Talha Uğurluel - Osmanlı`nın Son Zaferi Çanakkale 2013 Nette İlk

Gönderen Konu: Talha Uğurluel - Osmanlı`nın Son Zaferi Çanakkale 2013 Nette İlk  (Okunma sayısı 3393 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mehmedim

  • Administrator
  • *
  • İleti: 11761
  • Etkinlik:
    0.6%
  • Tesekkur Edildi: 310362 kez
  • Rep Puanı: 583
  • Cinsiyet: Bay

Talha Uğurluel - Osmanlı`nın Son Zaferi Çanakkale 2013 320 Kbps
10 / 00:01:19:14 / 181,40 MB



Talha Uğurluel - Osmanlı`nın Son Zaferi Çanakkale 2013 320 Kbps  (10 / 79:14)
------------------------------------------------------------------------------
04:39 -  Talha Uğurluel - 1 Son Zaferin Yolcuları
14:43 -  Talha Uğurluel - 2 18.Mart 1915
12:56 -  Talha Uğurluel - 3 Kurşuna Ekmek Atanlar
08:02 -  Talha Uğurluel - 4 Bu Vatan Kime Emanet
06:19 -  Talha Uğurluel - 5 Süngüden Mihrap
12:13 -  Talha Uğurluel - 6 Savaşda Bile insandık
05:50 -  Talha Uğurluel - 7 Saka Mehmet
06:24 -  Talha Uğurluel - 8 Kanlı Sırt
04:28 -  Talha Uğurluel - 9 İstanbul`da ki Çanakkale şehitleri
03:35 -  Talha Uğurluel - 10 Bu Millet Yenilmez

Bu icerigi gorebilmeniz icin yapmaniz gerekenler:
  • içeriği görmek için tesekkur butonuna tiklamaniz gerekir (Mesajin sag kosesinde)

« Son Düzenleme: 27 Mart 2021, 21:05:43 Gönderen: hasanyöndem »
Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
 

gelgit

  • Super Moderator
  • *
  • İleti: 1939
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 34724 kez
  • Rep Puanı: 167
Allah Razı Olsun Kardeşim Emeğine Sağlık Dualarım Seninle
 

mmmutlu93

  • Super Moderator
  • *
  • İleti: 2841
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 23979 kez
  • Rep Puanı: 49
  • Cinsiyet: Bay
Allah razı olsun!
Gizli linklerin nasıl açılacağını öğrenmek için Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap


 

Cancazım

  • Vip Üye
  • *****
  • İleti: 2471
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 611 kez
  • Rep Puanı: 16
  • Cinsiyet: Bay
ALLAH (cc) Razı Olsun. Verdiğiniz uğraş için , Emekleriniz için herkese sonsuz teşekkürler. ALLAH' a emanet olunuz.
GÜLLERE VURGUNUM, GÜLLERE SEVDALI.
 

hasanyöndem

  • Super Moderator
  • *
  • İleti: 3277
  • Etkinlik:
    1.2%
  • Tesekkur Edildi: 1517 kez
  • Rep Puanı: 151
  • Cinsiyet: Bay
Ellerine sağlık kardeşim.

Sessizlik; söyleyecek sözü olmayanın değil, boş lafta gözü olmayanın işidir
Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
 

yalovalı77

  • Aktif Üye
  • ***
  • İleti: 237
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 22 kez
  • Rep Puanı: 3
  • Cinsiyet: Bay
  • Eskimeyen Ezgiler
    • Unutulmaz Ezgiler
TAM ARŞİVLİK BİR ALBÜM OLMUŞ ALLAH RAZI OLSUN
Unutulmaz Ezgiler
 Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
 

Z.Abidin

  • Kıdemli Üye
  • ******
  • İleti: 1351
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 240 kez
  • Rep Puanı: 22
  • Cinsiyet: Bay
    • Davet Radyo
Allah (c.c.) razı olsun kardeşim.
Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
        Dinlerken Dinlenin...
 

Hak_yol

  • Çalışkan Üye
  • ****
  • İleti: 325
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 43 kez
  • Rep Puanı: 5
  • GüleSevdali
Allah c.c razi olsun..
Ehl-i Diller Babini Kitler Girer,Kitler Cikar..
Kitlemezse Babini Itler Girer,Itler Cikar...

Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
 

diamon63

  • Emektar Üye
  • ********
  • İleti: 3761
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 194 kez
  • Rep Puanı: 6
  • Cinsiyet: Bay
Paylaşım İçin Teşekkürler.
Ellerinize ve  Emeklerinize Sağlık
 

Fedakar

  • Usta Üye
  • *****
  • İleti: 864
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 74 kez
  • Rep Puanı: 7
Tesekkür ederim susuz abi. Eline saglik paylasimlarin icin.
 

KurbanAmca

  • Vip Üye
  • *****
  • İleti: 2991
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 19209 kez
  • Rep Puanı: 275
  • Cinsiyet: Bay
  • Kütahya'nın Pınarları
    • www.ilahi-ezgi.com
Paylaşım için teşekkürler.
Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
 

hak aşığı

  • Vip Üye
  • *****
  • İleti: 6035
  • Etkinlik:
    3%
  • Tesekkur Edildi: 3652 kez
  • Rep Puanı: 85
  • Cinsiyet: Bay
Teşekkür ederim ALLAH razı olsun
 

kardelen01

  • Emektar Üye
  • ********
  • İleti: 9346
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 2296 kez
  • Rep Puanı: 54
ALLAH (C.C) Razı Olsun kardeşim.
Paylaşım İçin Teşekkürler
Ellerinize ve  Emeklerinize Sağlık
 

Yavrum

  • Aktif Üye
  • ***
  • İleti: 101
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 7 kez
  • Rep Puanı: 0
ALLAH (C.C) Razı Olsun kardeşim.
Paylaşım İçin Teşekkürler
Ellerinize ve  Emeklerinize Sağlık
 

erten86

  • Emektar Üye
  • ********
  • İleti: 6995
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 239 kez
  • Rep Puanı: 1
Allah (C.c.) Tüm Müslümanlardan Razı Olsun İnşaallah...
 

Mehmedim

  • Administrator
  • *
  • İleti: 11761
  • Etkinlik:
    0.6%
  • Tesekkur Edildi: 310362 kez
  • Rep Puanı: 583
  • Cinsiyet: Bay
Albüme Flac Eklendi
Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
 
Bu mesaj icin tesekkur eden uyeler: kardelen01

kardelen01

  • Emektar Üye
  • ********
  • İleti: 9346
  • Etkinlik:
    0%
  • Tesekkur Edildi: 2296 kez
  • Rep Puanı: 54
Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
Albüme Flac Eklendi

ALLAH (C.C) Razı Olsun Kardeşim.
Paylaşım İçin Teşekkürler.
Ellerinize ve  Emeklerinize Sağlık.
 

