ zebân-ı hâl ile
Hâlümi kabrümdeki cümle giyâhum söylesün
(Ey Yahya! Ben öldükten sonra, oradaki hâlimi kabrimin üzerindeki bitkiler hâl dili ile söylesin.)
* * * * *
Ka’be hakkı nûr ine kabrümde ol ân üstüme
Yâr atından inüp okursa Kur’ân üstüme
(Eğer sevgili atından inerek bana Kur’ân okursa; Kâbe hakkı için kabrimde o an üstüme nur insin. )
Taş ile döğünmeden sanman kararmışdur tenüm
Sâye saldı bir gün ol serv-i hırâmân üstüme
(Benim tenimin kararmış olmasınını, taşla dövünmemden dolayı olduğunu zannetmeyin. O salınıp giden sevgili bir gün üstüme gölgesini saldı. Bu siyahlıklar onun eseridir. )
Ben za’îf olup yüki boynumdan ırmak isterin
Hak bilür bâr-ı girân olmış durur cân üstüme
(Ben, zayıflayıp bu yükü boynumdan atmak isterim. Allah biliyor bu canımın üstündeki ağır bir yüktür)
Acısun zahmum gibi geysün karalar gözlerüm
Saçların çözsün dem-â-dem ağlasun kan üstüme
(Gözlerim yaralarım gibi acısın karalar giysin, yani kan ağlasın. Sevgili, senin saçların hiç durmaksızın üstüme kan ağlasın.)
Yatduğum yer nûr u uçmag ola ey Yahyâ benüm
Bir avuç hâk atsa ger kabrümde cânân üstüme
(Ey Yahya! Eğer canan benim kabrimin üstüne bir avuç toprak atarsa, yattığım yer benim için nur ve Cennet olsun.)

DERDİMİZDEN DERDİMİZ YOK
Hey benüm cânum yiter cevrünle pâmâl it beni
Yâ bana rahm eyle yâ öldür yâ bir hâl it beni
(Ey benim canım olan sevgili! Verdiğin sıkıntıyla ayağının altına al perişan et beni. Ya bana merhamet et ya öldür ya da beni bir hâle koy.)
Tuymasun bârî vücûdum nâr-ı hicrân acısın
Ey perî aklum perîşân eyle abdâl it beni
(Vücudum bari ayrılık ateşinin acısını duymasın. Ey peri kadar güzel olan sevgili! Aklımı perişan et, beni abdal et.)
Hecr ise yalın kılıç a’dâ ise pâyânı yok
Sâkıyâ bir cam-ı Cemle Rüstem-i Zâl it beni
(Ayrılık, kılıcı kullanmak üzere kınından çıkarmış, düşmanların ise sonu yok. Ey saki! Beni şarabın mucidi Cem’in kadehiyle Rüstem gibi yiğit yap.)
Âşık oldum yolda kaldum yavı kıldum kendümi
Ya ilâhî menzil-i maksûda îsâl it beni
(Âşık oldum, yolda kaldım, kendimi kaybettim. Ey Allah’ım! Beni arzuladığım amaca ulaştır.)
Zinde olsun haşre dek Yahyâ gibi adum benüm
Ey elif-kâmet dem-â-dem derdüne dâl it beni
(Benim adım Yahya gibi haşre kadar yaşasın. Ey elif gibi uzun boylu sevgili! Bana öyle dertler ver ki bundan dolayı benim boyum dâl (د) harfine benzesin.)
* * * * *
Derdümüzden derdümüz yok ışk-ı bî-pâyân ile
Zevkumuz vardur ziyâde şevk-ı meh-rûyân ile
(Bitmeyen bir aşkımız var ve bu derdimizden dolayı şikâyetçi değiliz. Ay yüzlü sevgilinin şevkinden kaynaklanan çokça zevkimiz var.)
Gönlümün eğlencesidür cânumun dinlencesi
Şenliğüm olmaz benüm illâ gam-ı cânân ile
(Sevgili hem gönlümün eğlencesi hem de canımın dinlencesidir. Sevgiliden gelen gam olmasa benim gönlüm hiç mutlu olmaz.)
Merd ise meydâna gelsün Rüstem-i Zâlem diyen
Cânı var ise tutuşsun âteş-i hicrân ile
(Ben Rüstem-i Zâl’im diyen kişi eğer yiğitse meydana gelsin. Eğer bir canı varsa ayrılık ateşiyle tutuşsun da görelim.)
Lâyık-ı bezm-i visâl olmak dilersen âşık ol
Âteş-i sûzâna gir yan dîde-i giryân ile
(Eğer sevgilinin kavuşma meclisine lâyık olmak istiyorsan âşık ol. Ağlayan gözün ile yanan ateşe gir.)
Tağlara düşdi temâşâ-yı cemâl-i yâr iden
Kendüyi halka temâşâ itdi bu seyrân ile
(Sevgilinin cemâlini görmek isteyen dağlara düştü. Bu yaptığı hareketle kendisini halka temaşa ettirmiş oldu. )
Yâr yanında vücûdı olmayan bî-çâreler
Ney gibi kendin belürdür nâle vü efgân ile
(Sevgilinin yanında bir varlığı olmayan çaresizler; ney gibi, ağlayıp inlemekle kendini belirgin bir hâle getirir, bir varlık bulur. )
Ol kemân-ebrûnun ey Yahyâ yüri kurbânı ol
Bir mahabbet-nâme yazmışsın tutalum kan ile
(Ey Yahya! Keman kaşlı sevgilinin var yürü kurbanı ol. Bir muhabbet mektubu yazmışsın, biz de kan ile karşılık verelim.)

YOLUNDA ÖLMEZ İSEM
Senün nâm-ı şerîfünle yazılsa bir yere adum
Bulup vaslun tesellîsin diner efgân u feryâdum
(Eğer benim adım, senin şerefli adınla aynı yere yazılırsa; sana kavuşmakla teselli bulurum ve feryadım figanım biter.)
Helâk eyle beni kurtar belâdan hayra gir cânâ
Belâdur başuma zîrâ vücûd-ı mihnet-âbâdum
(Ey sevgili! Beni helâk eyle ve belâdan kurtar. Zira sıkıntılardan ibaret olan bu vücudum, maddî varlığım benim başıma belâdır.)
Görinmez gözüme mihr ü vefâsı zerrece yârun
Cefâ vü cevrine râzî olupdur cân-ı mu’tâdum
(Sevgilinin sevgi ve vefası gözüme zerrece görünmez. Benim eza cefaya alışmış olan canım ona razı olmuştur.)
Hemân-dem ihtiyâr elden gidüp karşu çıkar cânum
Irakdan toğrulup gelse kaçan o serv-i âzâdum
(Servi ağacına benzeyen sevgili her ne zaman uzaktan yanıma doğru gelse, o an ihtiyarım elden gider ve karşı çıkarım.)
İrişmez ışk ile cân virmeyince kimse cânâna
Yolında ölmez isem şimdi Yahyâ olmasun adum
(Ey sevgili! Eğer bir kimse sana aşk ile canını vermezse ve ben de senin yolunda ölmez isem, benim adım Yahya olmasın daha iyi.)
* * * * *
Tîr-i hicrânından ölmiş niçe bin şeydâsı var
Karalar geymiş kemân ebrûlarınun yası var
(Sevgilinin, ayrılığın okundan ölmüş onlarca çılgın âşığı var. Karalar giymiş olan keman kaşının yası var.)
Âh kim ahvâlümüz vardukça düşvâr olmada
Derdümüzden derdi yok dildârun istiğnâsı var
(Günler geçtikçe bizim hâlimiz daha da kötü olmakta. Sevgili bizim derdimizi dert etmiyor, umursamazlıktan geliyor.)
Nâle vü feryâd ile döndüm derâ-yı rıhlete
Kârbân-ı yâra uydum başumun gavgâsı var
(Ağlayıp inlemelerimle bir ölüm çanına döndüm. Sevgilinin kervanına uydum, bu başımın kavgası var. )
Zerre gibi pâymâl olmakdur evvel pâyesi
Her kimün dünyâda bir mihr-i cihân-ârâsı var
(Her kimin bu dünyada cihanı süsleyen ay kadar güzel bir sevdiği varsa, onun bu işin sonunda ulaşacağı mevki zerre gibi ayaklar altında kalmaktır.)
Şenliği yok bir harâb-âbâd imiş dünyâ-yı dûn
Her seher bir derdi her gün bir gam-ı ferdâsı var
(Bu alçak dünya, eğlencesi olmayan bir harap bina gibiymiş. Her sabah bir derdi her gün de ileride ne olacak kaygısı var.)
Öldiler hâk-i der-i dervîş-i dil-rîş oldılar
Dâr-ı dünyâda hezâr İskender ü Dârâsı var
(Gönlü yaralı dervişin kapısında toprak olup öldüler. Bu dünya yurdunda binlerce İskender ve Dârâ var.)
Şi’r-i Yahyâ gevher-i tîg-i zebân-ı hâlidür
Sözlerinün hâleti da’vâsınun ma’nâsı var
(Yahya’nın şiiri hâl dilinin okunun cevheri gibidir. Sözlerinin hâlinde, savunduğu davasının manası mevcut.)

HELAK ETTİN BENİ
Ey hilâl-ebrû gam-ı hecr ile hâk itdün beni
Âşık-ı dîvâne idüp sîne-çâk itdün beni
Bir bakımda mübtelâ-yı ışk-ı pâk itdün beni
Kanuma girdün be-hey zâlim helâk itdün beni
(Ey hilal kaşlı sevgili! Ayrılığın gamı ile beni toprak ettin. Beni divane bir âşık yapıp, yakamı-bağrımı parçaladın. Bir kez bakmakla temiz aşkının mübtelâsı ettin beni. Be hey zâlim! Kanıma girdin, helâk ettin beni.)
Bu levendâne sarılmış gün gibi destâr ile
Bu kemâl-i hüsn ile bu lezzet-i güftâr ile
Bu libâs-ı âl ile bu şîve-i reftâr ile
Kanuma girdün be-hey zâlim helâk itdün beni
(Güneş gibi yiğitçesine sarılmış mendil ile. Güzelliğinin kemâli ve sözlerinin tatlılığı ile. Bu kırmızı elbise ile bu yürüyüş tarzı ile. Be hey zâlim! Kanıma girdin, helâk ettin beni.)
Âşık-ı şeydâ iden sensin beni bî-iştibâh
Âşık olmak bir günâh ise senündür ol günâh
Yaraşur bana idersem nâle vü feryâd u âh
Kanuma girdün be-hey zâlim helâk itdün beni
(Beni çılgın bir âşık eden şüphesiz sensin. Eğer âşık olmak bir günahsa, o günah senindir. Eğer ben ağlayıp inlersem, feryat edersem bu bana yakışır. Be hey zâlim! Kanıma girdin, helâk ettin beni.)
Bunca yıllardur ki hergiz hâtırumdan gitmedün
Sormadun ahvâlümi bir gün beni söyletmedün
Bir cefâ mı kaldı kim anı bana sen itmedün
Kanuma girdün be-hey zâlim helâk itdün beni
(Bunca yıldır hatrımdan asla gitmedin. Hatrımı sorup bir gün beni konuşturmadın. Senin bana etmediğin bir cefa mı kaldı? Be hey zâlim! Kanıma girdin, helâk ettin beni.)
Ağladup inletme Yahyâ bendeni bülbül gibi
Kadrini bilmezlere şâhum takılma gül gibi
Dest-i cevr ile benüm boynum burup kâkül gibi
Kanuma girdün be-hey zâlim helâk itdün beni
(Ey sevgili! Yahya kulunu bülbül gibi ağlayıp inletme. Ey şahım, senin değerini bilmeyenlere gül gibi takılma. Sıkıntı veren elinle benim boynumu kâkül gibi bükme. Be hey zâlim! Kanıma girdin, helâk ettin beni.)
* * * * *
Kulunuz kurbânunuz sensin efendi cânumuz
Cânumuz cânânumuz sultân-ı âlî-şânumuz
Gelmez oldun gülmez oldu külbe-i ahzânumuz
Kanı â zâlim senünle ahdümüz peymânumuz
(Ey efendi! Bu kulunuz sizin kurbanınız, canımız sensin. Ey canımız, cananımız, yüce şanlı sultanımız. Sen gelmez oldun, (Hz. Yakub’un Hz. Yûsuf’a olan hasretinden dolayı ağlayıp inlediği hüzünler evi) kulübemiz gülmez oldu. Ey zalim! Seninle yaptığımız anlaşma nerede kaldı? )
Sen benümle yâr idün âlem bana ağyâr idi
Bu adâvetler yoğ idi âşinâlık var idi
Kavlümüz kavl ü karâr ikrârumuz ikrâr idi
Kanı â zâlim senünle ahdümüz peymânumuz
(Sen benimle yâr idin, bütün âlemse bana yabancı idi. Eskiden bu düşmanlıklar yoktu, dostluklar vardı. Sözümüz söz, kararımız ikrarımız idi. Ey zalim! Seninle yaptığımız anlaşma nerede kaldı?)
Evvelinde bendene şâhum adâlet eyledün
Âşinâ oldun vefâ kıldun inâyet eyledün
Sonradan döndün felek gibi adâvet eyledün
Kanı â zâlim senünle ahdümüz peymânumuz
(Ey şahım! Önceleri bana adaletli davrandın. Bana aşina oldun, vefalı davrandın, yardım ettin. Sonradan döndün felek gibi bana düşmanlık etmeye başladın. Ey zalim! Seninle yaptığımız anlaşma nerede kaldı?)
Ayrılık nâr-ı cehennemdür nice takrîr olur
Kanlu yaşum sanki âteşten iki zencîr olur
Gözüme hicrân ile her kirpüğüm bir tîr olur
Kanı â zâlim senünle ahdümüz peymânumuz
(Ayrılık cehennem ateşi gibidir, nasıl anlatılsın. Fazla ağlamaktan dolayı kanlı bir şekilde akan yaşım sanki ateşten iki zincir gibi oldu. Ayrılıktan dolayı her bir kirpiğim gözüme atılan bir ok gibi oldu. Ey zalim! Seninle yaptığımız anlaşma nerede kaldı?)
Cem’ olup ağyâr ile peymâneler nûş eyledün
Günde bin kez öldürüp Yahyâyı bî-hûş eyledün
Va’de-i vaslun gibi gitdün ferâmûş eyledün
Kanı â zâlim senünle ahdümüz peymânumuz
(Düşmanlarla bir araya gelip kadehler devirdin. Yahya’yı günde bin kez öldürüp deli, sersem eyledin. Kavuşma sözün gibi sen de gittin, unuttun. Ey zalim! Seninle yaptığımız anlaşma nerede kaldı?)
Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
 