Hasan_54

  • Vip Üye
  • *****
  • İleti: 4090
  • Etkinlik:
    3.8%
  • Tesekkur Edildi: 464 kez
  • Rep Puanı: 150
  • Cinsiyet: Bay
  • ☾☆ Mekke'ye Hasret Gönüller İçin, MEKKE FM ☆☽
    • MEKKE FM
Emeği Geçenlerden ALLAH Razı ve Memnun Olsun...
☾☆ Mekke'ye Hasret Gönüller İçin, MEKKE FM ☆☽

owner  :  Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
owner  :  Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap
Merkez :  Sakarya
 

hakansen967

  • Vip Üye
  • *****
  • İleti: 3617
  • Etkinlik:
    2.4%
  • Tesekkur Edildi: 857 kez
  • Rep Puanı: 574
  • Cinsiyet: Bay
    • ilahisözleri.net
İSTANBUL’DAKİ ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ
Akbaş Limanı Çanakkale Savaşı'nda bir sevkiyat limanı olarak kullanılmaktadır.
Savaşta ağır yara alıp sargı yerinde iyileşecek olanlar bu limana getirilir ve buradaki gemilerle İstanbul'a sevk edilirlerdi. O gün de aynı şekilde kıyıya yanaşan gemi limanda bekletilen yüz civarındaki ağır yaralıyı yüklenmiştir. Tam limandan çıkacaktır ki birden arkasında bir düşman kruvazörü belirir. Gemide beyaz bandıra vardır hastane gemisi olduğu aşikâr ortadadır ama düşman gemisi içerisinin hastalarla dolu olduğunu bile bile gemimizi bombalar ve Akbaş Limanı önündeki gemi parçalanarak içerisindeki çoğu baygın kendinden geçmiş hastasıyla suya batar.
Kıyıdaki Mehmetçikler arkadaşlarının cansız bedenlerini tek tek sudan çıkaracak ve hemen oracığa kanlı elbiseleri ile defnedeceklerdir. Bugün bu liman Akbaş Şehitliği olarak adlandırılmakta ve lisan-ı haliyle savaşın bilinmeyen yüzünü her gelen geçene anlatmaya çalışmaktadır.
Çanakkale şehitlerini sadece Gelibolu'da aramamak lazımdır. İstanbul'da da Çanakkale şehitleri vardır.
Akbaş limanından İstanbul'a sevk edilen hastaların hepsi iyileşememiştir. Bazıları daha yoldayken şehadete ereceklerdir. İşte bu Şehitler Edirnekapı kabristanındaki Çanakkale şehitleri bölümüne defnedilecekler ve İstanbul'daki Çanakkale şehitleri olarak tarihteki yerlerini alacaklardır.
Bir gün yolunuz Edirnekapı kabristanına düşerse İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un kabrinin hemen arkasındaki bölüme bakınız. Orada bir Çanakkale şehidinin kabri ile karşılaşacaksınız. Kabri başka bir yerdeyken sonradan buraya taşınmış bir şehidimizdir. Mezar taşında yazanlar bizi hayrete düşürmektedir. Taşın üzerinde tarihe not düşürülürcesine aynen şöyle yazmaktadır=
1971 yılında şehitlikteki tünel inşaatın yapımı esnasındaki kazılarda meçhul asker elbiseleri ile birlikte bütün olarak bozulmadan bulunmuştur ve buraya bulunduğu şekli ile defnedilmiştir. Ruhu şâd olsun.
İşte “Allah için öldürülenlere ölüler demeyiniz onlar diridirler katımızda rızıklandırılmaktadırlar ama siz anlayamazsınız” hükmünün bir numunesi.
Artık Çanakkale Savaşı sona ermiştir. 1915 yılının başlarında başladıkları bu hayâsız saldırıda bir netice alamayacağını anlayan düşman aynı yılın sonlarında yavaş yavaş Gelibolu terk etme planları yapmaya başlar fakat öyle bir şekilde çekilmelidirler ki hiçbir kayba uğramamalıdırlar. Çanakkale'de bir yıl içerisinde güzel savaşmışlar mertlik de gösterememiştir ama burada bir şeyi çok güzel yapmışlardır. Çanakkale’den çok stratejik akıllıca çekilmişler ve hiçbir kayba da uğramamışlardır çünkü kaçmayı iyi bilmektedirler. Gelibolu'dan çekilirken yüzlerce içi saman tepeli çuvaldan imal edilmiş kukla asker yaparlar onları siperlere dizerler ki biz kaçtıklarını anlamayalım diye bir de kendi kendine ateş eden tüfek düzenekleri kurarlar. Suyun damlama sistemi ile tepedeki dolu kovayı tüfeğin tetiğine bağlı tele bağlanan boş bir kovaya akıtacak ve dolan kovanın ağırlığı ile tel gerilip tetik düşecek ve tüfek patlayacaktır. Dediğim gibi kafaları böyle şeylere çok iyi çalışmaktadır ve onlar bu düzenekleri kurup
tüfekler ateş ettikçe askerlerimiz düşmanı hala siperlerinde bekliyor sanırlar halbuki düşman tabanları çoktan yağlamıştır.

KANLI SIRT
Anzak koyunu geride bırakarak Arıburnu yarlarına paralel ilerliyoruz. Çanakkale'ye Mısır'da gördükleri eğitim sonrası gelen Avustralya’lıların sfenkse benzettikleri dev kaya kütlesine de inceleyerek yukarılara doğru tırmanmaya başlıyoruz. Artık Çanakkale Kara Savaşları’nda en şiddetli çatışmaların geçtiği yerlerdeyiz. Karşımıza üzerinde “Kanlı Sırt” yazılı bir tabela çıkıyor az ilerde de “Kanlı Sırt” kitabesini görüyoruz. Conkbayırı ve koca çimenlik tepeyi almak isteyen İngilizlerin müttefik güçleriyle birlikte acımasızca saldırdıkları yerler işte tam burası.
Buralara bu ismi vermeleri boşuna değildi, karşılıklı siperlerden fırlayan binlerce asker buralarda birbirlerine giriyor ve kurşun mesafesi kalmadığı için süngü süngüye savaşıyorlardı, sadece bir günlük çatışmada bu geniş sırtlar kıpkırmızı kana bulanabiliyordu işte bu nedenledir ki Gelibolu sırtlarında sadece bu değil bunun gibi daha nice kanlı sırtlar meydana geliyordu.
Çanakkale'de kanlı sırt diye bir sırt Kanlıdere diye bir dere vardır. Hadiseyi o günlerden bizzat Bigalı Mehmet'in hatıralarından takip edelim. O gece hava diğer gecelerden daha bir karanlıktı. Devriye atıyordum susadım mataramı çıkardım baktım boşalmış şırıl şırıl bir su sesi duydum az ileride dere akıyordu yaklaştım matara mı bu sudan doldurdum ağzıma diktim tuhaf bir tat geldi içemedim.
Kamp yerine geldiğinde ateşin ışığında matarayı boşalttım bir de ne göreyim su yerine matarama kan doldurmuşum.
İşte Çanakkale buydu Gelibolu sırtlarındaki dereler artık su yerine kan akıtır hale gelmişlerdi.
Kanlı sırtın devamında bizi ortasındaki kule görünümlü anıtı ile 57. Alay Şehitliği karşılıyor işte burası
düşmanı arkalara sızdırmama adına en kıymetli şeyini canını hiç düşünmeden ortaya koyan kahraman bir alayın destan yazdığı yer.
25 Nisan 1915 günü düşman ani bir saldırı ile Arıburnu kıyılarını ele geçirmişti planları ciddi bir zayiat vermeden içerilere kadar sokulmak ve Osmanlı askerleri toparlanıp üzerlerine gelene kadar ilerleyebilecekleri en uç noktaya kadar gidebilmekti. Kıyılarda doğru dürüst ciddi bir birliğimiz yoktu.
Liman Fon Sanders hala bu çıkartmanın sahte olduğunu düşünüyor ve Saroz tarafından gerçekleşecek asıl çıkartmayı bekliyordu.
Esat Paşa ve Mustafa Kemal gibi ileri görüşlü kumandanlar düşmanın planlarını sezmiş ve buralarda tedbir almışlardı. O gün az sayıdaki bildiklerimizi önüne katmış hızla ilerleyen düşman askerlerini gören Mustafa Kemal emrindeki birliklere süngü taktırmış ve karşı taarruza geçirtmişti. Düşmanı durdurabilecek en ciddi kuvvet 57. Alay birlikleriydi. Arkadan yeni kuvvetler gelene kadar onları oyalamak gerekiyordu. İşte tarihi emir bundan sonra verildi=
“Size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum”
Yani Vatan müdafaası adına gerekirse ölecek ama geriye dönmeyeceklerdi. Öyle de yaptılar koskocaman bir alay tarihin az gördüğü bir mukavemet ile düşmanı durdurmayı başarmışlardı.
Ama durdurmak için geniş bir araziye yayılmak zorunda kalan birlik imha olmaktan kurtulamamıştı. Kumandanları Hüseyin Avni Paşa ile birlikte isimlerini tarihe şehit olarak yazdıracaklardı.
57. Alay Şehitliğini gezerken yaşlı bir amcamızın küçük torunu ile el ele yapılmış anıt heykelleriyle karşılaşıyoruz. Bu manzara bize 57. Alay şehitliğinin 1993 yılındaki açılış törenini hatırlatıyor. Çanakkale Savaşları'nın bu en yaşlı şahidi o güne işte böyle torunu ile el ele gelmişti. Bu beli bükülmüş yaşlının şahin bakışlı gözleri neler neler görmüştü Anadolu Kurtuluş harekâtı sırasında.
1912 Balkan Savaşı patlak verecek Hüseyin Kaçmaz bu amansız savaşa katılmakta gecikmeyecek Balkan cephelerinde Yunan ve Bulgarlara karşı mücadele edecektir. Tam bu savaş biter bu kez
1. Dünya Savaşı başlar. O cephe senin bu cephe benim bitmek bilmeyen bir savaşın içine girerler
Çanakkale'de o da yer almıştır düşmana karşı bu topraklarda bir yıl boyunca o da mücadele verecektir. Sonra diğer cepheler Büyük Dünya Savaşı biter ama Anadolu insanı için savaş bitmez.
Şimdi de İstiklal mücadelemiz başlamıştır Sakarya Meydan Muharebesi’nde bulunur sonra Büyük Taarruz'da Dokuz Eylül’de düşmanı püskürterek İzmir’e ilk girenlerin arasında Hüseyin amcamız da bulunmaktadır. On yıl önce ayrıldığı Karadeniz Ereğli’sindeki evine geride bıraktığı eşi ve çocuklarının yanına ancak işte bu muzafferiyetten sonra dönebilecektir. Meğer bu vatanın toprakları ne kadar da kıymetliymiş.

BU MİLLET YENİLMEZ
1916 yılı başlarında artık Gelibolu’da bir tek düşman askeri kalmamıştır. Çanakkale bitmiştir ama savaş bitmemiştir. 1918’lere gelindiğinde dünya harbi de nihayete erer. Ama Anadolu halkının mücadelesi bitmez. Özgürlükleri adına onurlu bir mücadeleye Kurtuluş Savaşına başlarlar. İşte bu sıkıntılı günlerde Avrupa’dan gözlemci ya da gazeteci adı altında nice casus Türkiye’ye gelir. Hepsi bir sorunun cevabını aramaktadır. Türkler bu savaşı kazanabilecekler mi, yoksa Anadolu’nun bağrında yok olup gidecekler mi?
Bu sorunun cevabını bulmak için Anadolu’ya gelenlerden biri de Fransızların ünlü Lemon dergisinin muhabiri Mösyö Valentin’dir. Çok iyi Türkçe konuşabilen Valentin Türkiye izlenimlerini Lemon’da yazdığı makalesinde tek tek anlatır. Bu uzun makaleyi şu hatırayla bitirecektir=
Türkler büyük bir millettir. Orta Asya’dan Anadolu’ya büyük medeniyetler kurmuşlardır. Ama her şeyin bir sonu vardır. Artık onların da sonu geldi diyorduk. Anadolu topraklarında yok olup gidecekler diyorduk. Bu düşüncelerle Eskişehir’e geldim. Eskişehir garından trenden indim. Etrafta müthiş bir sefalet vardı. Fakirlik had safhadaydı. Az ilerde çamurun içinde oynayan üç tane çocuk gördüm. Üzerlerinde elbise yoktu. Çuval giydirmişlerdi. Çuvalları yukardan ve yanlardan delmişler ve çocukların üzerine öylece geçirmişlerdi. Yanlarına yaklaştım. Sizin babanız yok mu diye sordum. Bir tanesi benim babam Yemen’de şehit oldu dedi. Diğeri benim babam da Kafkas cephesinden şehit oldu dedi. Bir diğeri de babasının Çanakkale’de şehit olduğunu söyledi. Peki, size kim bakıyor diye sordum. Az ilerdeki tahta kulübeyi gösterdiler ve ebe annemiz dediler. Biz kulübeye bakarken birden kulübenin tahta kapısı açıldı. İçinden iki büklüm yaşlı bir kadın çıktı ve çocuklara seslendi. Gazanfer Muzaffer Mücahit çorba hazır gelin evlatlarım dedi. Çocuklar bu yaşlı kadına doğru koştururlarken beni bir düşünce aldı. Gazanfer Allahın arslanı demek. Muzaffer zafer kazanmış, Mücahit savaşan mücadele eden. Sonra etrafıma baktım. Dört bir yanda açlık sefalet yokluk bitmişlik ama isimleri Gazanfer Muzaffer Mücahit. Bu millet yenilmez dedim.

SON ZAFERİN YOLCULARI
Anadolu'da savaş rüzgârları esmeye başlamıştı dört bir yanda hazırlıklar yapılıyordu bizler garip farklı bir millet düğüne gider gibi savaşa gidilirdi davullara vurulur zurnalar çalınır köy köy kent kent kapı kapı dolaşılır ve ciğerpareler cepheye sevk edilmek üzere tek tek evlerinden toplanırdı yine öyle oldu fakat sevenler sevdiklerinden hemen evlenin kapısından ayrılmadılar, onlarla birlikte tren istasyonlarına kadar geldiler vagonların önlerinde sıra sıra olan sevdiklerine boylu poslu delikanlılarına çocuklarına eşlerine doya doya baktılar.
Az sonra gelen bir emirle asker adayları vagonlara bindiler ve sevdiklerini vagonların pencerelerinden son bir kere daha seyrettiler seyrederken de az önce ellerine tutuşturulan çiçekleri sallamayı ihmal etmiyorlardı sizler de iyi bakın onlara ey uğurlamaya gelenler çünkü onları bir daha göremeyeceksiniz.
Çünkü sadece 253 bini Çanakkale'de 90 bine yakını Kafkaslarda kalacak.
Bu büyük mücadele sergilenirken sadece köyden kentten normal insanımız gitmemişti cepheye.
Galatasaray sultanisindeki gençlerden tıbbiyenin doktorlarına sanayi nefesinin sanat hocalarından Nakşi ve Kadiri birliklerine doğunun Horhor Medresesi’nin öğrencilerine kadar toptan bir milletin ayağa kalktığı görülecek ve yine bu mücadele verilirken sadece Çanakkale'de savaşılmayacaktı Mehmetçik din ve vatan uğruna dünyanın dört bir yanında büyük bir mücadele verecekti.
Kafkas Cephesi'ne gidenler düşmanı beklerken annelerinin sıcak bağırlarına değil donduran buz kütlelerine yaslanıyorlardı onlar siper kazarken bile toprağın rengini göremiyorlardı çünkü ne kadar derine ilerlerse insinler karşılarına hep donduran buz kütleleri çıkıyordu bir tarafta insanın kanını donduran soğuklar diğer tarafta İnsanın beynini kaynatan sıcaklar ve Medine’deyiz bu cephede Fahrettin Paşalar çekirge yeme pahasına düşmana dur demeye çalışıyorlardı ta ki 1918 e kadar Galiçya dansı Sina'ya Filistin'den Bağdat’a Mehmetçikler cepheden cepheye koşturacaklardı.
Bu kahramanca mücadeleyi konuşurken annelerimizi de unutamayız onlar da büyük fedakarlıklar yapmışlardı önce eşlerini gönderdiler cepheye ardından büyük evlatlarını sonra hizmet sırası kendilerine geldiğinde çekinmeden düştüler kağnılarının peşine ve cepheye mermi dikenli tel taşıdılar
Bir araya geldiler askere erzak ve mühimmat hazırladılar ve bu şerefli mücadelede hakkı ile yer almasını bildiler
Oy bizim kavuşmalarımız a yârim mahşere kaldı
Oy bizim kavuşmalarımız a yârim mahşere kaldı