hakansen967

  • Vip Üye
  • *****
  • İleti: 3617
  • Etkinlik:
    2.6%
  • Tesekkur Edildi: 856 kez
  • Rep Puanı: 574
  • Cinsiyet: Bay
    • ilahisözleri.net
Ynt: Serdar Tuncer - Şiir Medeniyeti 2017 Nette İlk
« Yanıtla #32 : 18 Aralık 2021, 23:18:07 »
SU KASİDESİ
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan
su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda
vermez.)
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su
(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa
gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök
kubbeyi kaplamıştır, bilemem..)
Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su
(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden
benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim
akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana
getirir.)
Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su
(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim
yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen
kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.)
Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su
(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile
mahvetsin) , boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine
su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)
Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su
(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi,
gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar
uğraşsa yine de) gubârî (yazı) sını, senin yüzündeki
tüylere benzetemez.)
Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’ola
Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su
(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim
ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek
dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)
Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su
(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan
bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su
vermek hayırlı bir iştir.)
İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su
(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste
ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır,
söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.)
Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su
(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su
içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum,
sofular da kevser istiyorlar.)
Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su
(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin
bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş
salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)
Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su
(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden
kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere
bırakamam.)
Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su
(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem,
öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla
sevgiliye su sunun.)
Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su
(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık
ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi
(yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından)
kurtarabilir.)
İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağınun mizâcına gire kurtara su
(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül
efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek
istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül
dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını
değiştirmesi gerekir.)
Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’a su
(Su Hz. Muhammed’in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli
ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça
göstermiştir.)
Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ
Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su
(İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz.
Muhammed’in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su
serpmiştir.)
Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın
Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su
(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını
tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su
meydana çıkarmıştır.)
Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su
(Hz. Peygamberimiz’in mûcizeleri dünyada uçsuz
bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o
mucizelerden) , ateşe tapan kâfirlerin binlerce
mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)
Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ
Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr’a su
(Mihnet günü Ensâr’a parmağından su verdiğini (bir
mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse
hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.)
Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su
(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb-
ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su,
düşmanına) elbette yılan zehrine döner.)
Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su
(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan)
yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su
damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)
Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su
(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan
taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)
Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su
(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık
salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da
olsa o eşikten dönmez.)
Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su
(Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek
için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na’tının
zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine)
derman bilirler.)
Yâ Habîballah yâ Hayre’l beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su
(Ey Allah’ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı!
Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp
dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)
Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi’râc’da
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su
(Sen o kerâmet denizisin ki mi’râc gecesinde feyzinin
çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)
Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su
(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa,
güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel
su iner.)
Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su
(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış,
(ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden
ümitliyim.)
Yümn-i na’tünden güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü şeh-vâra su
(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî’nin (alelâde)
sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su
(damlası) gibi birer inci olmuştur.)
Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su
(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan
düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su
(gözyaşı) döktüğü zaman,)
Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su
(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat
çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını
ummaktayım.)

OLMASIN YA RAB
Yandı cânum hecr ile vasl-ı ruh-ı yâr isterem
Derd-mend-i firkatem dermân-ı dîdâr isterem
(Canım ayrılık ateşiyle yandı, sevgilinin yanağını istiyorum. Ayrılıktan dolayı hastayım, sevgilinin yüzünü görmekle derman bulmak istiyorum.)
Bülbül-i zârem değül bîhûde feryâd etdüğüm
Kalmışem nâlân kafes kaydinde gül-zâr isterem
(İnleyen bir bülbül gibiyim, feryatlarım boşuna değil. Kafesin içinde inler bir vaziyette kalakaldım, gül bahçesini istiyorum. )
Dehr bâzârında kâsiddür metâ’-ı himmetüm
Bu metâ’ı satmağa bir özge bâzâr isterem
(Çalışıp çabalamamın dünya pazarında herhangi bir karşılığı olmadı. Bu metaı satmak için başka bir pazar istiyorum.)
Fânî olmak isterem ya’nî belâ-yı dehrden
Râhat-ı cism-i za’îf ü cân-ı efgâr isterem
(Ben maddî varlığımdan kurtularak fani olmak istiyorum. Zayıf cismimin ve yaralı canımın dünyanın belasından kurtulmasını istiyorum. )
N’ola ger kılsam şeb-i hicrân temennâ-yı ecel
N’eyleyem çohdur gamum def’ine gam-hâr isterem
(Ayrılık gecesinin o dayanılmazlığı karşısında ölümü temenni etsem buna şaşılır mı hiç? Sıkıntım çok, sıkıntımı def etmek için bir gam ortağı istiyorum. )
Çün bekâ bezmindedür dil-dâr men hem durmazem
Bu fenâ deyrinde bezm-i vasl-ı dildâr isterem
(Sevgili bâkîlik meclisinde bulunuyor. Ben bu fanilik meyhanesinde durmak istemiyorum. Sevgilinin yüzüne kavuşma meclisini istiyorum.)
Ey Fuzûlî istemez kimse rızâsıyle fenâ
Men ki mundan özge bilmen çâre nâ-çâr isterem
(Ey Fuzûlî, hiç kimse kendi rızasıyla yok olmayı arzu etmez. Ama ben bundan başka bir çare bilmiyorum ve çaresiz olarak onu istiyorum.)
* * * * *
Benim tek hîç kim zâr ü perîşân olmasın yâ Rab
Esîr-i derd-i aşk u dâğ-ı hicrân olmasın yâ Rab
(Hiç kimse benim gibi ağlayıp inleyen bir duruma düşmesin. Aşk derdine ve ayrılık yaralarına esir olmasın ey Rabb’im!)
Dem-â-dem cevrlerdir çekdiğim bî-rahm bütlerden
Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasın yâ Rab
(Merhameti olmayan put gibi güzel sevgililerden sürekli eza cefa çekiyorum. Hiçbir müslüman bu kâfirlere esir olmasın ey Rabb’im! )
Görüp endîşe-i katlimde ol mâhı budur derdim
Ki bu endîşeden ol meh peşîmân olmasın yâ Rab
(Ay gibi parlak yüzlü sevgilinin beni öldürmeyi düşündüğünü gördüm. O ay yüzlü güzel bu düşüncesinden pişman olup sakın vaçgeçmesin ey Rabb’im!)
Çıkarmak etseler tenden çekip peykânın ol servin
Çıkan olsun dil-i mecrûh peykân olmasın yâ Rab
(O servi boylu güzelin attığı bakış oklarını vücudumdan çıkarmak istediklerinde, yaralı gönlüm çıksın ama yeter ki o bakış oklarının temreni çıkmasın ey Rabb’im!)
Demen kim adli yok yâ zulmü çok her hâl ile olsa
Gönül tahtına andan gayrı sultân olmasın yâ Rab
(Adaleti olmasa da zulmü çok olsa da hiç fark etmez. Her ne hâl ile olursa olsun, gönlümün tahtında ondan başka sultan olmasın ey Rabb’im!)
Cefâ vü cevr ile mu’tâdem anlarsız n’olur hâlim
Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasın yâ Rab
(Sıkıntı, eza ve cefaya alışkınım. Onlar olmazsa benim hâlim nice olur? O sevgilinin cefasına ve cevrine herhangi bir sınır olmasın ey Rabb’im!)
Fuzûlî buldu genc-i âfiyet mey-hâne küncünde
Mübârek mülkdür ol mülk vîrân olmasın yâ Rab
(Fuzûlî, afiyet hazinesini meyhane/tekke köşesinde buldu. O mülk mübarek bir mülktür, harap olmasın ey Rabb’im!)

BENİ CANDAN USANDIRDI
Eyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür
Men kimem sâkî olan kimdür mey-i sahbâ nedür
(Ben öyle bir sarhoş hâldeyim ki dünya nedir idrak edemiyorum. Ben kimim, aşk şarabı sunan güzel kimdir, şarap nedir bunları bile bilmiyorum.)
Gerçi cânândan dil-i şeydâ içün kâm isterem
Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedür
(Ben sevgiliden çılgın gönlüm için, muradını vermesini istiyorum. Buna rağmen sevgili, çılgın gönlünün arzusu nedir, diye sorsa onu dahi bilmiyorum.)
Vasldan çün âşıkı müstağnî eyler bir visâl
Âşıka ma’şûkdan her dem bu istiğnâ nedür
(Bir kez kavuşma mademki âşığı vuslata kandırır. (İş bu kadar kolay olmasına rağmen) sevgilinin âşığıyla bir an bile olsun ilgilenmemesi, ona tenezzül etmiyor olması nedendir?)
Hikmet-i dünyâ vü mâ-fîhâ bilen ârif değül
Ârif oldur bilmeye dünyâ vü mâ-fîhâ nedür
(Bu dünyanın ve ahiretin hikmetini anlayacak kadar kendinde olan kişi ârif değildir. Gerçek ârifin dünya ve ahireti dert etmemesi (yalnızca maşukuyla ilgilenmesi) gerekir. )
Âh u feryâdun Fuzûlî incidüpdür âlemi
Ger belâ-yı aşk ile hoşnûd isen gavgâ nedür
(Ey Fuzûlî! Senin ağlayıp inlemelerin herkesi incitmektedir. Eğer bu aşkın belâlarından dolayı mutlu isen, bu kavga gürültü neden?)
– – –
Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı
(Sevgili, beni maddî varlığım olan canımdan usandırdı, bana ettiği cefadan usanmaz mı? Benim ahımdan dolayı gökyüzü dahi yandı, muradımın mumu yanmazı mı/arzum gerçekleşmez mi?)
Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd eder ihsân
Niçin kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı
(Sevgili, bütün hastalara deva ihsan ediyormuş. Peki, bana niye derman sunmuyor, yoksa beni hastalarından/âşıklarından saymıyor mu?)
Gamım pinhân tutardım ben dediler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı
(Ben, kederimi gizli tutuyor, kimseye söylemiyordum. Bana, sevgiliye izhar et, dediler. Ben söylesem bile, o vefasız sevgili, inanır mı inanmaz mı bilmiyorum.)
Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı
(Ayrılık gecesinde canım yanıyor ve ağlayan gözlerim artık kanlı yaşlar döküyor. Ağlayıp inlemelerim insanları uykularından uyaracak dereceye ulaştı. Peki, kara bahtım uyanmayacak mı?)
Gül-i ruhsârına karşu gözümden kanlı akar su
Habibim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
(Senin kırmızı yanağına karşı gözümden yaşlar kanlı bir şekilde akıyor. Ey sevgili! Bu gül mevsimidir, akarsular elbette bulanacaktır.)
Değildim ben sana mâ’il sen etdin aklımı zâ’il
Bana ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
(Ben, sana meyilli değildim. Sen benim aklımı başımdan aldın. Beni içinde bulunduğum durumdan dolayı eleştiren gafil kişi, senin güzelliğini görünce bu yaptığı işten utanmayacak mı?)
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
(Fuzûlî çılgın bir âşıktır. Bundan dolayı da her zaman halka rezil rüsva olmuştur. Ona sorun, bu nasıl bir sevdadır. Bu sevdadan usanmayacak mı/hiç akıllanmayacak mı?)

BELAYI AŞK
(Bu gazel, hastalığının iyileşmesi için ailesi tarafından Ka’be-i Muazzama’ya götürülen Mecnûn’un orada bizzat yaptığı duadır)
Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ meni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ meni
(Ey Rabb’im! Beni aşkın belâsıyla aşina kıl. Bir an bile olsa aşkın belâsından beni ayırma.)
Az eyleme inâyetüni ehl-i derdden
Ya’ni ki çoh belâlara kıl mübtelâ meni
(Ey Rabb’im! Dert ehli olan âşıklardan bir an bile olsa inayetini az etme. Yani öyle bir inayet kıl ki ben belâlara daha çok mübtelâ olayım.)
Oldukça men götürme belâdan irâdetüm
Men isterem belânı çü ister belâ meni
(Ben var olduğum müddetçe benim belâya olan meylimi kesme. Ben belâyı istiyorum, çünkü belâ da beni istiyor. )
Temkînümi belâ-yı mahabbetde kılma süst
Tâ dûst ta’n edüp demeye bî-vefâ meni
(Ey Rabb’im! Benim kararlılığımı muhabbetten kaynaklanan belâlardan dolayı sarsma. Sevgili, beni kınayarak vefasız demesin, beni vefasızlardan zannetmesin.)
Getdükce hüsnin eyle ziyâde nigârumun
Geldükce derdine beter et mübtelâ meni
(Ey Rabb’im! Sevdiğimin güzelliğini gittikçe artır. Geldikçe de beni onun derdine daha fazla mübtelâ eyle.)
Men handan ü mülâzemet-i i’tibâr ü câh
Kıl kâbil-i saâdet-i fakr ü fenâ meni
(Ey Rabb’im! Ben gülmeye, itibara ve makama düşkün değilim. Sen beni fakirlik ve yoksulluk saadetine layık eyle. (Ey Rabb’im! Senden isteğim beni fakirlik ve yoksulluk saadetine layık eylemen.)
Eyle za’îf eyle tenüm fürkatinde kim
Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ meni
(Senin ayrılığından dolayı bedenim öyle zayıf bir hâle gelsin ki sabah rüzgârı benim bu zayıf bedenimi sana getirebilsin.)
Nahvet kılup nasîb Fuzûlî kimi mana
Yâ Rab mukayyed eyleme mutlak mana meni
(Fuzûlî gibi bana gurur, kibir nasip etme. Ey Rabb’im! Hiçbir zaman beni bana bırakma (Hiçbir zaman beni nefsimle başbaşa bırakma).
– – –
Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan gayrı
Garazım yok reh-i aşkında fenâdan gayrı
(Ey sevgili! Senin diyarında elde ettiğim tek şey belâdır. Zaten benim senin aşkının yolunda fenadan/maddî varlığımdan vazgeçmekten başka bir amacım da yok.)
Ney-i bezm-i gamım ey âh ne bulsan yele ver
Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı
(Ey âh! Ben gam meclisinin ney’iyim. Benim ateşlere yanmış kuru cismimde havadan/hevesten başka ne bulursan yele ver, gitsin.)
Perde çek dîdeme hicran günü ey kanlı yaşum
Ki gözüm görmeye ol mâh-likâdan gayrı
(Ey kanlı gözyaşım! Ayrılık günü gözüme perde çek. Çok ağlamaktan dolayı âdeta gözüme bir perde gelsin. Böylece gözüm ay yüzlü sevgiliden başka bir şey görmesin.)
Yetti bî-kesliğim ol gâyete kim çevremde
Kimse yok çizgine gird-âb-ı belâdan gayrı
(Kimsesizliğim o raddeye geldi ki çevremde belâ girdabından başka dönüp dolaşan hiçbir şey yok.)
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı
(O kadar yalnız bir hâldeyim ki) Bana ne gönlümün ateşinden başka yanan/benim için endişelenen ne de sabah rüzgârından başka kapımı açan olur.
(Gönlümün ateşinden başka benim için yanan/endişelenen olmaz. Sabah rüzgârından başka da kapımı kimse açmaz)
Bozma ey mevc gözüm yaşı habâbın ki bu seyl
Koymadı hîç imâret bu binâdan gayrı
(Ey dalga! Gözümün yaşının üstündeki su kabarcığını bozma. Çünkü bu sel o imaretten başka bir şey bırakmadı. Hepsi harap oldu, gitti.)
Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âh eylemeyem
Ne temettu’ bulunur neyde sadâdan gayrı
(Ey Fuzûlî! Aşk meclisinin içinde ben nasıl âh etmeyeyim. Ney’in sesinden başka insana ne faydası vardır ki?)

AŞK AFETİ CANDIR
Cân verme gam-ı aşka ki aşk âfet-i cândur
Aşk âfet-i cân olduğı meşhûr-ı cihândur
(Aşkın gamına canını verme, çünkü aşk maddi varlığın temeli olan can için bir afettir. Aşkın canın afeti olduğu gerçeği insanoğlunun ortak kabulüdür.)
Sûd isteme sevdâ-yı gam-ı aşkda hergiz
Kim hâsıl-ı sevdâ-yı gam-ı aşk ziyândur
(Aşk derdinin sevdasından dolayı sana bir fayda geleceğini asla zannetme. Bu aşk derdinin sevdasının sonucu sadece kaybetmektir.)
Her ebru-yı ham katlüne bir hançer-i hûn-rîz
Her zülf-i siyeh kasduna bir ef’î yılandur
(Her hilal kaş, seni öldürmek için kan dökücü bir hançerdir. Her siyah saç da senin canına kasteden bir engerek yılanıdır.)
Yahşi görinür sûreti meh-veşlerün ammâ
Yahşi nazar etdükde ser-encâmı yamandur
(Ay yüzlü güzellerin suretleri uzaktan güzel görünür ama, güzel bir bakış attıklarında, o işin sonu yamandır.)
Aşk içre azâb olduğın andan bilürem kim
Her kimse ki âşıkdur işi âh u figândur
(Aşkın içinde azap olduğunu ben şuradan biliyorum, âşık olan herkesin işi ağlayıp inlemektir.)
Yâd etme kara gözlülerün merdüm-i çeşmin
Merdüm deyüp aldanma ki içdükleri kandur
(Kara gözlülerin gözbebeğini anma. Gözbebeği deyip aldanma çünkü onların içtikleri kandır.)
Ger derse Fuzûlî ki güzellerde vefâ var
Aldanma ki şâ’ir sözi elbette yalandur
(Eğer Fuzûlî “Güzellerde vefa var.” derse sakın aldanmayın, çünkü şair sözüdür ve şairin sözü elbette yalandır.)
– – –
Ey bî-vefâ ki âdet olupdur cefâ sana
Bi’llâh cefâdır olma demek bî-vefâ sana
(Ey vefasız sevgili! Cefa etmek sana âdet olmuştur. Sana, “vefasız olma” demek, billlahi cefa etmek olur. )
Geh nâz ü geh kirişme vü geh işvedir işin
Cânın sevenler olmasa yeğ âşinâ sana
(Ey sevgili! Bazen naz bazen cilve ve bazen de işve yapıyorsun. (Maddi varlığı olan) canını çok sevenler seninle aşina olmasalar daha iyi.)
Bin cân olaydı kâş men-i dil-şikestede
Tâ her biriyle bir kez olaydım fedâ sana
(Gönlü kırık bir âşık olan bende, keşke bin tane can olsaydı da her bir canla birer kez sana feda olsaydım.)
Aşkında mübtelâlığımı ayb eden sanır
Kim olmak ihtiyâr iledir mübtelâ sana
(Benim sana olan sevgimdeki aşırılığı kınayanlar, sana mübtelâ olmanın insanın kendi tercihi olduğunu zannediyorlar. )
Ey dil ki hecre dözmeyip istersin ol mehi
Şükr et bu hâle yoksa gelir bir belâ sana
(Ey gönül! Artık ayrılıktan bunalmışsın ve o ay gibi güzel yüzlü sevgiliyi istiyorsun. Sen hâline şükret, yoksa senin başına bir belâ gelir.)
Ey gül gamında eşk ruh-i zerdim etdi âl
Bildirdi ola sûret-i hâlim sabâ sana
(Ey gül gibi olan sevgili! Senin gamından dolayı gözlerimden akan kanlı yaş, sararıp solan yanağımı kıpkırmızı etti. şıkların ahvâlinden haber veren sabah rüzgârı sana içinde bulunduğum hâli bildirdi mi acaba?)
Düşmez çü şâh kurbu Fuzûlî gedâlara
Ol şehden iltifât ne nisbet bana sana
(Ey Fuzûlî! Bir sultan hüviyetinde olan sevgiliye yakın olmak elbette bir dilenciye düşmez. O sultan, sana ve bana hiç iltifat eder mi?)

AŞIK OLDUR KİM
Hüsnün oldukça füzûn aşk ehli artuk zâr olur
Hüsn her mikdâr olursa aşk ol mikdâr olur
(Ey sevgili! Senin güzelliğin arttıkça âşık daha fazla ağlayıp inler. Güzellik ne kadar çok olursa, aşk da o kadar çok olur. )
Cennet için men’ eden âşıkları dîdârdan
Bilmemiş kim cenneti âşıkların dîdâr olur
(Âşıkları cennet için sevgilinin yüzünü görmekten men eden kişilir şunu bilmiyor ki sevgilinin yüzü âşıkların Cennet’idir (âşıkların Cennet’i, sevgilinin yüzünü görmekten ibarettir).
Aşk derdinden olur âşık mizâcı müstakîm
Âşıkın derdine dermân etseler bîmâr olur
( Âşığın mizacı ancak aşk derdiyle istikamet bulur. Eğer âşığın derdine derman bulacak olsalar âşık bırak derman bulmayı, bundan hasta olur.)
Zâhid-i bî-hod ne bilsin zevkini aşk ehlinin
Bir aceb meydir muhabbet kim içen hüşyâr olur
(Kendini bilmeyen ham sofu, âşıkların aldığı zevki nereden bilsin? Muhabbet, öyle acayip bir şaraptır ki içen kişi bırakın sarhoş olmayı, bilakis akıllı olur.)
Aşk sevdâsına sarf eyler Fuzûlî ömrünü
Bilmezem bu hâb-ı gafletden kaçan bîdâr olur
(Ey Fuzûlî! Ömrünü aşkın sevdasına sarf etme, harcama. Bu gaflet uykusundan acaba ne zaman uyanacaksın, bilmiyorum.)
– – –
Âşık oldur kim kılur cânın fedâ cânânına
Meyl-i cânân etmesün her kim ki kıymaz cânına
(Âşık, maddî varlığı olan canını cananına feda edebilen kişidir. Eğer bir kimse canına kıyamıyorsa, sevgiliye doğru hiç meyletmesin.)
Cânını cânâna vermekdür kemâli âşıkun
Vermeyen cân i’tirâf etmek gerek noksânına
(Bir âşığın kemal noktası canını cananına vermek ve maddî varlığından vazgeçmektir. Canını cananına veremeyenin aşk yolundaki noksanını elbette itiraf etmesi gerekir.)
Vasl eyyâmı verüp cânâna cân râhat bulan
Yeğdür andan kim salur cânın gam-ı hicrânına
(Kavuşma gününde canını cananına verip rahata eren âşık, canını ayrılık gamına salan kişiden daha iyidir.)
Aşk resmin âşık öğrenmek gerek pervâneden
Kim köyer gördükde şem’ün âteş-i sûzânına
(Aşkın usûlünü âşığın (canını sevdiği için hiç düşünmeden feda edebilen) kelebekten öğrenmesi gerekir. Kelebek, sevgiliyi görünce kendini mumun yakıcı ateşine hemen atıverir. )
Fânî ol aşk içre kim benzer fenâsı âşıkun
Feyz-i câvîd ile Hızr’un çeşme-i hayvânına
(Sen bu aşkın içinde fani ol, maddî varlığından vazgeç. Çünkü âşığın fani olması; ebedîlik feyzine ve Hızır’ın içeni ölümsüzlüğe ulaştırdığına inanılan âb-ı hayatına benzer.)
Aşk derdinün devâsı terk-i cân etmekdedür
Terk-i cân derler bu derdün mu’teber dermânına
(Aşk derdinin devası, maddî varlığın temeli olan candan vazgeçmektir. Bu derdin herkesçe bilinen dermanı canını terk etmektir.)
Hîç kim cânân içün cân vermeğe lâf etmesün
Kim gelüpdür bu sıfat ancak Fuzûlî şânına
(Hiç kimse âşığın canan için canını vermesi konusundan bahsetmesin. Çünkü bu sıfat sadece Fuzûlî’nin şanına yakışır. )
– – –
Cânumun cevheri ol la’l-i güher-bâra fedâ
Ömrümün hâsılı ol şîve-i reftâra fedâ
(Benim canımın cevheri, sevgilinin o inciler saçan ve la’l taşına benzeyen kırmızı dudağına feda olsun. Ömrüm boyunca elde ettiğim her şey onun yürüyüşüne, edasına feda olsun.)
Derd çekmiş başum ol hâl-i siyeh kurbânı
Tâb görmüş tenüm ol turra-i tarrâra fedâ
(Dert çekmiş olan başım sevgilinin siyah benine kurban olsun. Istırap görmüş tenim de insanı kandıran, yankesici kâküle feda olsun.)
Gözlerümden dökülen katre-i eşküm güheri
Lebleründen saçılan lü’lü’-i şeh-vâra fedâ
(Gözlerimden damla damla dökülen gözyaşımın incisi, senin dudaklarından dökülen çok değerli inciye feda olsun.)
Çâk-i sinemde olan kanlu ciger pâreleri
Mest-i çeşmünde olan gamze-i hûn-hâre fedâ
(Gönlümün yarıklarından fışkıran kanlı ciğer parçaları, senin sarhoş gözündeki kan içici yan bakışa feda olsun.)
Pâre pâre dil-i mecrûh-ı perîşânumdan
Ser-i kûyunda gezen her ite bir pâre fedâ
(Yaralı ve parça parça olmuş perişan gönlümden senin mahallinde gezen her köpeğe bir parça feda olsun.)
Cân ü dil kaydını çekmekden özüm kurtardum
Cânı cânâneye etdüm dili dil-dâra fedâ
(Maddî varlığım olan canımın ve gönlümün derdini çekmekten kendimi kurtardım. Canımı cananıma, gönlümü de dildâra feda ettim. )
Ey Fuzûlî n’ola ger saklar isem cân-ı azîz
Vakt ola kim ola bir şûh-ı sitemgâra fedâ
(Ey Fuzûlî! Canımı değerli bir varlık olarak saklarsam bunda şaşılacak ne var? Belki bir zaman gelir, onu da bana eza cefa eden bir güzel sevgiliye feda ederim. )

YAD EYLERİM
Ey geyüp gül-gûn demâdem azm-i cevlân eyleyen
Her taraf cevlân edüp döndükce yüz kan eyleyen
(Ey kırmızı elbise giyip her an dölüp dolaşan sevgili! Ey her tarafı dolandıkça yüz kan akıtan sevgili!)
Ey meni mahrûm edüp bezm-i visâlinden müdâm
Gayrı hân-ı iltifâtı üzre mihmân eyleyen
(Ey kavuşma meclisinden beni sürekli mahrum edip, başkalarını ise iltifat yemeği için misafir eden sevgili!)
Ey demâdem reşk tîğiyle menüm kanum töküp
Mey içüp ağyâr ile seyr-i gülistân eyleyen
(Ey haset kılıcıyla sürekli benim kanımı döken, yabancılarla şarap içip onlarla gül bahçelerini gezen sevgili!)
Munca kim efgânumı ey mâh işitdün giceler
Dimedün bir gece kimdür munca efgân eyleyen
(Ey ay yüzlü güzel sevgili! Bunca zamandır geceleri benim ağlayıp inlememi işittin. Bir gece olsun, bu ağlayıp inleyen kimdir acaba bile demedin.)
N’ola ger cem’iyyet-i hâtırdan olsam nâ-ümîd
Cem’ olur mu hûblar zülfin perîşân eyleyen
(Huzur ve rahattan artık ümidimi kessem buna hayret edilir mi? Güzellerin saçının perişan eylediği bir âşık, bir daha hiç huzura erer mi? )
Yâr dün çekmişdi katlüm kasdine tîğ-i cefâ
Yetmesün maksûduna yâ Rab peşîmân eyleyen
(Sevgili, dün, cefa kılıcını beni öldürmek için çekmişti. Ey Rabb’im, onu bu yapmak istediği işten dolayı pişman olmasına sebep olan muradın ermesin. )
Işk derdi ile olur âşık mizâcı müstakîm
Düşmenümdür dostlar bu derde dermân eyleyen
(Bir âşığın mizacı ancak aşk derdi ile sağlıklı olur. Ey dostlar şunu iyi bilin ki, benim bu derdime derman bulacak kişi bana düşmanlık ediyor demektir. )
Zâhidün ta’n ile dönderdüm yüzün mihrâbdan
Nice bulmaz ecr min kâfir müselmân eyleyen
(Tenkit ede ede zahidin yüzünü mihraptan döndürdüm. Bin tane kâfirin müslüman olmasına vesile olan sevaba nail olmaz mı hiç?)
Derd-i hicrân nâ-tüvân etmiş Fuzûlî hasteni
Yoh mıdur yâ Rab devâ-yı derd-i hicrân eyleyen
(Ayrılık derdi Fuzûlî’yi güçsüz kuvvetsiz, takatsiz bırakmıştır. Ey Rabb’im! Ayrılık derdine deva olabilecek bir kimse yok mudur?)
– – –
Ney kimi her dem ki bezm-i vaslını yâd eylerem (1)
Tâ nefes vardır kuru cismimde feryâd eylerem
(Ben, aynı ney gibi sana kavuşma meclisini anarım. Benim ney gibi kuru cismimde nefes olduğu müddetçe feryat ederim.)
Rûz-i hicrândır sevin ey murg-ı rûhum kim bugün
Bu kafesten ben seni elbette âzâd eylerem
(Ey ruhumun kuşu! Sevin, bugün ayrılık günüdür. Ben seni bu ten kafesinden elbette azat ederim.)
Vehm edip tâ salmaya sen mâha mihrin hîç kim
Kime yetsem cevr ü zulmünden ana dâd eylerem
(Hiç kimse, senin gibi ay yüzlü bir güzele meylini vermesin diye, her kimi görürsem göreyim onlara senin zulmünü ve yaptığın eziyetleri anlatıyorum. )
Kan yaşım kılmaz vefâ giryân gözüm isrâfına
Bunca kim her dem ciğer kanından imdâd eylerem
(Gözlerimden akan kanlı gözyaşları, gözlerimin israfını karşılamıyor. Oysa ben her zaman ciğerimin kanından ona imdad edip, yetişmiştim.)
İncimen her nice kim ağyâr bî-dâd eylese
Yâr cevriyçin gönül bî-dâda mu’tâd eylerem
(Düşmanlar bana zulmetseler ben bundan asla incinmem. Sevgiliden gelen zulme tahammül edebilsin diye, gönlümü bu zulme alıştırıyorum. )
Bilmişem bulman visâlin lîk bu ümmîd ile
Gâh gâh öz hâtır-ı nâ-şâdımı şâd eylerem
(Sevgiliye kavuşamayacağımı biliyorum. Fakat ara ara kendimi, belki bir gün sevgiliye kavuşurum ümidiyle mutlu ediyorum.)
Levh-i âlemden yudum eşk ile Mecnûn adını
Ey Fuzûlî ben dahi âlemde bir ad eylerem
(Mecnûn’un adını bu âlem sayfasından gözyaşlarımla sildim. Ey Fuzûlî, ben de bu suretle aynı Mecnûn gibi şöhret sahibi biri oldum.)
_______
Hz. Mevlânâ, aynı hakikati şu beyit ile ifade etmiştir.
هر کسی کو دور ماند از اصل خویش
باز جوید روزگار وصل خویش
Herkesî kû dûr mand ez-asl-ı hîş
Bâz cûyed rûzgâr-ı vasl-ı hîş
(Aslından ve vatanından uzaklaşmış olan kimse, orada geçirmiş olduğu mutlu zamanı arar, o zamanı tekrar yaşamak ister, ayrıldığı sevgiliye tekrar kavuşmayı arzu eder.)