18 MART 1915
Bizler de şimdi sizinle birlikte bir seyahate çıkacağız hem bir devletin hem de dünyanın kaderinde etkili olan önemli bir savaşı görme ve öğrenme adına Gelibolu Yarımadası’nı adım adım dolaşacağız.
Yolculuğumuz sabah gün doğarken Eceabat’tan başlayacak.
Sabahın erken bir vaktinde geldiğimiz bu şirin beldede fazla eğlenmiyoruz
Gelibolu'nun burnuna doğru sürdüğümüz aracımızın camlarından yolumuzun sağındaki tepenin üzerinde bir yazı gözüküyor yaklaşıp yakından bakıyoruz bir Mehmetçik boğaza doğru elini kaldırmış bütün bir dünyaya şöyle sesleniyor=
“Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver bu sessiz yığın bir vatan kalbinin attığı yerdir.”
Karşımızda dünyanın en büyük deniz gücüne sahip devletleri vardı.
Büyük deniz filoları ile sömürge imparatorluğu kurmuş İngiltere ile ona yakın bir güçte bulunan Fransa
Niyetleri bir an önce boğazdan geçmek ve Rusya ile irtibat sağlamaktı ve bu harekât için de 18 Mart 1915 gününü seçmişlerdi onlar o gün için hazırlıklarını hızlandıra dursunlar 17 Mart gecesi Anadolu Hamidiye’sinde ilginç bir Hadise meydana gelecekti.
O gece müstahkem mevkii kumandanın Cevat Paşa'nın gözüne bir türlü uyku girmez zaten kaç gündür geceli gündüzlü o tabya senin bu tabya benim koşuşturmaktadır.
Düşmanın hareketlerinde de bir tuhaflık vardır
Cevat Paşa gece ani bir kararla Nusret Mayın gemisi kumandanları Hakkı ve Nazmi beyleri yanına çağırtır, Nusret hazır mı diye sorar hazır kumandanın cevabını alınca da tarihi emrini verir.
Bu gece Nusret ile Boğaza açılacaksınız. Depolarımızda bulunan 26 mayın alacak ve Anadolu yakasındaki karanlık limana paralel iki sıra halinde döşeyeceksiniz hâlbuki bu döşeme çok da stratejik değildir. Çünkü düşman gemileri boğaza girdiklerinde bir tarak gibi üçlü beşli sıralar halinde ilerleyecekler ve dikine sıralanmış bir mayın hattında eğer bir tanesi bu mayınlara dokunursa bir daha hiç biri bu hattı takip etmeyecektir.
Daha önce Boğaza Almanlar tarafından döşenen mayınlar ise hep enlemesine hatlar oluşturacak şekilde döşenmiştir. O gece Cevat Paşa'ya böyle bir emri verdiren şey nedir, bunun cevabı her ne kadar bugün net söylenemese de ortada bir gerçek vardır. O günden bugüne 18 Mart günü düşmanın boğazdan geçmesini istemeyen herkes mayınlar iyi ki böyle döşenmiş diyeceklerdir.
Denildiği gibi yapılır kısa bir süre önce Almanların bunlar işe yaramaz diye depolarda bıraktırdığı kendi ustalarımızın yapımı yirmi altı mayın o gece yarım sularında harekete geçen Nusret ile tek tek boğaza döşenir ve ertesi sabah beklenmeye başlanır.
Düşman 18 Mart günü gerçekleştirecekleri işgal öncesi boğazın ağzına döşenen Alman yapısı mayınların hemen hepsini toplamış ve bölgeyi savunmasız bir hale getirmiştir.
O gün sabahın ilk vakitlerinde üç sıra halinde boğazdan içeriye giriş yaparlar
Yarım dünya ile kaplı Queen Elizabeth Lord Nelson Agamemnon ve Restaurant ardından
Ocean infect bu ve diğerleri irili ufaklı dört yüz parça gemi
Kendilerine Yenilmez Armada diyen bu Mağrur ittifaka karşı kıyılarda sadece göğsü imanla atan Mehmetçikleri İngilizler Çanakkale kıyılarını ele geçireceklerine kendilerini o kadar inandırmış ki Burayı almak için getirdikleri dev zırhlı birinin adını agememnon koymuşlardır
Agememnon aslında günümüzden yüzyıllarca önce yaşamış ve truvayı yani Çanakkale'yi almak için ciddi çaba harcamış zalim bir kraldır. Homeros'un Destanı'na göre sonunda buraları alır ve taş üzerinde taş bırakmamacısına herkesi kılıçtan geçirir. İşte karşımızdaki düşman da bu niyetlerle agamemnon adını verdikleri gemilerini o günkü hayâsız saldırıda kullanacak ve en ön sıraya yerleştireceklerdir.
Dev savaş gemileri Çanakkale Boğazı'nın ağzından içeriye girmiş ve usul usul ilerlemeye devam etmektedirler. Derken uzun menzili toplarıyla kıyılarımızı dövmeye başlarlar kıyılardaki tabyalarının yerlerini avuçlarının içi gibi bilmektedirler Çünkü daha önceden yaptıkları istihbarat ile birçok izimize vakıf olmuşlardır onlar ha bire ateş ederken istihkâmlardaki askerlerimiz onlara cevap veremez Çünkü onların toplarının ateş menzili 6000 metre iken bizim toplarımız menzili ancak 1000 metre kadardır.
Yani ringe çıkmış iki boksörden biri devamlı yumruk sallamakta ama diğeri ona cevap verememektedir ne zaman atış menzilimize girerler Mehmetçikler de geçerler toplarının başına ve onlara cevap vermeye başlarlar.
O sırada Rumeli mecidiyesinde ilginç şeyler yaşanmaya başlar
Dünyanın en büyük gemisi yarım dünya ile kaplı Queen Elizabeth ile Fransızların dev Zırhlısı Ousın
Mecidiye tabyasının tam karşısına gelmiş ve toplarının namluları buraya çevirerek Ateş kusmaya başlamışlardır
Hadiseyi Mecidiye'de bulunan bir Alman generalden dinleyelim=
Dev iki zırhlının tabyayı bombalamaya başlaması üzerine ben gerideki siperlere çekildim birden büyük bir patlama oldu kıyamet koptu tonlarca toz toprak havaya kalktı. Toz toprak dağılırken saklandığım yerdeki menfezden şu manzarayı görüyordum etrafta parçalanmış birçok asker cesedi vardı. Toplar kullanılmaz hale gelmişti. Yarı beline kadar toprağa gömülmüştü. Yanına gelen daha ufak tefek bir askerin yardımıyla çıktı etrafına baktı Ocean hala mermi yağdırıyordu.
Başını kaldırıp uzaktaki zırhlıyı izledim. Sonra ilerisindeki toplara baktım hepsi perişan haldeydi bir tanesi sağlam kalmıştı ama onun da vinci kırılmıştı arkasındaki ağacın altında sıralı dev top mermilerine baktı yanlarına yaklaştı kaldıracağına ihtimal bile vermiyordu ama birden sırtlanmıştı.
İşte Alman General Seyit Onbaşı'nın kahramanlığını bu cümlelerle anlatmaktaydı.
Bu hadise gerçekten insanüstü bir kahramanlıktı çünkü kaldırdığı mermi tam 175 kilo ağırlığındaydı.
Tabii Seyyid mermiyi sırtlandıktan sonra vinci kırık topa yönelecek ve bu şekilde topun merdivenlerine tırmanmaya başlayacaktır
Yanındaki arkadaşı Ali yıllar sonra bu konu hakkında bilgi verirken ben Seyyid mermiyi sırtlanmış topun merdivenlerine tırmanırken çatır çatır kemiklerinin sesini duyuyordum diyecektir savaşın o anına kadar düşman gemileri kıyılardaki Osmanlı tabyalarını bitirme adına konumlarını almış ve sonu gelmez bir bombalama faaliyetine başlamışlardır.
Ateşlerini özellikle Rumeli bölgesinde tutmaktadırlar Çünkü niyetleri İstanbul’u almaktır ve İstanbul'a giden yol da Rumeli’den geçmektedir
Buradaki direnişi bitirecekler ve kıyıya çıkardıkları askerler ile yürüyerek İstanbul'a döneceklerdir
Dev gemiler Rumeli karşısında adeta ateşten bir çember kurdukları bir sırada Seyit birinci mermiyi namluya sürer ve ateşler sonra ikincisini üçüncüsünde Ocean zırhlısını tam dümen mürettebatından vuracaktır. Dümeninden vurulan bir gemi etrafında ha bire dönmeye çevresini taraflamaya başlayacaktır. Ocean da böyle olmuştur
Yakınında bulunan ve çevresini bombalamakla olan gemiler neye uğradıklarını anlayamazlar Ocean taraflarından geriye doğru manevra yapacaklardır.
Hâlbuki gerilerde onları ilginç bir sürpriz beklemektedir.
Arkalarında Anadolu Yakası'nda karanlık limanda kıyıya paralel olarak dizilmiş ve çift sıra halinde dün geceden beri düşmanı bekleyen Osmanlı yapısı mayınlar Nusret'in mayınlarından başkası değildir
Ve mağrur dünyayı sömürme adına imal edilen dev gemiler bir bir mayınlara çarpmaya başlar
Bu ve resistible infect ve sonrasında döne döne mayınların kucağına düşen Ocean zırhlısı.
Düşman büyük bir şaşkınlık içerisindedir.
Günlerdir Boğazın ağzı mayınlardan temizlenmektedir son olarak kendilerine artık boğazda seyreden hiçbir mayın kalmadı raporu verilmiştir.
Peki, şimdi tüm oyunlarını bozan bu mayınlar da nereden çıkmıştır?
İngiliz'in vakit vakit gemilerden siperlerden yine bolca gülle savurduğu anlardı.
Hızlı hızlı geçiyordum tehlikeli bir yerden birdenbire gözlerime büyük bir şey göründü.
Böyle büyük görünen şey küçücük bir insandı fakat bana çok dokundu ayaklarım bağlandı.
Ateşlerin yaladığı bu düzlükten geçerken güllerin cehennemlik yağmurundan kaçarken yolun biraz kenarında tek başına bir nefer pervasızca bombalardan ateşlerden her şeyden kendisine süngüsünden bir Mihrapçık kurmuştu sonra onun karşısında namazına durmuştu.
Ne havada ıslık çalan ve düştüğü yerlere kızgın çelik daha nelerle ölüm saçan gülleler ne semada ifrit gibi fısıldayan tayyare ne dünyalık bir düşünce ne bir korku ne keder onun demir yüreğini oynatmaktan acizdi sanki toplar şarapnel tehlikesiz sessizdi.
Başındaki kabalar gölgesine gömülen süzük gözler dikilmişti o süngüden mihraba
Hakkın büyük divanında eli bağlı dururken artık o can kaygısını almıyordu hesaba
Allah Allah bu bu ne yüksek bir imandır ya Rabbi
Bir Müslüman ne büyük bir kahramandır ya Rabbi
Kahramandır çünkü toplar etrafında patlarken zerre kadar titremedi namazını bozmadı
Dört yanına ateş saçan türlü türlü afetten sanki onu koruyordu bir meleğin kanadı
Onun böyle tevekkülü bana pek çok dokundu yüreğimi bir şey ezdi iki gözüm sulandı
Böyle dalgın dalgın düşünerek geçerken ben yanından sağa sola selam verdi namazını bitirdi
Sonra biraz kımıldandı ellerini yaradana ta gerisine dua için gökyüzüne çevirdi.
Şimdi artık Allah'ına döküyordu derdini gözlerini kapamış unutmuştu kendini
Ta gerisine karşı boynu bükük duran bir nefer korku bilmez Bir Yiğite hürmetlerle eğildim
Duasına mutlak Âmin diyorlardı melekler kendimi pek fazla gördüm usul usul çekildim.
Ben giderken kulağıma değdi onun sadası Allahümme Salli Ala Seyyidina duası.
Şimdi hala nerede bir kabalaklı bir askeri görse gözüm hatırlarım o kahraman neferi.
Düşman zırhlıları mayınlar ile meşgul ola dursunlar kıyılardan Mehmetçiklerimiz yoğun bir bombardımana başlarlar. Artık istilacılar için kaçınılmaz son görülmektedir. Yenilmez Armada daha ilk seferinde dünyanın en müthiş ve ses getirecek yenilgilerinden birini yaşamak üstlenir
Amiral de Robec havanın gurubuna doğru artık yapacak hiçbir şeyin olmadığını bilerek geriye çekilme emrini verecektir.
Düşman hayâsızca başlattığı saldırıyı utanç içinde bitirirken kıyılardaki askerlerimiz şehadet şerbetini içen arkadaşları için son vazifelerini yapmakla meşguldürler.