MECNUNUN ANCAK ADI VAR
Nice yıllardur ser-i kûy-i melâmet beklerüz
Leşker-i sultân-ı irfânuz vilayet beklerüz
(Yıllardan beri biz melâmet köyünün başını tutmuşuz ve bekliyoruz. İrfan sultanının askerleriyiz, velâyet diyarını bekliyoruz.)
Sâkin-i hak-i der-i meyhâneyüz şâm ü seher
İrtifâ’-ı kadr içün bâb-ı sa’adet beklerüz
(Gece-gündüz meyhanenin kapısının eşiğinde oturuyoruz. Değerimizin yükselmesi için saadet kapısını bekliyoruz.)
Cîfe-i dünya değül kerkes gibi matlûbumuz
Bir bölük ankâlaruz Kâf-ı kanâ’at beklerüz
(Bizim amacımız akbabalar gibi dünya leşini talep etmek değil. Bizler bir bölük anka kuşu gibiyiz, Kaf dağını bekliyoruz.)
Hâb görmez çeşmümüz endîşe-i ağyârdan
Pas-bânuz genc-i esrâr-ı muhabbet beklerüz
(Düşmanların endişesinden dolayı bizim gözümüz uyku görmez. Çünkü biz muhabbet sırlarının hazinesini bekliyoruz. )
Sûret-i dîvâr idüpdür hayret-i ışkun bizi
Gayr seyr-i bâğ ider biz künc-i mihnet beklerüz
(Ey sevgili! Senin aşkının hayreti bizi duvardaki resme benzetmiştir. Başkaları bağ-bahçe gezerler, eğlenirler; bizse sıkıntı köşesini bekliyoruz.)
Kârbân-ı râh-ı tecrîdüz hatar havfın çeküp
Gâh Mecnun gâh men devr ile nevbet beklerüz
(Soyutlama, yani Allah’tan başka her şeyden kendimizi kurtarma yolunun kervancısıyız. Tehlikeli bir şey olur korkusuyla bazen Mecnûn bazen de ben sırayla nöbet bekliyoruz.)
Sanmanuz kim giceler bîhûdedür efgânumuz
Mülk-i ışk içre hisâr-ı istikâmet beklerüz
(Geceleri bizim feryat ve figanımızı boşuna zannetmeyin. Aşk mülkünün içinde, istikamet kalesini bekliyoruz.)
Yatdılar Ferhâd ü Mecnûn mest-i câm-ı ışk olup
Ey Fuzûli biz olar yatdukca sohbet beklerüz
(Mecnûn ve Ferhat, aşk kadehinin sarhoşu olup yattılar, uyudular. Ey Fuzûlî, varsın onlar yatsın uyusunlar. Onlar yattıkça sohbet meclisini biz bekliyoruz.)
– – –
Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var
Âşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var
(Bende, Mecnûn’dan daha fazla âşıklık yeteneği var. Sadık âşık benim, Mecnûn’un sadece adı çıkmış. (Mecnûn’dan geriye sadece bir ad kalmış)
N’ola kan dökmekde mâhir olsa çeşmim merdümü
Nutfe-i kâbildürür gamzen kimi üstâdı var
(Ey sevgili! Senin gözbebeklerin kan dökmek hususunda yetenekli olsa buna şaşılır mı hiç? O, kabiliyetli bir nutfedir ve senin gamzen gibi bir üstadı vardır / O, Hz. dem’in oğlu ve aynı zamanda ilk katil olan Kâbil’in nutfesindendir ve ayrıca senin gamzen gibi de bir üstadı vardır.)
Kıl tefâhur kim senin hem var men tek âşıkın
Leylî’nin Mecnûn’ı Şîrîn’in eğer Ferhâd’ı var
(Ey sevgili! Her ne kadar Leylâ’nın Mecnûn’u, Şirin’in Ferhat’ı varsa da senin benim gibi bir âşığın var, bununla ne kadar övünsen az. )
Ehl-i temkînem meni benzetme ey gül bülbüle
Derde yoh sabrı anun her lâhza min feryâdı var
(Ey gül gibi olan sevgili! Sen beni bülbüle benzetme. Bülbülün derde sabrı yok her an binlerce feryat ediyor. )
Öyle bed-hâlem ki ahvâlim görende şâd olur
Her kimin kim devr cevrinden dil-i nâ-şâdı var
(Öyle kötü bir hâldeyim ki dünyanın sıkıntısından dolayı gönlü mutsuz olan herkes, beni görünce mutlu oluyor. )
Gezme ey gönlüm kuşu gâfil fezâ-yı aşkda
Kim bu sahrânın güzer-gehlerde çok sayyâdı var
(Ey bir kuşa benzeyen gönlüm! Aşkın fezasında gafil gafil gezme. Bu çölün güzergâhında çok fazla avcı var. )
Ey Fuzûlî aşk men’in kılma nâsihden kabûl
Akl tedbîridir ol sanma ki bir bünyâdı var
(Ey Fuzûlî! Vaizden seni aşktan men eden nasihatleri sakın dinleme. O aklın bir tedbiridir, akılla alınan bir karardır. Sen gönlünle karar veren bir insansın, sakın o nasihatlerin bir temeli, dayanağı var zannetme.)

ETMEZ Mİ İDİM
Akl yâr olsaydı terk-i ışk-ı yâr itmez midüm
İhtiyâr olsaydı râhat ihtiyâr itmez midüm
(Aklım bana yâr olsaydı, ben yârin aşkını terk etmez miydim? Benim iradem elimde olsaydı rahat etmeyi seçmez miydim hiç?)
Lâhza lâhza sûretin görseydüm ol şîrîn-lebün
Sen gibi ey Bî-sütûn men hem karâr itmez midüm
(Ey Bî-sütûn dağı! Senin gibi her an o tatlı dudaklı sevgilinin suretini görseydim, ben de bir karara, huzura kavuşmaz mıydım? )
Nice mahrem eyledün şem’i meni mahrûm edüp
Men senün bezmünde cân nakdin nisâr itmez midüm
(Ey sevgili! Sen, beni mahrum edip mumu kendine yaklaştırdın. Ben de aynı mum gibi, senin meclisinde can nakdini saçmaz mıydım?)
Derdümi âlemde pinhân dutduğum nâ-çârdur
Uğrasaydum bir hakîme âşîkâr itmez midüm
(Çaresiz olarak derdimi gizli tutuyorum. Hikmet sahibi bir kişiye rastlasaydım hiç anlatmaz mıydım?)
Yâr ile ağyarı hem-dem görmeğe olsaydı sabr
Terk-i gurbet eyleyüp azm-i diyâr itmez midüm
(Eğer sevgili ile rakibi birlikte görmeye sabrım olsaydı, gurbeti terk edip vatanıma dönmez miydim?)
Vâ’izün küfrin menüm rusvâlığumdan kıl kıyâs
Anda sıdk olsaydı men takvâ şi’âr itmez midüm
(Vaizin küfrünü benim rezil-rüsvalığıma bakarak kıyas edin. Eğer onda sadakat olsaydı ben takvayı kendime şiar edinmiş birisi olmaz mıydım?)
Ol gül-i handânı görmek mümkin olsaydı mana
Sen tek ey bülbül gülistâna güzâr itmez midüm
(Ey bülbül, eğer bana açılan gül gibi olan sevgiliyi görmek nasip olsaydı, ben de senin gibi gül bahçesine gitmez miydim?)
Ey Fuzûlî dâğ-ı hicrân ile yanmış gönlümi
Lâle-zâr açsaydı seyr-i lâle-zâr itmez midüm
(Ey Fuzûlî! Eğer lâle bahçesi, ayrılık yarasıyla yanmış gönlümü açıp ferahlatmış olsaydı, ben de gidip o lâle bahçesinde gezmez miydim hiç?)
– – –
Kimsede ruhsâruna tâkat-i nezzâre yoh
Âşıkı öldürdü şevk bir nazara çâre yoh
(Ey sevgili! Hiç kimsede senin yüzüne bakmaya takat yok. Senin aşkının şevki âşığı öldürdü. Buna bir çare bulamadı.)
Bağrı bütünler bana ta’ne ederler müdâm
Hâlimi şerh itmeğe bir ciğeri pâre yoh
(Keyifleri yerinde olan kişiler, beni sürekli kınıyorlar. Hâlimi anlatabilmem için ciğeri parça parça olmuş, benimle aynı duyguyu yaşayan kişi bulmalıyım. Ama öyle biri yok.)
Yığdı benüm başuma dehr gamın n’eylesin
Bâdiye-i ışkda men kimi âvâre yoh
(Dünya, gamını benim başıma yığdı. Ne yapsın? Aşk çölünde benim gibi avare avare dolaşan başka biri yok ki.)
Dehrde hem-tâ sana var perî yoh dimen
Var güzel çoh velî sen kimi hûn-hâre yoh
(Ey peri kadar güzel sevgili! Ben, dünyada senin kadar güzel bir perî yok demem. Var, güzel çok ama senin gibi kan dökücüsü/içicisi yok. )
Gözde gezer çizginüp katre-i eşküm müdâm
Katre-i eşküm kimi çarhda seyyâre yoh
(Gözyaşımın damlası daima gözümde gezip duruyor. Benim gözükdeki yaşın damlası gibi gökyüzünde bir gezegen yok.)
Çâk görüp göğsümi kılma ilâcum tabîb
Zâyi’ olur merhemün mende biter yâre yoh
(Ey tabip! Göğsümü yarılmış görüp sakın beni tedavi etmeye kalkışma. Merhemin boşuna gider, çünkü bende iyileşmesi mümkün bir yara yok.)
Zârlığum ışkdan var Fuzûlî velî
Ol meh-i bî-mihrden rahm men-i zâre yoh
(Ey Fuzûlî! Benim aşktan dolayı benim ağlayıp inlemem var. Buna rağmen, ağlayıp inleyen bana, o merhametsiz ay yüzlü güzelden herhangi bir merhamet yok.)
– – –
Bahr-i aşka düşdün ey dil lezzet-i cânı unut
Bâliğ oldun gel rahimden içdiğin kânı unut
(Ey gönül! Aşk denizine düştün, artık canının lezzetini unut. Artık buluğa erdin, ana rahmindeyken içtiğin kanı unut.)
Verdi rıhletden haber mûy-i sefîd ü rûy-ı zerd
Çihre-i handânı vü zülf-i perîşânı unut
(Beyazlayan saçım ve sararmış yüzüm artık göç zamanının geldiğini haber veriyor. Sen, sevgilinin gülen yüzünü ve dağınık saçını unut. )
Çek nedâmetden göğe dûd-i dili tök kanlu yaş
Serv-i nâzı terk kıl gül-berg-i handânı unut
(Pişmanlıktan dolayı için yansın ve yangının dumanı göklere çıksın. Kanlı gözyaşı dök. O naz sarhoşu olan sevgiliyi terk et, açılmış gül gibi olan sevgiliyi unut.)
Gör ganîmet fakr mülkünde gedâlık şîvesin
İ’tibâr ü mansıb u dergâh-ı sultânı unut
(Fakirlik ve istiğna mülkünde, fakir bir dilenci gibi yaşamayı kendin için bir kazanç bil. Sultanın sarayında bir itibar ve rütbe sahibi olmayı unut.)
Çekme âlem kaydını ey ser-bülend-i fakr olan
Saltanat tahtına erdin bend ü zindânı unut
(Ey fakirlik saadetiyle başını dik tutan insan! Sen fakirlik âlemine girerek asıl saltanat tahtına erdin. Artık zindanı ve seni orada bağlı tutan zinciri unut.)
Levh-i hâtır sûret-i cânâna kıl âyîne-vâr
Anı yâd et her ne kim yâdında var anı unut
(Kalbinin içinde hiçbir akis bulunmayan bir ayna gibi sevgilinin resmini o aynanın karşısına tut, onu kalbine yansıt. Sadece onu an, kalbinde ondan başka ne varsa hepsini unut.)
Ey Fuzûlî çek melâmet reh-güzârından kadem
Lâhza lâhza çekdiğin bîhûde efgânı unut
(Ey Fuzûlî! Melâmet yolundan ayağını çek. Bu melâmet yolunda, sürekli boş yere çektiğin ahları ve figanları unut. )