KURŞUNA EKMEK ATANLAR
On sekiz Mart’ta gerçekleşen ve düşmanın ağır yenilgisiyle sonuçlanan Çanakkale Deniz Harekâtı sona ermiştir. Ama Çanakkale Savaşı daha yeni başlamaktadır. Çünkü İtilaf güçleri bir kere İstanbul'u ele geçirmeyi kafalarına koymuşlardır.
Bu Deniz Harekâtı ile olmuyorsa başka yollar denenmelidir İstanbul'a deniz yoluyla ulaşılamıyorsa karadan ulaşılmaya çalışılmalıdır. Bunun en kestirme yolu da Gelibolu'nun işgalinden geçmektedir.
Önce Çanakkale Boğazı'na paralel küçük kara sokuntusu farklı yerlerden gerçekleştirilecek çıkartmalar ile tamamen kontrol altına alınacak sonra da geriye sadece İstanbul'a doğru yürümek kalacaktır.
Bu kararla birlikte dünyanın dört bir yanındaki sömürge ülkelerine bir takım afişler astırır ve Osmanlı'ya karşı asker toplama kampanyası başlatırlar. Afişlerde gözüken pos bıyıklı adam Kiçinır’dır ve elini afişe bakan kişiye doğru uzatmış bir şekilde ülkenin sana ihtiyacı var demektedir.
Bir diğerinde ise Gelibolu'ya ayaklarıyla basmış bir İngiliz askeri Galli polis seni bekliyor diye seslenmektedir. Onlar Avustralya’lara kadar uzanan faaliyetleriyle asker toplayadursunlar Osmanlı'nın en önemli birliklerinden biri olan 5 Ordu'da her şeyiyle Gelibolu'da konuşlanmaya başlamıştır.
Geri gelir süvari yeri gelir piyade beklerler gelecekleri varsa görecekleri de vardır dercesine.
Onlar saldırı planlarını yapa dursunlar Mehmetçikler de kıyılarda hazırlıklarını tamamlamış ve kazdıkları siperlerin içerisinde beklemeye başlamışlardır.
Ilı günlerde siperlerde rahatça dolaşan Mehmetçikler 25 Nisan'dan sonra artık bu siperleri evleri gibi görmeye başlamışlardır Çünkü bazen günlerce süren bombardımanlar esnasında hemen hiç biri buraları terk edemeyecek ve vatan müdafaası bu sıkıntılara rağmen en güzel şekilde yerine getireceklerdir Seyit Onbaşı'nın deyimi ile “ben diyor bir yıllık Çanakkale savaşı esnasında dört kere yıkandığımı hatırlamıyorum”
Çamurlu siperlerin içerisinde zaman zaman düşmanla o kadar burun buruna geleceklerdir ki
Bazen atış mesafesinin kısalığından dolayı sürgüler konuşmaya başlayacaktır.
Atatürk Çanakkale izlenimlerinde bu sahneyi şu cümlelerle anlatır=
Siperlerin arası sekiz metre, ölüm muhakkak, birinci siperdekilerin hepsi şehit oluyor ikinci siperdekiler bu manzarayı gördükleri halde en küçük bir fütur yani korku göstermeden onların yerini alıyorlar. Bilenler Kur’an-ı Kerim okuyor bilmeyenler kelime-i şehadet getiriyor işte kazandığımız bu ruhtur diyor.
Başımızın tacı Mehmetçiklerin hissiyatı daha iyi anlama adına gelin siperlere bir az yaklaşalım ve neler yaptıklarına hep birlikte şahit olalım.
Mehmetçikler sabahtan akşama kadar düşmanı kollayıp saldırılarını püskürtmeye çalışırken akşam havanın kararmasıyla birlikte bir nebze siperlerin içinde dinlenmeye çalışıyorlar.
Bir kısmı siperin içerisinde ayakta düşmanı kollar iken diğerleri yere bağdaş kurar ve memleket havadislerinden hasbihal ederler siperde savaşır siperde uyur ve siperde karınlarını doyurmaya çalışırlar. Günlerce doğru dürüst bir şey yemeden savaştıkları olur. Bazen arkalardan bir kuru ekmek gelir ve 5-10 Mehmetçik bir araya gelip onu aralarında bölüşürler. Bir gün yine böyle bir parça ekmeği paylaşacakları sırada düşman sperminden iki tablet çikolata atılır. Ne de olsa Çanakkale’ye centilmenler savaşı deniyordu. Bu cephenin sperm savaşları kadar siper alışverişleri de meşhurdur.
Mehmetçikler birbirlerine baktılar ellerindeki ufacık ekmeği yutuvereceklerdi. Ama onlara böyle öğretilmemişti. Hiçbir şey karşılıksız bırakılmazdı. Başlarındaki çavuşları ekmeği aralarında pay ederken ve bu fazla parçaya böldü ve bu parça da gâvura deyip karşı sipere fırlatıverdi.
Gerçekten de siperlerin birbirine olan yakınlığı düşmanla askerlerimizin sık sık farklı yakınlaşmalara itiyordu. Siperlerin arası beş metreye kadar düşmüştü. Gündüz akşama kadar süren çatışmalar gecenin karanlığında yerini kuşkulu bir bekleyişe bırakırdı. Sabahlara kadar süren bu birbirini kollamalar sırasında her iki tarafında canı sıkılır ve birtakım etkinliklere girişirlerdi.
Karşı taraftaki anzaklar bazen gitar çalar ve şarkı söylerlerdi. Şarkının bitiminde bizim taraftan Alkışlar yükselir Anzaklar şaşırır kalırlardı. Bunlar nasıl insanlar demekten kendilerini alamazlardı.
Onların ülkelerini işgale gelmişlerdi ama alkışlanabiliyorlardı. İşte bizler böyle bir millettik. Tarih boyunca taş atana hep ekmek atmaya çalışmıştık.
Anzakların seremonileri sonrası sıra bizimkilere gelirdi. Yanık sesli Mehmet bir türkü asılırdı.
Türkünün bitimi ile birlikte bu kez karşı siperden alkışlar yükselirdi.
Bizim türkülerimizi o kadar çok beğenmişlerdi ki zaman zaman istek yapar hale gelmişlerdi.
Karşı siperden taşa sarılı bir kâğıt atılır bizimkilerde kâğıdı açar ve okurlardı. Kâğıtta genelde şöyle yazardı= Dün gece söylediğiniz o güzel şeyi bu gece de söyler misiniz?
Yanık sesli Mehmet’imiz türküyü bir kez daha sonra bir daha söyler karşı taraftan yine alkışlar yükselirdi. Fakat bu savaş Çanakkale’ydi. Çanakkale’nin bir yüzü güldürürken diğer yüzü ağlatıyordu
Bu gözlerimizi tebessüm ettiren bir sahneydi şimdi gelin bir de Madalyonun öbür yüzüne bakalım=
Aradan birkaç gün daha geçti Gecenin bir vakti yine karşı siperlerden taşa sarılı kâğıtlar atılıyordu askerlerimiz açıp okudular yine geçen gün dinledikleri Anadolu kokan türkülerimizi dinlemek istiyorlardı
Fakat Bizimkiler gönderilen kâğıdın arkasına bir şeyler karalayıp gerisin geriye fırlattılar
Kâğıtta şöyle yazıyordu siz bu sabahki çarpışmalarda o güzel sesli kardeşimizi vurdunuz
İşte Çanakkale buydu gece alkışladıklarını gırtlaklıyorlardı Savaşın en dramatik sahnelerini görüp onları daha iyi anlamaya başladığımız şu demlerde gelin siperlerin içerilere biraz daha girelim ve Ecdadımızın fedakârlıklarını iliklerimize kadar hissedelim.
Bir askerimiz yanındaki silah arkadaşları ile omuz omuza vermiş siperinin kenarındaki kum torbalarına yaslanmış omuzuna dayadığı mavzeri ile düşmana ateş etmeye çalışmaktadır.
Tüfeği birden ateş etmez olmuş buna bir anlam veremez yanındaki arkadaşına döner ve sorar
Tüfeğin bozuldu galiba tetiğini çekiyorum çekiyorum ateş etmiyor
Arkadaşı önce tüfeğe arkasından da yardım isteyen arkadaşına bakar ve eliyle onun sağ elini göstererek senin İşaret parmağın nereye gitti diyecektir
Meğer az önceki atışmalar sırasında bir kurşun gelmiş delikanlımızın işaret parmağını koparmış götürmüştür ama o bunun farkına bile varmamıştır ha bire tetiği çekmek için parmağını asılmaktadır ama parmak yoktur ki.
Çevremizde uzayıp giden siperlerin zihnimize taşıdığı bu nice hatıradan sonra Alçıtepe’ye doğru ilerlemeye devam ediyoruz Biraz sonra şirin bir yerleşim merkezinde eski adı Kirte yeni adıyla Alçıtepe köyü ile karşılaşacağız. Bu köyde en çok dikkatimizi çeken şeylerden biri garip Bir bakkal dükkânı olacak. Rahmetli Salim amcanın bakkal dükkânı
Çanakkale Savaşı'ndan yıllar sonra Lozan'da kararlaştırılan nüfus mübadeleleri uyarınca Balkanlar'dan gelen kardeşlerimizden bir kısmı bu köye yerleştirilir ve bu köy ahalisi yıllarca tarlalarından topladıkları savaş artıklarını hurda niyetine satarak geçinirler.
Herkes toplayıp satar ama Salim amca bakkal dükkânında biriktirir.
Derken dükkânı Türkiye'nin en orijinal Çanakkale savaş eserleri Müzesi haline gelir 1960'larda
dükkânında biriktirdiği bu eserleri devlet Müzesi'ne devreder. Fakat Çanakkale'ye gelenler
onun bakkal dükkanını ziyarete alışmışlardır. Ziyaretçiler boş Dükkânı görünce şaşırır ve oradan her seferinde üzülerek ayrılırlar.
Salim amca dayanamaz 1960 lardan sonra tarlaları bir kez daha taratır buldukları ve topladıkları ile bu ikinci müzeyi oluşturur.
Müzenin kuruluş hikâyesini dinleyince aklımıza Çanakkale'de metrekareye 6000 Kurşun düştüğü söylemi geliyor. Bu hatıraların ışığında söylenenlerin ne kadar doğru olduğunu görüyor ve Salim amcanın Müzesi'ni gezmeye başlıyoruz.
Vitrinlerde Yığın yığın kurşunlar uçları sivri ve büyük olanlar Fransız uçları yuvarlak olanlar İngiliz
Ucu sivri ve boyları kısa olanlarsa Osmanlı kurşunları.
Burada bir şey dikkatimizi çekiyor
Çevremizdeki binlerce kurşunun hemen her birinde göze çarpan ilginç detaylar var mesela
Aradan geçen onlarca yıla rağmen İngiliz ve Fransız kurşunları neredeyse hiç bozulmadan pırıl pırıl bugünlere ulaşabildiği halde Osmanlı kurşunlarının tamamı paslanmış ve şekli şemalı kaçmış
Bu manzara bize o tarihlerde teknoloji olarak ne kadar geride olduğunu hatırlatıyor
Çanakkale'nin üzerinden geçen bir asrın yağmurunda çamurunda onların kurşunları tertemiz kalabilmiş ama bizimkiler ne yazık ki bu hale gelmiş.
Ama biz işte bu savaşı bu paslı kurşunlarla dahi kazanmıştık.
Müzenin önünde tarlalarından topladıkları kurşun çekirdeklerini satmaya çalışan köylü çocuklarını görüyoruz o sırada yanlarına gelen küçücük bir İlköğretim öğrencisi önce kurşunlara sonra bize bakıp
Abi bunlardan hangisi bizim dedelerimizin kurşunlarından diye soruyor
Paslı olanları gösteriyoruz cebindeki tüm harçlığını çıkarıp onlardan bir tanesini satın alıyor
Bunu ne yapacaksın diye soruyorum evime götürüp anneme babama göstereceğim odamın en yüksek yerini asacağım diyor ve bu sözler karşısında “Kime Emanet” şiirinin dizelerini mırıldanmak kendimi alamıyorum
Şöyle diyordu şair=
“Cephede kanlar içinde son anlarını yaşarken
Vücudundan kanlı kurşunu çıkarıp arkadaşım Mehmet
Şunu al oğluma emanet et
Ben yaşadığım müddetçe vazifemi yaptım inandığım mukaddes uğruna can veriyorum
Senden de bunun hakkını vermeni istiyorum dediğimi ilet
Mukaddes Kurşun kime emanet” diyordu
Bizler de bu gördüklerimiz ile birlikte artık mukaddes kurşunların emin ellerde olduğunu biliyor ve yarınlarımıza daha bir güvenle bakıyoruz