GAM VAR GAMHAR YOK
Ey melek-sîmâ ki senden özge hayrândır sana
Hak bilir insân demez her kim ki insândır sana
(Ey melek yüzlü sevgili! Senden başka herkes sana hayrandır. Allah bilir, insan olan hiç kimse sana insandır demez / İnsan olan hiç kimse sana insan demez, seni hak bilir.)
Vermeyen cânın sana bulmaz hayât-ı câvidân
Zinde-i câvîd ana derler ki kurbândır sana
(Ey sevgili! Sana maddî varlığı olan canını feda etmeyen kişi ebedî bir hayat bulamaz. Ancak sana kurban olanlar ebedî bir hayata ulaşır.)
lemi pervâne-i şem’-i cemâlin kıldı aşk
Cân-ı âlemsin fidâ her lâhza bin cândır sana
(Aşk, bütün âlemi güzellik mumunun etrafındaki kelebek gibi yapmıştır. Sen bütün âlemin canısın, her an bin can sana feda olsun. )
Âşıka şevkınla cân vermek inen müşkil değil
Çün Mesîh-i vaktsin cân vermek âsândır sana
(Sana olan şevkinden dolayı âşık için can vermek asla zor bir iş değildir. Çünkü sen, bu zamanın -Allah’ın izniyle ölüleri diriltme mucizesine sahip olan- Hz. İsa’sı gibisin. O açıdan senin için can vermek kolaydır.)
Çıkma yârim geceler ağyâr ta’nından sakın
Sen meh-i evc-i melâhatsin bu noksândır sana
(Ey sevgilim! Gece yarılarında sokağa çıkma, düşmanların seni kınamasından sakın. Sen, güzellik burcunun en yükseğindeki ay gibisin. Bu sana noksanlık getirir.)
Pâd-şâhım zulm edip âşık seni zâlim demiş
Hûb olanlardan yaman gelmez bu bühtândır sana
(Ey padişahım! şık zulmederek sana zalim demiş. Sevgili olanlardan insana bir kötülük gelmez, bu sana yapılmış haksız bir ithamdır.)
Ey Fuzûlî hûb olanlardan tegâfüldür yaman
Ger cefâ hem gelse anlardan bir ihsândır sana
(Ey Fuzûlî! Asıl kötü olan sevgilinin âşığı görüp tanımazlıktan gelmesi ve onunla hiç alâkadar olmamasıdır. Sevgiliden sana ne kadar cefa geldiğinde, bu ancak sana yapılmış bir ihsandır. )
Leblerün-tek la’l ü lâfzun tek dür-i şehvâr yoh
La’l ü gevher çok lebün tek la’l-i gevher-bâr yoh
(Ey sevgili! Senin yokluğa/fenaya ulaştıran ve la’l taşına benzeyen kırmızı dudağın gibisi yok. Sözlerin gibi değerli inciler saçanı da yok. La’l ve cevher çok, fakat senin dudağın gibi inci yağdıran bir la’l yok.)
Senden etmem dâd cevrün var ü lutfun yoh deyüp
Mest-i zevk-i şevkünem birdür yanumda var yoh
(Ey sevgili! Cevrin çok ve lutfun yok diye senden şikâyet edecek değilim. Ben, senin şevkinin zevkinin sarhoşuyum, benim yanımda var ve yok birdir.)
Kime izhâr eyleyem bilmen bu pinhân derdi kim
Var yüz min derd-i pinhân kudret-i izhâr yoh
(Ben, bu gizli derdimi kime açıkça anlatayım. Bende yüzbinlerce gizli dert var, fakat bunları açıkça anlatmak için kudret yok. )
Devr ser-mest-i şarâb-ı gaflet itmiş âlemi
Munca ser-mestün temâşâsına bir hüşyâr yoh
(Devir, âlemi gaflet şarabının sarhoşu yapmış. Bunca sarhoş insanı izlemek için bir tane bile ayık adam yok.)
Halkı medhûş eylemiş hâb-ı şeb-i tûl-i emel
Subh tahkîk-i alâmâtına bir bîdâr yoh
(Emel uzunluğunun gecesinin uykusu yani çok şeyleri arzu etmenin gecesinin uykusu halkı kendinden geçirmiş. Sabahın alâmetlerini görüp anlayacak bir uyanık bir insan yok.)
Sûreti zîbâ sanemler yoh demen büt-hânede
Var çoh ammâ sana benzer büt-i hûn-hâr yoh
(Puthanede görünüşü güzel put gibi güzeller yok demeyin. Var, çok, ama sana benzer kan içici bir put gibi güzel yok.)
Ey Fuzûlî sehldür her gam ki gam-hârı ola
Gam budur kim mende min gam var bir gam-hâr yoh
(Ey Fuzûlî! Eğer derdini paylaşabileceğin bir gam ortağı varsa, gam çekmek kolaydır. Asıl gam şudur ki bende bin tane gam var ve bunu paylaşabileceğim bir tane dert ortağım yok.)

HENÜZ
Âlem oldu şâd senden men esîr-i gam henûz
Âlem etdi terk-i gam mende gam-ı âlem henûz
(Âlem, senin lutfunla mutlu oldu. Bense hâlâ senin gamının esiriyim. Âlem gamı terk etti. Âlemin gamını ise hâlâ ben çekiyorum.)
Can bağışlardı lebün izhâr-ı güftâr eyleyüp
Urmadan Îsâ lebi cân-bahşlıkdan dem henûz
(Hz. İsa’nın dudağı henüz konuşup can vermekten bahsetmeden önce, senin dudağın söz söyleyerek can bağışlardı. )
Secde-gâh etmişdi ışk ehli kâşun mihrâbını
Kılmadan hayl-ı melâ’ik secde-i dem henûz
(Ey sevgili! Henüz melekler Hz. dem’e secde etmeden, âşıklar senin kaşının mihrabına secde ediyorlardı. )
Câna derdün cisme peykânun revân etmişdi hükm
Cism ile cân irtibâtı olmadan muhkem henûz
(Ey sevgili! Henüz cisim, cana sıkı sıkıya bağlanmadan; cana senin derdin cisme de senin aşkının temreni hâkim olmuştu.)
Eşk sarf eyler felekden kâm hâsıl kılmağa
Bu güher kadrini bilmez dîde-i pür-nem henûz
(Göz, felekten arzusunu elde etmek için, gözyaşını döküyor. Hâlbuki o, inci gibi değerli gözyaşlarının değerini bilmiyor.)
Perde-i çeşmüm makâm etmişdi bir tersâ-beçe
Olmadan mehd-i Mesîhâ dâmen-i Meryem henûz
(Henüz Hz. Meryem’in eteği, Hz. İsa’ya beşik olmadan, bir Hristiyan çocuğu gözümün perdesinde makam tutmuştu.)
Ey Fuzûli eyledi her derde dermân ol tabîb
Bir menüm derdümdür ancak bulmayan merhem henûz
(Ey Fuzûlî! Sevgili, her derde derman buldu. Merhem bulunmayan bir dert olarak sadece benim yaram kaldı. )
– – –
Dehenin derdüne dermân dediler cânânun
Bildiler derdümi yohdur dediler dermânun
(Sevgilinin, insanın maddî varlığını yok edip fenaya ulaştıran ağzı için, derde derman dediler. Benim derdimin aşk derdi olduğunu anlayınca da, senin derdinin dermanı yoktur, dediler. )
Olsa mahbûbların ışkı Cehennem sebebi
Hûr u gılmânı kalur kendisine Rıdvân’un
(Dünyada güzelleri sevmek eğer insanları Cehennem’e götürecek bir sebepse, Cennet’teki huriler ve hizmetkârlar, Cennet’in bekçisi olan Rıdvan isimli meleğe kalacak demektir. )
Geçdi meyhâneden il mest-i mey-i ışkun olup
Ne meleksen ki harâb itdün evin şeytânun
(İnsanlar senin aşkının şarabı ile sarhoş oldular ve meyhaneden vazgeçtiler. Sen nasıl bir meleksin ki şeytanın evini harap ettin. )
Urmazam sıhhat içün merhem ohun yarasına
İsterem çıhmaya zevk-i elem-i peykânun
(Sevgiliden gelen bakış oklarının oluşturduğu yaraya iyileşmesi için asla merhem sürmem. Ey sevgili! Senin bakış okunun temreninden kaynaklanan elemin zevki hiç bitmesin isterim. )
Ne bilür okumayan Mushaf-ı hüsnün şerhin
Yere gökden ne içün indiğini Kur’ân’un
(Ey sevgili! Senin güzellik Mushaf’ının şerhini okumayan kişi, Kur’ân-ı Kerîm’in gökten yere niçin indiğini nasıl bilebilir ki?)
Yerden ey dil göge kavmuşdu sirişküm melegi
Anda hem koymayacakdur oları efgânun
(Ey gönül! Gözyaşım, meleği gökten yere kovmuştu. Benim feryat ve figanım da onları orda bırakmayacaktır. )
Ey Fuzûlî olubem garka-i gird-âb-ı cünûn
Gör ne kahrın çekerem döne döne devrânun
(Ey Fuzûlî! Delilik girdabına batıyorum. Bu devranın kahrını nasıl döne döne çekiyorum. )

CANIM EFENDİM
Perîşân-hâlün oldum sormadun hâl-i perîşânum
Gamundan derde düşdüm kılmadun tedbîr-i dermânum
Ne dersen rûzgârum beyle mi geçsün güzel hânum
Gözüm cânum efendim sevdüğüm devletlü sultânum
(Ey sevgili! Senin aşkından dolayı perişan hâllere düştüm, fakat sen benim bu hâlimi hiç sormadın. Senin gamından dolayı derde düştüm; sen, bana hiç derman olmadın. Benim güzel sultanım, ne dersin, benim zamanım böyle mi geçsin? Gözüm, canım efendim, sevdiğim, devletli sultanım.)
Esîr-i dâm-ı ışkun olalı senden vefâ görmen
Seni her kanda görsem ehl-i derde âşinâ görmen
Vefâ vü âşinâlık resmini senden revâ görmen
Gözüm cânum efendim sevdüğüm devletlü sultânum
(Ey sevgili! Aşkının tuzağının esiri oldum olalı, senden hiç vefa görmedim. Seni her nerede görürsem göreyim, dert ehli âşıklara yakın olduğunu görmedim. Vefa ve dostluk usûlünü sana asla reva görmem, asla senden böyle davranışlar beklemem. Gözüm, canım efendim, sevdiğim, devletli sultanım.)
Değer her dem vefâsız çerh yayından bana bin oh
Kime şerh eyleyem kim mihnet ü endûh u derdüm çoh
Sana kaldı mürüvvet senden özge hîç kimsem yoh
Gözüm cânum efendim sevdüğüm devletlü sultânum
(Vefasız dünyanın yayından bana her zaman binlerce ok değer. Derdim, kederim, üzüntüm o kadar çok ki hâlimi kime anlatayım. Ey sevgili! Mürüvvet sana kaldı, benim senden başka hiç kimsem yok. Gözüm, canım efendim, sevdiğim, devletli sultanım.)
Gözümden dem-be-dem bağrum ezüp yaşum kimi gitme
Seni terk itmezem çün ben beni sen dahi terk itme
İyen hem zâlim olma ben gibi mazlûmı incitme
Gözüm cânum efendim sevdüğüm devletlü sultânum
(Ey sevgili! Gözümden sürekli akan ve bağrımı ezerek giden gözyaşım gibi sen de gitme. Ben seni asla terk etmem, ne olur sen de beni terk etme. Sen zâlim olma, benim gibi bir mazlumu incitme. Gözüm, canım efendim, sevdiğim, devletli sultanım.)
Katı gönlün neden bu zulm ile bî-dâdâ râgıbdur
Güzeller sünneti olmaz cefâ senden ne vâcibdür
Senün tek nâzenîne nâzenîn işler münâsibdür
Gözüm cânum efendim sevdüğüm devletlü sultânum
(Ey sevgili! Senin taş kalbin zulme ve adaletsizliğe meyillidir. Cefa etmek, güzellerin âdeti değildir. Senden neden sürekli cefa zuhur ediyor? Senin gibi nazlı bir güzele, nazikçe işler yaraşır. Gözüm, canım efendim, sevdiğim, devletli sultanım.)
Nazar kılmazsan ehl-i derd gözden ahıdan seyle
Yamanlıkdur işün uşşâk ile yahşi midür beyle
Gel Allah’ı seversen bendene cevr itme lûtf eyle
Gözüm cânum efendim sevdüğüm devletlü sultânum
(Ey sevgili! Sen dert ehli âşıkların gözünden akıttıkları yaşa bakmıyorsun. şıklara olan davranışların çok fena, bu sence güzel bir durum mu? Eğer Allah’ı seviyorsan ben kuluna bu kadar cevretme, bana lutfet. Gözüm, canım efendim, sevdiğim, devletli sultanım.)
Fuzûlî şîve-i ihsânun ister bir gedâyundur
Dirildükçe seg-i kûyun ölende hâk-i pâyındur
Gerek öldür gerek ko hükm hükmün rây râyındur
Gözüm cânum efendim sevdüğüm devletlü sultânum
(Fuzûlî, senin kapında iyilik cilveni isteyen bir dilencidir. Dirildiğinde senin mahallenin köpeği, öldüğünde ise senin ayağının toprağıdır. İster öldür ister sağ bırak, hüküm senin hükmün, karar senin kararındır. Gözüm, canım efendim, sevdiğim, devletli sultanım.)
Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
 

hakansen967

  • Vip Üye
  • *****
  • İleti: 3617
  • Etkinlik:
    2.6%
  • Tesekkur Edildi: 856 kez
  • Rep Puanı: 574
  • Cinsiyet: Bay
    • ilahisözleri.net
Ynt: Serdar Tuncer - Şiir Medeniyeti 2017 Nette İlk
« Yanıtla #33 : 18 Aralık 2021, 23:38:59 »
TENHALARA SALDIN BENİ
Hattum hisâbın bil didün gavgâlara saldun beni
Zülfüm hayâlin kıl didün sevdâlara saldun beni
(Ey sevgili! “Yüzümdeki ayva tüylerinin hesabını bil.” dedin, kavgalara saldın beni. “Sadece benim saçlarımı hayal et.” dedin, sevdalara saldın beni.)
Geh âb-veş giryân idüp geh bâd-veş pûyân idüp
Mecnûn-ı ser-gerdân idüp sahrâlara saldun beni
(Bazen su gibi ağlar bir vaziyete getirdin bazen de başı dönmüş bir Mecnûn hâline getirip rüzgâr gibi çöllere saldın beni.)
Vaslum dilersin çün didün lutf idüben olsun didün
Yarın didün bir gün didün ferdâlara saldun beni
(“Sen bana kavuşmayı istiyorsun.” dedin, lutfedip bunu dedin. “Yarın” dedin “bir gün” dedin, ferdalara saldın beni. )
Yûsuf gibi izzetde sen Ya’kûb-veş mihnetde ben
Dil sâkin-i Beytü’l-hazen tenhâlara saldun beni
(Ey sevgili! Sen Hz. Yûsuf gibi yüce bir mevkidesin, bense Hz. Yakub gibi sıkıntı çekiyorum. Gönlüm (Hz. Yakub’un Hz. Yûsuf’a olan hasretinden dolayı ağlayıp inlediği) hüzünler kulübesinin sakini gibi oldu. Beni tenhalara saldın. )
Bâkî-sıfat virdün elem itdün gözüm yaşını yem
Kıldun garîk-i bahr-i gam deryâlara saldun beni
(Ey sevgili! Gözyaşını yem ederek Bâkî gibi sıkıntı verdin. şığını gam denizine daldırdın, deryalara saldın beni.)
* * * * *
Sûz-ı aşkunla kaçan kim dilden âh u zâr olur
Âh dûd u dûd ebr ü ebr âteş-bâr olur
(Ey sevgili! Senin aşkının yakıcılığından dolayı gönlüm her zaman yanıp yakılıyor. Ahım duman, dumanım bulut, bulut da ateş yağdırır bir hâle geliyor. )
Aksa eşküm dîdeden ol gevher-i nâ-yâb içün
Eşk seyl ü seyl yem yem pür-dür-i şehvâr olur
(Bulunamayan cevher için gözümden yaşlar aksa; gözyaşı sel, sel tuzak, tuzak da şahlara yakışır bir inci olur.)
Yansa dâğ-ı sînem üzre hasret-i haddünle nâr
Nâr nûr u nûr hûr u hûr pür-envâr olur
(Ey sevgili! Gönlümün yarası senin yanağının hasretinin ateşiyle yansa; ateş nur, nur huri, huri de nurla dolmuş bir hâle gelir. )
Kûhdan geçse gam-ı zülfünle âhum sarsarı
Kûh deşt ü deşt bâğ u bâğ sünbül-zâr olur
(Benim ahımın rüzgârı, sevgilinin saçlarının gamıyla dağdan geçse; dağ çöl, çöl bağ, bağ da sümbül bahçesi olur.)
Goncaya baksa lebünsüz çeşm-i Bâkî bir nazar
Gonca berg ü berg hâr u hâr hançer-dâr olur
(Bâkî’nin gözleri senin dudağını bırakıp bir an goncaya nazar etse; gonca yaprak, yaprak diken, diken de bir hançer hâline gelir.)