BU VATAN KİME EMANET
Gelelim yamyam meselesine
Hani İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif
Çanakkale şehitleri şiirinde söylüyor ya
Kimi Hindu kimi yamyam kimi bilmem ne bela
Duygusal mı davranıyor diyorduk değilmiş
Meğerse Fransızlar Afrika'dan İngilizler Yeni Zelanda ve Hindistan'dan
İnançsız ve acımasız nice askeri toplamış ve bize karşı savaştırmak için buralara kadar getirmişler.
Onlar da ellerindeki paraları ile Mehmetçiğe acımasızca saldırmışlar
Bu küçük müzede vitrinlerin içinde gördüğümüz ve insanın kanını donduran gurka palaları bu vahşetin şahidi olarak orada durmaya devam ediyor.
Alçıtepe Köyü'nden sağa doğru kıvrılıyor ve az sonra solumuzda “son ok Anıtı” ile karşılaşıyoruz.
Çanakkale Kara Savaşı'nın ilk döneminde bu tepeyi almak için çok uğraşan düşmana püskürtülmeleri sırasında son mermi atıldığı yer işte tam burası.
Yolumuz bizi kuytu bir vadiye götürüyor uzaktan hiç de seçilemeyen bu gizli menfez aslında Çanakkale Savaşı'nın en büyük hastanelerinden biri olan sargı yeri hastanesi.
Civar çatışmalarda yaralanan hemen her yaralının ilk getirildiği yer gözden uzak mı kuytu vadi oluyormuş bazen o kadar çok yaralı birikiyor bu sayı 30-40 bin kişiye kadar çıkabiliyormuş.
Ama bu vadinin en büyük zaafı Ege Denizi'ne olan yakınlığı ve bu yakınlık sebebiyle de bu hastanenin başına acı bir hadise gelecektir.
Düşman 25 Nisan’da kara saldırılarına başlamış ama aradan aylar geçmesine rağmen ciddi bir başarı elde edememiştir.
Tarihler Haziran ayını göstermektedir.
Osmanlı'nın konulu bir türlü bükememe verin verdiği rahatsızlıkla korkunç bir karar alınır.
Osmanlının gerekirse tüm hastanelerinin bombalama kararı alınır kararın ilk icra yeri ise Gelibolu'nun en büyük hastanelerinden birisi olan sargı yeri’dir.
Ege Denizi'ndeki menzil altı kilometreyi bulan uzun menzilli toplarıyla burayı sabaha kadar bombalamışlardır. Tepelere sırtlara uzatılmış kolu bacağı olmayan karnı deşilmiş gözü görmeyen ve belki de şuursuzca uzanmış tedavi bekleyen binlerce askerimiz bu hayâsızca saldırıdan kurtulamamıştır.
O gece Sargı yeri kumandanı Albay Sami Bey de dâhil tam 18.000 şehit verilecektir.
Ayağımızı bastığımız her yerin şehit naaşları ile dolu olduğunu bilmenin hassasiyetiyle
Şehitliği adımlamaya başlıyoruz sembolik Şehit kabirleri arasında gezerken sargı yerinde meydana gelmiş nice hadise aklımıza çarpıyor ve bizi o günlere götürmeye çalışıyor.
Bunlardan biri de daha 22 yaşlarındaki Hüseyin'imizin destanıdır.
Düşman Kirtie’yi ele geçiremesin arkadaşlarıyla günlerdir cephede mücadele halindedir
Açtır bitkindir ama siperden sipere koşmaktadır derken bir şarapnel parçası kasıklarını parçalar kan içerisindeki Hüseyin'imizi sedyeye koyar ve sargı yerine getirirler. Bilinci yavaş yavaş yerine gelmektedir. Günlerdir ağzına bir şey koymamıştır fersiz gözleriyle etrafı süzerken yanına birkaç asker gelir ve ona doğru bir parça ekmek uzatırlar sertleşmiş bir kısmı küflü bu ekmek Hüseyin için o an dünya taamlarının en güzellerinden biri durumundadır. Hemen elini uzatır ve ekmeği ağzına doğru götürür sonra birden duraklar ve gerisin geriye uzatır
Ekmek dağıtanlar şaşırır ekmeği niye almadığını sorarlar.
Verdiği cevap kanımızı donduracak derecede bir şuur içerir
Ben der nasıl olsa birazdan öleceğim bu ekmeği alın ve yarasa iyileşip yeniden cepheye gidecek bir başka arkadaşıma verin de ekmek zebil olmasın.
Bu Hadise Yermük Savaşı sonunda yaralılara su dağıtan askerlerin durumunu hatırlatıyor bizlere
Susuzluktan kavrulan sineleri biraz olsun serinletmek isteyen sahabe elinde suibriği ile su diye inleyen bir yaralının yanına gelir tam ağzına su akıtır çaktır ki bir diğer taraftan ikinci bir su inlemesi duyulur O yaralı ağzını kapatmış ve sesin geldiği yönü göstermektedir su dağıtan 2. kişiye koşar suyu tam ona verecektir ki 3. bir su sesi duyulur bu kez 2 yaralı ağzını kapatmış ve sesin geldiği tarafı göstermektedir. 3.yaralının yanına gittiğinde onun ruhunu teslim etmiş olduğunu görür su dağıtan hemen ikinciye koşar bakar o da vefat etmiştir. İlk gördüğü yaralının yanına koşar ama bakar ki ona da yetişememiştir ve su dağıtan bu sahabe elinde suibriği kimseye su veremeden öylece kalakalmıştır.
Bu zihnimizin yan yana getirdiği iki çarpıcı hadise ile Mehmet Akif’in şiirinde Bedir şehitleri ile
Çanakkale Şehitlerini yan yana anmasın hikmeti daha iyi anlıyoruz
Sargı Yeri şehitliğini gezerken gözlerimiz etrafımızdaki Şehit künyelerine takılıyor.
Yaşları hemen hep on sekiz ile yirmi arasında değişen gençler var çevremizde.
Daha hayatının baharında vatan millet ve dini için bu büyük fedakârlığı yapan gençlerimiz.
Gözün gördükleri göremedi hayalleri kovalıyor ve I Dünya Savaşının çıktığı o acı günlere götürüyor bizleri. 1914 yılının sonlarına.
O günlerde başta İstanbul olmak üzere Anadolu'nun birçok yerinde dört bir yana gönüllü ilanları asılır
İlerleyen zamanda bu ilanlar içerik değiştirmeye başlar.
Çanakkale Savaşı'nın ortalarına doğru bir türlü bitmeyen ve adam öğüten kara savaşına asker yetiştirme adına ilanlarda şu ifadeler yer alacaktır=
Artık yaşı 20'nin altında olanlar da Çanakkale Savaşı'na katılabilir
Bu haber özellikle payitahttaki lise öğrencilerini harekete geçirecektir.
Gönüllü kayıtların başlamasına bir gün kala gecenin bir vakti Harbiye nezaretinin kapısında bir genç belirir görevli gence seslenir=
Gecenin bir vakti burada ne arıyorsun?
Gönüllü kaydı için geldim efendim
İyi de gönüllü kaydı yarın sabah başlayacak git yarın gel
Olmaz efendim ben adımı 1 numaralı gönüllü olarak kaydettirmek istiyorum
Bekleyeceğim ve bekler.
Bizler ikinci dönem İstanbul gönüllü listelerine baktığımızda bir numaralı gönüllü olarak bu gencin adını görürüz=On sekiz yaşındaki Celal İbrahim.