DERDİNE DERMAN İSTEMEZ
Var mı bir dîvâne kim geşt-i beyâbân istemez
Uzlet idüp halkdan bir beyt-i ahzân istemez
(Hangi deli vardır ki çölde gezip dolaşmak istemez. Halktan uzak bir yerde, (Hz. Yakub’un Hz. Yûsuf’a olan hasretinden dolayı ağlayıp inlediği) hüzünler evini kim istemez.)
Fakr küncin ihtiyâr itdi şu kim kâni’ olur
Şem’ası şems olsa bakmaz tâk-ı eyvân istemez
(Eğer bir kimse fakirlik mülkünü tercih etmişse o kimse kanaatkâr olur. Fitili güneş olsa da bakmaz. Çardağın tâkını istemez.)
Dûd-ı âhın serv idüp kanlu yaşın gülşen bilen
Eylemez serve nazar seyr-i gülistân istemez
(Ahın dumanını servi ağacı gibi uzatıp, fazlaca ağlamaktan dolayı kan şeklinde akan gözyaşlarını gül bahçesi olarak bilen kişi; servi ağacına da bakmaz, gül bahçesinde gezmeyi de istemez. )
Hoş gelür ana rebâb âvâzesi gavgâsı yok
Pâdişâh-ı aşk olanlar kûs-ı hâkân istemez
(Ona, rebabın sesi hoş gelir, hiçbir kavgası yoktur. Aşkın padişahı olanlar, sultanın davulunu, eğlencesini istemezler.)
Derd-i yâr ile şunun kim başı hoşdur Bâkıyâ
Ölmeğe cânlar virür derdine dermân istemez
(Ey Bâkî! Eğer bir kimsenin yârin derdi ile başı hoşsa, bundan mutlu ise, ölmeye canını verir ve bu derde asla derman istemez. )
* * * * *
N’ola gelse dil-i mecrûha derd-i dil-rübâdan haz
İder haste ne denlü nâ-ümîd olsa devâdan haz
(Âşığın yaralanmış gönlüne, gönül hırsızı sevgiliden bir haz gelse ne güzel olur. Bir hasta her ne kadar ümitsiz olsa da elbette devadan hazzeder.)
Gam-ı aşkun cihân mülkinde buldum şâdmân oldum
Kişi gurbet diyârında idermiş âşinâdan haz
(Ey sevgili! Bu dünya mülkünde ben senin aşkının gamını buldum ve onunla mutlu oldum. İnsan en çok gurbetteyken dosttan hazzeder, mutlu olur.)
Safâ-yı câm-ı la’lünden ne hâlet kesb ider sûfî
Ki tab’-ı bî-mezâk itmez şarâb-ı dil-güşâdan haz
(Ey sevgili! Senin içeni ölümsüzlüğe ulaştıran dudağının şarabının safasından ham sofu ne anlayabilir ki? Damak tadı olmayan bir kişi elbette senin gönüller açan şarabından bir haz almaz.)
Be-her takdîr olur mâ’il güzeller âşık-ı zâra
Tabîb olanlar elbette iderler mübtelâdan haz
(Her zaman güzellerin ağlayıp inleyen âşıklara meyilli olmaları takdir olunmuştur. Tabip olanlar elbette hastalarının çok olmasından haz alırlar.)
Çerâğ-ı mâh-ı hüsnün karşu tutma çeşm-i ağyâra
Gözüm nûrı ne denlü eyleye a’mâ ziyâdan haz
(Ey sevgili! Güzellik ayının ışığı olan kendini yabancıların gözüne gösterme. Ey gözümün nuru sevgili! Kör olan kişi ışıktan ne anlar ki?)
İlâhî tab’-ı Bâkîden rüsûm-ı gayrı mahv eyle
Ki asla kalmaya kalbinde nakş-ı mâ-sivâdan haz
(Ey Allah’ım! Kulun Bâkî’nin tabiatında, senden başka ne varsa yok et. Böylelikle o, Allah’tan gayrı hiçbir şeyden haz almaz olsun.)

İŞTE SEN İŞTE BEN
Açıl bâğun gül ü nesrîni ol ruhsârı görsünler
Salın serv ü sanavber şîve-i reftârı görsünler
(Ey bahçenin gülü ve nesrini! Siz bir çekilin de gül yanaklı sevgili görünsün hele. O sevgili, servi ağacı gibi uzunca boyuyla şöyle bir salınsın da insanlar yürüyüş edası nasıl oluyormuş görsünler. )
Kapunda hâsıl itdi bu devâsuz derdi hep gönlüm
Ne derde mübtelâ oldı dil-i bîmârı görsünler
(Ey sevgili! Benim gönlüm bu devası olmayan aşk derdine senin kapında tutuldu. Bu gönlü hasta olan âşık nasıl bir derde tutulmuş görsünler. )
Açıldı dâğlar sînemde çâk itdüm girîbânum
Mahabbet gül-şeninde açılan gül-nârı görsünler
(Ben gönlümü yardım, böylece içimdeki yaralar görülür hâle geldi. İnsanlar, gül bahçesi gibi olan gönlümdeki narçiçeğine benzeyen yaraları görsünler.)
Ten-i zârumda pehlûm üstühânı sayılur bir bir
Beni seyr itmeyen ahbâb mûsîkârı görsünler
(Benim zayıf, dermansız tenime yanımdan bakanlar kemiklerimin bir bir sayıldığını görecektir. Beni görmeyen dostlar ise, neye benzeyen ve birçok düdükten yapılmış olan musikar isimli çalgıya baksınlar.)
Güzeller mihribân olmaz dimek yanlışdur ey Bâkî
Olur va’llâhi bi’llâhi hemân yalvarı görsünler
(Ey Bâkî! Güzeller sevgi ve şefkat dolu olmaz demek yanlıştır. Vallahi de billahi de olurlar, yeter ki yalvarmayı/parayı görsünler.)
Bir lebi gonca yüzi gül-zâr dirsen işte sen
Hâr-ı gamda andelîb-i zâr dirsen işte ben
(Bir gonca ağızlı ve yüzü gül bahçesi gibi güzel dersen, işte sen. Gam dikeninde ağlayıp inleyen bir bülbül dersen, işte ben. )
Lebleri mül saçları sünbül yanağı berg-i gül
Bir semen-ber serv-i hoş-reftâr dirsen işte sen
(Dudakları, içeni fenaya ulaştıran şarap, saçları kıvrımlı, yanağı gül yaprağı, göğsü yasemin beyazlığında, salınarak yürüyen dersen, işte sen.)
Pâyine yüzler sürer her serv-i dil-cünûn revân
Su gibi bir âşık-ı dîdâr dirsen işte ben
(Servi boylu güzellerin ayaklarına su gibi yalvararak yüz süren, güzel yüzlülere âşık ararsan, işte ben.)
Zülfi sâhir turrası tarrâr şuh-ı şîve-kâr
Çeşmi câdû gamzesi mekkâr dirsen işte sen
(Saçı, insanı büyüleyen, alnına kadar gelen kıvrım kıvrım saçları bir yankesici gibi gönlü alıveren; nazlı, şuh, gözleri cadılık yaparak yan bir bakışıyla insanları aldatan kim dersen, işte sen. )
Fürkatünde teşne-leb hâtır-perîşân haste-dil
Künc-i gamda bî-kes ü bîmâr dirsen işte ben
(Senden ayrıldığı için gönlü perişan olmuş, yaralanmış, susamış bir dudak; gam köşesinde kimsesiz ve hasta kimdir dersen, işte ben. )
Gözleri sabr u selâmet mülkini târâc ider
Bir amânsuz gamzesi Tâtâr dirsen işte sen
(O sevgilinin gözleri selâmet mülkünü yağmalar. Yan bakışı Tatar ordusu gibi biri varsa, işte sen.)
Bâkıyâ Ferhâd ile Mecnûn-ı şeydâdan bedel
Âşık-ı bî-sabr u dil kim var dirsen işte ben
(Ey Bâkî! Ferhat ile çılgın Mecnûn’u aratmayan, onlara bedel, sabrı tükenmiş ve gönlü hoş bir âşık ararsan, işte ben.)

SÖYLEN SÖYLESİN
Söylemez küsmiş bana cânâne söylen söylesün
N’eyledüm ol yâr-ı âlî-şâne söylen söylesün
(O sevgili bana küsmüş, benimle konuşmuyor. Ona söyleyin de benimle konuşsun. Ben, şanı yüce olan o sevgiliye ne yaptım? Ona söyleyin de benimle konuşsun.)
Nâz ile güftâre gelmezse helâk eyler beni
Ol cefâ vü cevri bî-pâyâne söylen söylesün
(O sevgili, nazlı bir eda ile benimle konuşmazsa ben helâk olurum. O eza ve cefası sonsuz sevgiliye söyleyin de benimle konuşsun. )
Derd-i aşkı gayrıdan sorman ne bilsün çekmeyen
Anı yine âşık-ı nâlâne söylen söylesün
(Aşk derdini yabancılara sormayın, bu derdi çekmeyen nereden bilsin? O derdi, ağlayıp inleyen bir âşığa sorun da size nasıl bir dert olduğunu anlatsın. )
Hâr zahmından neler çekdüğümi gülzârda
Bâgbân-ı bülbül-i giryâne söylen söylesün
(Gül bahçesinde, dikenlerin beni yaralamasından dolayı neler çektiğimi, bahçede ağlayan bülbüle sorun da size söylesin. )
Bâkıyâ din durmasun güftâra tâkat var iken
Vaktidür ol husrev-i devrâne söylen söylesün
(Ey Bâkî! Sevgilide konuşmaya takat var iken durmasın konuşsun. Vakti gelmiştir, devranın padişahı olan sevgiliye söyleyin de benimle konuşsun. )
* * * * *
Tesellî virmez ey dil derdün ol cânâne söylersin
Açılmaz sana gûyâ gonca-i handâne söylersin
(Ey gönül! O sevgili senin derdine bir teselli vermez. Ona neden anlatıyorsun? Gülen, açılmış bir goncaya benzeyen sevgili seninle konuşmaz, çaban boşuna. )
Varup Mecnûn gibi âhun kemendin salma sahrâya
Ol âhû sana sayd olmaz ‘abes yâbâne söylersin
(Ey âşık! Sakın Mecnûn gibi ahının kemendini çöllere salmayasın. O ceylân gözlü sevgili sana av olmaz, boştan yere, yabana söyleyip durursun.)
Koyup tesbîh-i mercânı seni kim dinler ey vâ’iz
Mufassal kıssa başlarsın garîb efsâne söylersin
(Ey vaiz! Sevgilinin insanı yokluğa ulaştıracak olan dudağını anmayı bırakıp da seni kim dinler? Her şeyi ayrıntılı bir şekilde anlatmaya başlarsın, garip efsaneler söylersin, ama boşuna. )
Anun’çün gonca-i gül râzın açmaz sana ey bülbül
Hezârân hem-zebânun var çıkar yârâne söylersin
(Ey bülbül! Gül goncası sana sırrını açmaz. Binlerce dostun var, sen sevgiliye ne söyleyebilirsin ki?)
Yanup yakılmag ister kimse yok yanunca ey Bâkî
Hadîs-i aşk-ı âlem-sûz-ı yâri ya ne söylersin
(Ey Bâkî! Yanıp yakılacak, seninle birlikte derdine yanacak hiç kimse yok. Sevgilinin dünyaları yakan aşkının haberini bırakıp da neden bahsediyorsun?)
* * * * *
Olmayaydum âleme aşkunla rüsvâ kâşkî
Gülmeyeydi hâlüme hecründe a’dâ kâşkî
(Ey sevgili! Keşke senin aşkından dolayı âleme rezil olmasaydım. Keşke, düşmanlar senden ayrıldığım için düştüğüm duruma gülmeselerdi.)
Zâhide aşkun gamın hem-hâl sandum söyledüm
Kılmayaydum derdümi bî-derde ifşâ kâşkî
(Aşkın gamını, bu işleri bilir diye zahide söyledim. Keşke, dertten nasibi olmayan ham sofuya derdimi ifşa etmeseydim.)
Bend-i zülfünden ne mihnet çekdüğin bilsen gönül
Başuna kâkül gibi düşse bu sevdâ kâşkî
(Ey gönül! O sevgilinin saçının zincirinden dolayı neler çektiğimi bir bilsen. Bu sevda senin de başına kâkül gibi düşse keşke.)
Gam çeken mâl ü metâ’-ı dehr-i bî-bünyâd içün
Neydüğin bilse me’âl-i hâl-i dünyâ kâşkî
(Aslı-esası olmayan bu dünyanın malı mülkü için gam çeken kimse, dünyadaki hâlimizin anlamının ne olduğunu bilseydi keşke.)
Aşk ile ser-mest olan bilmez dü âlemden haber
Ana hergiz olmasa dünyâ vü ukbâ kâşkî
(Aşk ile sarhoş olan kişi, her iki dünyayı da bilmez. O kişiye, dünya da ahiret de olmasa keşke. )
Câm-ı aşkun cür’asın kılsan bu bezm ehline feyz
Sulha müncer olsa bu bîhûde gavgâ kâşkî
(Aşk kadehinin dibindeki tortuyu, bu meclisteki kişilere feyiz olarak sunsan da bu gereksiz kavga, barışla neticelense keşke. )
Mahrem-i esrâr-ı ma’nâ hem-zebân-ı hâl yok
Aşk sırrın kılmasan Bâkî hüveydâ kâşkî
(Mânâ sırlarının mahremi, aynı hâli paylaşan, aynı dili konuşan bir dost yok. Ey Bâkî! Aşkın sırlarını bu kadar açık bir şekilde söylemeseydin keşke.)

BİR HOŞ SADA İMİŞ
Sâkıyâ kalmaz imiş çünki bu sohbet bâkî
Mey-i gül-gûn içelüm bâde-i cennet bâkî
(Ey bizlere aşk kadehi sunan saki! Bu sohbet sonsuza dek devam etmez. Gül renkli aşk şarabını içelim. Cennet kadehi sonsuza dek kalıcıdır.)
Hâbda almış idüm bûs-ı leb-i cânânı
Cân dimağında dahi şimdi o lezzet bâkî
(Sevgilinin insanı fenaya ulaştıran öpücüğünü uykuda almıştım. Benim can dimağımda o lezzet hâlâ duruyor.)
Beni öldürdi firâkun meded ey dost yitiş
Hele bir pâre dahi tende harâret bâkî
(Ey sevgili! Beni senin ayrılığın artık öldürdü, gel yetiş. Öyle bir durumdayım ki tenimde bir parça bile olsun hararet kalmadı.)
Ağlamazdum bu kadar zâr u zebûn olduğuma
Kalsa bir pâre gamun çekmeğe tâkat bâkî
(Ey sevgili! Eğer tenimde senin gamını çekmek için bir parça takatim olsaydı; ben, inlemelerime ve düşkün oluşuma ağlamazdım, senin gamını çekerdim.)
Bâkî ölsün yoluna pâdişehüm sen sağ ol
Baht pâyende Hudâ yâr sa’âdet bâkî
(Ey benim padişahım olan sevgili! Bâkî senin yolunda ölsün, yeter ki senin canın sağ olsun. Bahtın sürekli açık, Allah yârin olsun; mutluluğun da sonsuza dek devam etsin.)
* * * * *
Dilâ cihânı şirişkümle pür-şarâb itdün
Behey harâb olası âlemi harâb itdün
(Ey gönül! Gözyaşımla dünyayı şarapla dolu bir hâle getirdin. Be hey! Harap olası dünyayı harap ettin.)
Şarâb sohbetin illerle eyledün vardun
Firâkun âteşine bağrumı kebâb itdün
(Şarap sohbetini gittin yabancılarla yaptın. Ayrılığın ateşiyle de benim bağrımı âdeta kebap hâline getirdin.)
Ne sende mihr ü vefâ var ne bende sabr u karâr
O yok bu yok ne aceb bizden ictinâb itdün
(Ey sevgili! Ne sende sevgi ve şefkat var ne de bende sabırlı ve metanetli bir duruş. O yok, bu yok. Ey sevgili! Sen bizden neden bu kadar sakınıyor, kendini gizliyorsun. )
Şemîm-i nâfe-i hâlinden ey nesîm-i seher
Dimâğ-ı âlemi pür-bûy-ı müşg-i nâb itdün
(Ey seher rüzgârı! Sevgilinin içine misk kokusu koyulan keseye benzeyen beninin kokusuyla âlemin dimağını baştan ayağa tertemiz ve saf bir şekilde kokar hâle getirdin. )
Saçı kelâmın o denlü uzatdun ey Bâkî
İki sahîfe yiri başka bir kitâb itdün
(Ey Bâkî! Sevgilinin saçına dair olan bahsi o kadar uzattın ki, iki sayfada anlatabileceğin şeyi, bir kitap hâline getirdin. )
* * * * *
Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i hümâ imiş
İklîm-i hüsne anun içün pâdişâ imiş
(O sevgilinin siyah saçı hüma kuşunun gölgesi gibiymiş. O sevgili ondan dolayı güzellik ülkesinin padişahı imiş.)
Bir secde ile kıldı ruh-ı âfitâbı zer
Hâk-i cenâb-ı dûst aceb kîmyâ imiş
(Dostun mübarek toprağı acaba nasıl bir kimya imiş ki bir secde ile güneşin yanağını altın hâline getirdi?)
Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
(Sesini bu dünyaya Hz. Davut gibi sal. Ey Bâkî! Bu gökkubbede kalan yalnızca bıraktığın bir hoş sada imiş / Bu gökkubbede sonsuza kadar kalıcı olan yalnızca bıraktığın bir hoş sada imiş.)
Görmez cihânı gözlerümüz yâri görmese
Mir’ât-ı hüsni var ise âlem-nümâ imiş
(Bizim gözlerimiz sevgiliyi görmedikten sonra dünyayı hiç görmez. O sevgilinin güzelliğinin aynası var ise o ayna dünyanın tamamını gösteren bir hüviyette imiş.)
Zülfün esîri Bâkî-i bî-çâre dostum
Bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş
(Ey sevgili! Bâkî, senin saçının esiri olmuş. Senin saçın, bir belâ ipliğinin esirine mübtelâ imiş. )

HALİ ALEM BÖYLEDİR
Pür-hevâdur ney gibi aşkunla tab’-ı pür-heves
Derd-i dilden bâ-haber âlemde yok bir hem-nefes
(Ey sevgili! Senin aşkınla heveslerle dolu tabiatım ney gibi havayla dolmuş durumda. Dünyada gönlümüzün gamından haberdar olan bir dost kalmamış.)
Çâk çâk itsün beni şemşîr-i gamzen şâne-veş
Zülfüne tek âkıbet olsun müyesser dest-res
(Sevgilin yan bakışından ortaya çıkan kılıçlar tarak gibi beni parça parça etsin. Tek, senin zülfün işin sonunda muradına ersin.)
Aşkunun deryâsına nisbet vücûd-ı kâ’inât
Mevc-i bahr-i bî-kerân üzre bir avuç hâr u has
(Ey sevgili! Bu kâinat senin aşkının deryasına nisbetle, ucu bucağı olmayan bir denizin dalgası üzerindeki bir avuç çer çöp gibidir.)
Âkil oldur gelmeye dünyâ metâ’ından gurûr
Müddet-i devr-i felek bir demdür âdem bir nefes
(Dünya malından mülkünden dolayı kibirlenmeyen insan akıllı bir insandır. Felek belli bir müddet döner. Bu dönüşte, insan alıp verdiği bir nefesten ibarettir. )
Devr elinden Bâkıyâ gam çekme âlem böyledür
Gül nasîb-i hâr u has bülbül giriftâr-ı kafes
(Ey Bâkî! Bu dünyada yaşadığın sıkıntılardan dolayı kederlenme. Bu âlem böyledir. Gülün nasibine çer çöp düşer, bülbül ise kafesin içinde tutsak kalmıştır. )
* * * * *
Hâl-i âlem ezelî böyle perîşân ancak
Kimi handân kimi giryân kimi nâlân ancak
(Bu dünyanın hâli ezelden beri böyle perişan, dağınık. Kimi güler kimi ağlar kimi de inler ancak. )
Kimisi bülbül-i nâlân-ı gül-i ârız-ı yâr
Kimi pervâne-i şem’-i ruh-ı cânân ancak
(Kimi sevgilinin yanağının gülünün inleyen bir bülbülü kimi de sevgilinin yanağının mumuna can vermek için yanıp yakılan pervane ancak.)
Bu cihân kimine kasr-ı tarâb u ayş u safâ
Kiminün mihnet ile başına zindân ancak
(Bu dünya kimi için yeme, içme, eğlenme sarayı; kimi için de sıkıntılar içerisinde geçirilen bir hapis hayatı gibidir ancak.)
Pây-mâl olmada âhir şütür-i gerdûna
Pâdişâh ile gedâsı hele yeksân ancak
(Dünya devesi işin sonunda ayaklar altına alınmada. Padişahla dilenci netice itibariyle birdir ancak.)
Bâkıyâ hânkâh-ı âlem-i hayretde hemân
Her gelen kimse bu esrâr ile hayrân ancak
(Ey Bâkî! Herkes hayret ederek bu âlem tekkesini izliyor. Bu dünyaya her gelen bu sır ile hayran ancak.)

EY GÖNÜL
Gül gibi olmak dilersen şâd u hurrem ey gönül
Lâle-veş elden düşürme câmı bir dem ey gönül
(Ey gönül! Eğer gül gibi mutlu mesut olmak istersen, lâle gibi bir an bile olsun elinden kadehi düşürme.)
Devr elinden kâse kâse yutduğum kanlardur ol
Katre katre tamlayan gözden dem-â-dem ey gönül
(Ey gönül! Gözümden durmaksızın akan, damlayan yaşlar, devrin elinden kâse kâse yuttuğum kanlardır.)
Devlet-i dünyâ içün hergiz ne gam-gîn ol ne şâd
Ber-karâr olmaz bilürsin hâl-i âlem ey gönül
(Ey gönül! Bu dünyanın saltanatı için asla ne mutlu ne de hüzünlü ol. Bilirsin bu dünyada insanın hâli aynı kalmaz, değişip durur.)
Gülşen-i kûyında me’vâ bulsa ol hûrî-veşün
İhtiyâr eyler mi bâğ-ı huldi âdem ey gönül
(Ey gönül! O huriye benzeyen sevgilinin diyarının gül bahçesinde Me’vâ Cennet’ini bulsa, insan bakilik bağını hiç tercih eder mi?)
Devr ider Bâkî-sıfat hurşîd o mâhun menzilin
Aşk ser-gerdânıdur Allâhu a’lem ey gönül
(Ey gönül! Güneş, aynı Bâkî gibi o ay yüzlü sevgilinin menzilini döner durur. Allah en doğrusunu bilir ya büyük ihtimalle güneş de sevgilini aşkından dolayı sarhoş olmuştur.)
* * * * *
Dilâ bezm-i cihânda kimse âhir pây-dâr olmaz
Müdâm elden koma ayağı fursat ber-karâr olmaz
(Ey gönül! Bu dünya meclisinde hiç kimse kalıcı değil. Fırsatın varken kadehi elinden bırakma. Çünkü fırsat her zaman ele geçmez.)
Sakın Mecnûnı sanman ehl-i aşkun ihtiyârıdur
Güzel sevmekde zîrâ kimseye hîç ihtiyâr olmaz
(Siz sakın Mecnûn’u âşıkların tercihi zannetmeyin. Zira güzel sevmek hususunda hiç kimsenin elinde tercih etme şansı yoktur.)
Kenâr itsem diyen ol gevheri ka’r-ı yem-i gamdan
Kenâra çıkmasun hergiz ki gevher der-kenâr olmaz
(Ey gam denizinin dibinde, o cevheri bir kucaklasam diyen kişi! Sakın kıyıya çıkma, zira cevher asla kenarda bulunmaz. )
Ne kanlar ağların hecrinde yârun derd-i fürkatden
Aceb bir dem mi vardur çeşm-i pür-hûn eşk-bâr olmaz
(Sevgiliden ayrılmış olmanın verdiği ıstıraptan dolayı kan ağlıyorum. Acaba, kanlarla dolu olan gözümün normal gözyaşı döktüğü bir an var mıdır?)
Ol âhûyı sana sayd ola sanma iltiyâmından
Önünce kaçar ammâ Bâkıyâ âhir şikâr olmaz
(Yaralanmış sevgili sakın sana av olur sanma. Önünden kaçıp gider ama hiçbir zaman sana av olmaz. )

SAKİYA MEDED
Ne sâkîdür lebün gam bezmine yaşum şarâb eyler
Ne âteşdür mahabbet odı kim bağrum kebâb eyler
(Ey sevgili! Senin dudağın öyle bir sakidir ki gam meclisinde gözyaşımı şarap olarak sunar. Muhabbet odu da öyle bir ateştir ki benim bağrımı kebap gibi yakar kavurur.)
Ne ser-keş servdür kaddün benüm ey nahl-i bûstânum
Cemâlün nûrına zülf-i şeb-âsâsın hicâb eyler
(Ey bahçemdeki fidan gibi ince ve uzun boylu sevgili! Senin boyun, inatçı bir servi ağacı gibidir. Senin güzelliğinin nurundan dolayı gece gibi olan saçın hicap eder, utanır.)
Na’îm-i vuslat ansam dûzah-ı hecre salar cânum
Bana bî-mûcib ol kaddi kıyâmet çok azâb eyler
(Kavuşma cennetine ermeyi ansam, sevgili canımı ayrılık Cehennem’ine salar. Kıyamet boylu sevgili bana sebepsiz yere çok azap ediyor.)
Hisâb olmaz benüm yolında cânlar virdüğüm ammâ
Bana bir bûse virse kendü yüz kerre hisâb eyler
(Ey sevgili! Benim, senin yolunda verdiğim canların hesabı olmaz; ama sen bana bir öpücük versen yüz kere hesap ediyorsun.)
Yitişgil ölmedin ey cân tabîbi dest-gîr ol kim
Bedenden cân-ı Bâkî turmayuben ıztırâb eyler
(Ey elimden tutacak olan tabip! Ben ölmeden yetiş. Bâkî’nin bedenindeki canı hiç durmadan ıstırap çekiyor.)
* * * * *
 
Eylesün la’lini dermân dil-i bîmâra meded
Dûstlar işte ben öldüm bana bir çâre meded
(O sevgili, hasta gönüllü âşıklara, la’l taşına benzeyen kırmızı dudağını medet olarak derman eylesin. Ey dostlar! Ben öldüm. O sevgili, bana bir çare bulsun, medet.)
Zahm-ı sînemden okun pârelerin hep alma
Tursun Allâhı seversen hele bir pâre meded
(Ey sevgili! Gönlümün yaralarından senin bakış oklarının parçalarının hepsini alma. Eğer Allah’ı seviyorsan ne olur o parçalardan biri dursun, medet.)
Güher-i câmı yitürdük bizi gam öldürüyor
Sâkıyâ gel bulı vir kanda ise ara meded
(Kadeh cevherini yitirdik, bizi gam öldürüyor. Ey bize aşk şarabı sunan güzel! O cevher her nerede ise ara, buluver, medet.)
İhtirâz itmedünüz aldılar elden câmı
Vâkıf itmen sakınun kimseyi esrâra meded
(Siz sakınmadınız, korkmadınız, sizin elinizden şarap kadehini aldılar. Sakının, herhangi bir kimseyi esrara/sırlara mübtelâ etmeyin, medet.)
Gice tenhâ işiği hâkine yüzler süreyin
Sakınun kimse haber virmesün ağyâre meded
(Ey sevgili! Gecenin tenhalığında senin eşiğinin toprağına yüzümü süreyim. Sakın, düşmanlara kimse haber vermesin, medet.)
Mededün kalmadı feryâd u figân eyleyecek
Sana kimden ire ey Bâkî-i bî-çâre meded
(Yardım isteyecek, feryat figan edecek durumun kalmadı. Ey çaresiz Baki! Sana kimden bir yardım ulaşacak?)

SEYRİ GÜLŞEN
Seyr-i gülşende ne hâsıl bile yâr olmayıcak
Şâh-ı gülden ne biter tâze bahâr olmayıcak
(Eğer sevgili seninle beraber değilse, gül bahçesinde gezmenin ne anlamı var? Güllerin şahı bahar mevsimi gelmeden önce biter mi hiç?)
Savt-ı mürgân-ı çemen âlemi tutdı gerçi
Mutrıbâ n’eyleyelüm nakş-ı nigâr olmayıcak
(Çimenlikteki kuşların sesi gerçi âlemi tuttu. Ey çalgıcı! Sevgili yanımda olmadıktan sonra ben eğlenceyi ne yapayım?)
Menzilin bâg-ı bihişt eylesen itmez ârâm
Cânda sabr u dil-i şeydâda karâr olmayıcak
(Eğer bir âşığın menzilini Cennet bahçesi de yapsan, canında sabır ve çılgın gönlünde karar olmadıktan sonra, o sükûn bulup, rahata eremez.)
Her gazâlun tek ü pû itmede ardınca gönül
Şâhlar eğlenemez sayd u şikâr olmayıcak
(Gönül, her bir ceylânın ardından koşup durmada. Şahlar av olmadan elbette eğlenemez.)
Bâkıyâ şâhid-i maksûd olur çihre-nümâ
Sâf u pâk âyine-i dilde gubâr olmayıcak
(Ey Bâkî! Senin amacının ne olduğunu belli eden şey yüzündür. Saf ve temiz gönül aynanda sakın toz olmasın. (Ey Bâkî! Senin saf ve temiz gönül aynanda herhangi bir toz olmadıktan sonra, amacının ne olduğunu belli eden şey elbette yüzün olacaktır.))
* * * * *
Bakmadı bâğa gönül yâr ile yâr olmayıcak
Akmadı su gibi gülzâre bahâr olmayıcak
(Gönül, yâr ile yâr olmadıkça bahçeye bakmadı. Bahar gelmeden de su gibi gül bahçesine akmadı.)
Ey ki deryâ-yı gam-ı aşkuna yok hîç kenâr
Bûse lutf eyle hele bârî kenâr olmayıcak
(Ey sevgili! Senin aşkının gamının denizinde hiç kıyı yok. Kucaklama yoksa da âşığına bari bir öpücük lutfeyle.)
Bî-hisâb itdi hatun âşıka cevri ammâ
Kimse da’vâ idemez rûz-ı şümâr olmayıcak
(Ey sevgili! Senin yüzündeki noktalar âşığa çok cefa etti. Bundan dolayı sevgiliyi hesap günü gelmeden kimse dava edemez, ondan hesap soramaz.)
Gül-şen-i kûyuna varmağa gönül yüz gereke
Gül-i ruhsâruna âşüfte hezâr olmayıcak
(Ey gönül! Sevgilinin diyarına varmak için insana yüz gerekir. Sevgilinin gül gibi yanağına, bülbül gibi aşufte olmadıktan sonra varılmaz.)
Bulmadı sa’y ile ser-menzil-i maksûda vüsûl
Himmet-i merd-i Hudâ sâlike yâr olmayıcak
(Eğer Allah dostunun yardımı sülûk ehli olan dervişe yâr olmazsa; o, arzu menzilinin başına, çalışıp çabalama ile kendi gayreti ile asla kavuşamaz.)
Tal’at-i şâhid-i ikbâl nümâyân olmaz
Sîne-i ehl-i safâ âyinedâr olmayıcak
(Eğer bir insana safa ehlinin, bir Allah dostunun gönlü ayna olmazsa, o saadete şahit olan yüzü, güzel günleri göremez. )
Olmaz ey Bâkî-i bî-dil ser-i a’dâ pâ-mâl
Yine sen tab’ semendine süvâr olmayıcak
(Ey kendi gönlünden vazgeçmiş olan Bâkî! Düşmanların başı, sen, tabiatının süratli ve çevik atına binmedikçe ayakları altına gelmeyecektir.)

SENİ RANA BİLİRİM
Âşık-ı bî-dillere cevr-i firâvân eyledün
Müstedâm ol dostum lutf itdün ihsân eyledün
(Ey sevgili! Kendini çok fazla önemsemeyen âşıklarına sıkıntıyı fazlaca çektiriyorsun. Ey sevgili! şıklara sıkıntı çektirerek onlara lutfediyorsun, bu lütuf ve ihsanına devam et.)
Âsmân-ı mihrüne âhum şirârıdur nücûm
Şu’le-i dâğ-ı derûnum mâh-ı tâbân eyledün
(Ey sevgili! Senin sevginden ibaret olan gökyüzünün yıldızı, benim ahımın kıvılcımlarıdır. Gönlümün yaralarının alevini parlak bir ay hâline getirdin.)
Gamzen okın çeşm-i fettânun yine almış ele
Şöyle benzer dostum kâfir müselmân eyledün
(Sevgili, bakış okunu ve fitneyle dolu olan gözünü yine ele almış. Dostum! Bu durum kâfiri Müslüman etmeye benziyor. )
Çıkmaz ağzundan haber sırr-ı nihân-ı vasluna
Âşıkun râzın derûn-ı cânda pinhân eyledün
(Ey sevgili! Sana kavuşmanın gizli sırrı ağzından çıkmaz. Çünkü sen âşığın sırrını tâ canında misafir ediyorsun.)
Bağrumı hûn eyledün şemşîr-i istiğnâ ile
N’eyledün hey âfet-i devrân yine kan eyledün
(Ey sevgili! İstiğna kılıcın ile benim bağrımı kanlı bir hâle getirdin. Ey bu devrin afeti! Ne yaptın, yine kan akıttın!)
Bâkîyi gül gibi handân itdün evvel lutf ile
Sonra döndün mübtelâ-yı hâr-ı hicrân eyledün
(Ey sevgili! Bâkî’yi önce gül gibi lutfunla güldürdün. Sonra da döndün ayrılık dikeninin tutkunu hâline getirdin.)
* * * * *
Ser-i kûyun sanemâ cennet-i a’lâ bilürin
Müntehâ kâmetüni Sidre vü Tûbâ bilürin
(Ey put gibi güzel sevgili! Senin yurdunu yüce bir Cennet makamı olarak kabul ederim. Uzun boyunu Sidre ve Cennet’teki Tuba ağacı olarak bilirim.)
Seni Yûsufla güzellikde sorarlarsa bana
Yûsufı bilmezin ammâ seni ra’nâ bilürin
(Ey sevgili! Hz. Yûsuf’a kıyasla senin güzelliğini bana sorarlarsa eğer; Hz. Yûsuf’u görmedim, bilmiyorum; ama seni güzel bilirim.)
Zâ’il olmaz heves-i zülf-i siyâhım dilden
Hâsıl olmayacağın gerçi bu sevdâ bilürin
(Ey sevgili! Bu sevdadan her ne kadar sonuç alamayacağımı bilsem de gönlümden senin siyah saçının hevesi gitmez. )
Bilmezin n’eyleye derd ü gam-ı cânâne bana
Ne müdârâya meded var ne müdâvâ bilürin
(Sevgilinin derdi, gamı bana ne yapacak bilmiyorum. Ne idare etmeye bir mecalim var ne de bir tedavi yolu biliyorum.)
Bâkıyâ gülşen-i firdevsi bana arz itme
Âsitânın ben anun menzil ü me’vâ bilürin
(Ey Bâkî! Firdevs’in gül bahçesini bana arz etme, bana anlatma. Ben o sevgilinin eşiğini varılacak son nokta, Me’vâ Cenneti olarak biliyorum.)

CAN TEŞNE CANAN TEŞNE
Âb-ı hayât-ı la’lüne ser-çeşme-i cân teşnedür
Sun cür’a-i câm-ı lebün kim âb-ı hayvân teşnedür
(Ey sevgili! Senin içeni ölümsüzlüğe ulaştıran dudağının hayat suyuna canım teşnedir. Ey sevgili! Sen dudağının kadehinin son damlasını sun. Çünkü senin dudağına âb-ı hayat suyunun bizzat kendisi bile susamıştır.)
Cân la’lin eyler ârzû yâr içmek ister kanumı
Yâ Rab ne vâdîdür bu kim cân teşne cânân teşnedür
(Ey sevgili! Benim canım, senin ulaşanı ölümsüzlüğe ulaştıran dudağını arzuluyor. Sen de kanımı içmek istiyorsun. Ey Rabb’im bu nasıl bir vadidir hem can hem de canan susamış bir hâlde.)
Âb-ı zülâl-i vasluna muhtâc tenhâ dil değül
Hâk üzre kalmış huşk-leb deryâ-yı ummân teşnedür
(Ey sevgili! Sana kavuşmanın verdiği ölümsüzlük suyuna muhtaç olan sadece benim gönlüm değil. Kurumuş dudaklarıyla toprağın üstünde kalmış herkes okyanusu arzular, ona susamıştır.)
Bezm-i gamında cân u dil yandı yakıldı sâkıyâ
Depret elün sür ayağı meclisde yârân teşnedür
(Ey maşuklarına aşk şarabı sunan saki! Senin gam meclisinde gönlüm ve canım yandı. Aşk meclisinde elini oynat, kadehi sür, zira bütün yârân senin aşk kadehine susamıştır.)
Cânâ zülâl-i vaslunı ağyâr umar uşşâk umar
Âb-ı sehâb-ı rahmete kâfir müselmân teşnedür
(Ey canım olan sevgili! Sana kavuşmayı yabancılar da âşıkların da umuyor. Çünkü yağmur bulutunun suyuna kâfir de müslüman da susamıştır.)
Giryân o Leylî-veş n’ola sahrâya salsa Bâkîyi
Mecnûnun âb-ı çeşmine hâk-i beyâbân teşnedür
(Sevgili, ağlayan Bâkî’yi çöllere salsa buna şaşılır mı hiç? Mecnûn’un gözyaşına, kurumuş çöl toprağı bile susamıştır.)
* * * * *
Dil-i mahzûna vuslatdan firâk-ı dil-rübâ yigdür
Cihânda yâr-i hâdisden kadîmî âşinâ yigdür
(Mahzun olan gönle kavuşmaktansa, gönül alıcı sevgilinin ayrılığı daha iyidir. Dünyada yeni zuhur etmiş bir sevgilidense, eski dost daha iyidir.)
Kapunda kullara zulm ü cefâ itme vefâ eyle
Benüm şâh-i cihân-tâbum kerem eyle vefâ yigdür
(Ey sevgili! Kapındaki sana âşık kullarına zulmetme, cefa etme, vefa göster. Ey benim dünyayı aydınlatan şahım! Kerem eyle, vefa daha iyi bir yoldur.)
Ayak basmak ne lâzım meclis-i uşşâka ey sûfî
Rakîb-i bed-likâ ile ırakdan merhabâ yigdür
(Ey kaba sofu! şıkların meclisine gelmek sana lazım değil. Çirkin yüzlü rakip ile uzaktan merhabalaşmak daha iyidir.)
Dilâ bir nev-cevânı sev vefâsı olsun olmasun
Cihânda aşksuz olmakdan ise mübtelâ yigdür
(Ey gönül! Vefası olsun ya da olmasın taze bir sevgiliyi sev. Cihanda aşksız yaşamaktansa, bir sevgiliye tutkun olmak daha iyidir.)
Güşâde olmağa dem-beste iken gonca-i hâtır
Elünde gül gibi câm-ı şarâb-ı dil-güşâ yigdür
(Gönlümün goncası açılıp şen olmak isterken dili tutulmuş, açılamamış. Onun açılmasındansa, elinde gönüller açan gül gibi şarap kadehinin olması daha iyidir.)
Şeb-i fürkatde ey Bâkî tülû’-ı mihr-i enverden
Bu gönlüm hanesin rûşen iden ol meh-likâ yigdür
(Ey Bâkî! Ayrılık gecesinde en nurlu güneşin doğmasındansa, benim gönül evimi aydınlatan ay yüzlü sevgili daha iyidir.)

BAKİ KALIR
Dem-i vaslun irişse çeşm-i âşıkda bükâ artar
Sular tugyân ider evvel bahâr oldukça mâ artar
(Ey sevgili! Sana kavuşma zamanı gelse âşığın gözünde gözyaşları artar. Buna şaşılmamalı, çünkü ilkbahar geldiğinde sular coşup taşar, artar.)
Kıyâs eyler mi Nîl-i Mısra ol Yûsuf-likâ yaşum
Anun mikyâsı yokdur turmaz ol mâ dâ’imâ artar
(Güzellikte Hz. Yusuf gibi olan sevgili benim gözyaşımı Mısır’daki Nil’le mi kıyaslıyor acaba? O gözyaşlarını kıyaslayacak bir ölçü yok maalesef. Daima artarak akıyor. )
Bu nüh dûlâbı gerdân eyleyen seyl-âb-ı eşkümdür
Yaşum ser-çeşmesinden bahs idersem mâ-cerâ artar
(Bu dokuz dolabı döndüren sel gibi akan gözyaşlarımdır. Gözyaşlarımın pınarından bahsedersem, konu uzar gider. )
Sular çaglar tuyûr âvâzesinden kûh-sâr inler
Bahar eyyâmıdur şimden girü sît u sadâ artar
(Kuşların sesinden sular çağlayıp akar, dağlar da inler. Artık bahar günleri gelmiştir. Seslerin artması doğaldır.)
Güzellik burcına bir mâh-ı nevdür ol hilâl-ebrû
Çerâğ-ı hüsnine günden güne turmaz ziyâ artar
(Kaşları hilale benzeyen sevgili güzellik burcuna yeni doğmuş bir ay gibidir. Güzelliğinin ışığı günden güne hiç durmaksızın artmaktadır.)
Dil-i dervîş-i dil-rîşün du’â-yı subh-gâhından
Belâlar eksilür câh u celâl u kibriyâ artar
(Gönlü yaralanmış olan dervişin dilinden sabah vakti edilen dualar neticesinde belâlar eksilir. Makam, celâl ve büyüklük artar. )
Toyılmaz hân-ı ihsâna kanâ’at gelmez insâna
Kerem gördükçe ey Bâkî gedâlardan recâ artar
(Sevgilinin ihsan yemeğine hiç doyulmaz. İnsan o yemeğe kanaat edemez. Ey Bâkî! Dilencilerin iyilik gördükçe, istekleri artar.)
* * * * *
Fermân-ı aşka cân ile var inkıyâdumuz
Hükm-i kazâya zerre kadar yok inâdumuz
(Bizim aşkın fermanına, hükümlerine canımızla birlikte boyun bükmüşlüğümüz vardır. Allah Teâlâ tarafından kader olarak bize çizilen hükme de zerre kadar inadımız yoktur. Ona boyun bükmüşüz.)
Baş eğmezüz edânîye dünyâ-yı dûn içün
Allâhadur tevekkülümüz i’timâdumuz
(Bu değersiz dünya için, dünyanın içindeki alçak insanlara boyun bükecek değiliz. Bizim tevekkülümüz, itimadımız, güvenimiz tamamen Allah’adır.)
Biz müttekâ-yi zer-keş-i câha tayanmazuz
Hakkun kemâl-i lutfınadur istinâdumuz
(Biz altın kakmalı makam ve mevki asâsına asla dayanmayız. Bizim tek dayanak noktamız Allah’ın lutfunun kemalinedir. )
Zühd ü salâha eylemezüz ilticâ hele
Tutdı eğerçi âlem-i kevni fesâdumuz
(Bizim fenalığımız bütün varlığı kaplasa da biz hiçbir zaman (sadece cennet ya da dünyevî bir kazanç elde etmek için) asla ibadet ve taate sığınmayız. )
Meyden safâ-yı bâtın-ı humdur garaz hemân
Erbâb-ı zâhir anlayamazlar murâdumuz
((Şiirlerde sürekli kullanılan bir kelime olan) şaraptan kastımız kalbimizin saflığı ve temizliğidir. Sadece dış görünüşe bakıp, bizim iç yüzümüzü anlayamayanlar bundan neyi murat ettiğimizi elbette anlayamayacaklar.)
Minnet Hudâya devlet-i dünyâ fenâ bulur
Bâkî kalur sahîfe-i âlemde adumuz
(Allah’a binlerce kez şükür olsun. Dünyada erişeceğimiz saadet, mutluluk ve makamlar elbette son bulacaktır. Oysa bizim adımız dünya sayfasında sonsuza dek kalacaktır / Ey Bâkî, bizim adımız sonsuza kadar dünya sayfasında elbette kalacaktır.)
Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
 

Mehmedim

  • Administrator
  • *
  • İleti: 11761
  • Etkinlik:
    0.6%
  • Tesekkur Edildi: 310294 kez
  • Rep Puanı: 583
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Serdar Tuncer - Şiir Medeniyeti 2017
« Yanıtla #34 : 24 Mart 2023, 18:04:14 »
Albüme 320 Kbps ve Flac Kalite eklendi
Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
 
Bu mesaj icin tesekkur eden uyeler: hakansen967

halilim

  • Kahraman Üye
  • *******
  • İleti: 2288
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 495 kez
  • Rep Puanı: 13
Ynt: Serdar Tuncer - Şiir Medeniyeti 2017
« Yanıtla #35 : 24 Mart 2023, 22:57:29 »
Allah razı olsun.
 
Bu mesaj icin tesekkur eden uyeler: hakansen967