SÜNGÜDEN MİHRAP
Sargıya ziyaretimiz sonrası geriye dönüyor ve Alçıtepe Köyü'nün içinden geçerek bu kez aşağılara
Gelibolu Yarımadası'nın en uçları sayılan Seddülbahir’e doğru ilerliyoruz. On on beş dakikalık bir yolculuk sonrasında Seddülbahir köyünden geçerek dimdik bir yarın başına geliyoruz. Aşağıda güzel bir kumsal ve kumsalın arkasında bir yabancı mezarlığı var. Kumsala bakan sırtta da birtakım siperler ile en yukarıda Seddülbahir şehitliğimiz görünmekte. İşte burası 25 Nisan 1915 sabahı düşmanın en şiddetli saldırılarından birinin gerçekleştiği yer.
Bölgeye Seddülbahir adının verilmesine sebep ise tam karşımızda duran ve varlığıyla Çanakkale Geçilmez sözünü tarihten beri söylediğimizi bizlere hatırlatan yaşlı kale.
On yedinci yüz yıl ortalarında Osmanlı Tahtında çocuk yaşta olan IV Mehmet bulunmaktadır.
Venedikliler Osmanlı'nın bu zaafından istifade etme adına Çanakkale Boğazı'na saldırırlar.
Padişah küçüktür ama onun dirayetli annesi Hatice Turhan Sultan düşmana fırsat vermez.
Vatan müdafaası adına İstanbullardan kalkar buralara gelir ve düşmanı Çanakkale'den geçirmeme adına işte tam buraya bu kaleyi yaptırır.
Kale bir hanım tarafından yaptırıldığı içinde bu askeri yapıya Kale-i Sultaniye ismi verilecektir.
Arapça Deniz anlamına gelen Bahir kelimesine Set kelimesinde ekleyerek buraya Seddülbahir
Yani Deniz'in Seddi demişler.
İşte o günlerde düşmanı geçirmeyen ve bir nevi set olan bu kale 1915 yılı Çanakkale savaşında da Seddülbahir Cephesi'nin en kanlı çatışmalarına şahit olmuş Mehmetçik bu Kaleiçi'nde düşmanla Süngü süngüye savaşmıştır.
Gözlerimizi kaleden daha aşağılara bugün iç açıcı bir güzelliğe sahip sığ Seddülbahir sahillerine çeviriyoruz ve bu sahilin 25 Nisan 1915 günü aldığı hali hayal etmeye çalışıyoruz.
Eledim eledim höllük eledim
Aynalı beşikte yavrum bebek beledim
Büyüttüm besledim asker eyledim
Gitti de gelmedi buna ne çare
Yaktı yüreğimi canım buna ne çare
Aylardır Osmanlı'yı şaşırtmak isteyen İtilaf Devletleri çıkartma yapacakları yerler konusunda spekülasyon haberleri etrafa yayıyorlardı. Düşman İskenderun Körfezi'nden çıkacak yok Saros Körfezi'nden çıkacak dedirtiyor hatta Kumkale gibi sahte çıkartma bölgelerine göstermelik asker bile gönderiyorlardı. Ama asıl çıkartma bölgesi işte tam karşımızda duruyordu.
25 Nisan sabahı bölge asker çıkartma amacında olan iki kömür gemisi River Club ve albion usul usul kıyıya yaklaşacaklardı. Normalde açıktan çıkartma sandalları ile kıyıya asker gönderilirken fazla zayiat oluyor düşüncesiyle bu kez böyle yapılmayacaktır. İki gemi karaya oturtulacak ve askerler direkt kıyıya hâkim olmaya çalışacaklardır.
Ama evdeki hesap çarşıya uymaz kıyıda mevsimlerinde bekleyen 67 askerimiz gözlerini gemilerin açılacak kapılarına dikmiş ve komutanlarının emrini beklemektedirler
Derken gemilerden düşman başları görülür kıyıdan müthiş bir ateş açılır
Her kafasını gösteren taş gibi suya düşmektedir. Bir üç beş on derken artık düşman askerlerinden hiçbiri gemilerin kapılarına yanaşmak istememektedir. İçeriden askerleri süngü zoruyla kapıya sevk etmeye çalışmaktadırlar derken komutanları askerlerini yüreklendirme adına kapıya yönelecek ve aynı Akıbetten kendisini kurtaramayacaktır.
O gün sabah olur öğle olur akşam olur ama kıyı şeridine doğru dürüst bir çıkartma gerçekleştiremezler. Ama 3000 kişidirler öldürmekle biter mi?
Ertesi günü artık kıyıda tutunmaya başlamışlardır. Öğleye doğru yukarılara doğru çıkar ve askerlerimizin etrafını çembere almaya başlarlar.
Dün geceki çatışmadan bu yana kıyıda sadece beş askerimiz kalmıştır
Ezineli Yahya Çavuş ve dört arkadaşı.
Derken diğerleri de Şehit olacak ve Ezineli Yahya Çavuş Alçıtepe sırtlana doğru çekilirken onu da orada şehit edeceklerdir.
Düşman bölgeye hakim olduğunda bir de sayar sadece altmış yedi askerimizin naaşı ile karşılaşır
Gözlerine inanamazlar bu 1,5 günlük çarpışmada bu kadar askeri sadece 67 kişi mi tutmuştur.
Halbuki onlar karşılarında En az 1 tümen asker olduğunu düşünmektedirler.

SAVAŞTA BİLE İNSANDIK
Yıllar sonra Çanakkale Valiliği’nden Namık Bey onların destanını şu dizelerle dile getirecektir=
Bir kahraman takım ve de Yahya çavuştular tam üç alayla burada gönülden vuruştular
Düşman tümen sanırdı bu şaheser erleri Allah'ı arzu ettiler akşama kavuştular
Seddülbahir sırtlarında dikkatimizi çeken şeylerden biri de tepeye hâkim bir konuma inşa edilmiş olan İngilizlere ait heles anıtı Çanakkale'de ölen tüm İngiliz askerlerini temsil eden bu anıtın şahsında aklımıza yine bu bölgede meydana gelen bir esir alma hadisesi
Olayı Biz kendi kaynaklarımızdan değil savaştan sonra memlekete olan İngiltere’ye giden ve orada hatıralarını yazan bir İngiliz askerinden öğreniyor Çanakkale hatıralarının Seddülbahir kısmında İngiliz askeri bakın şunları söylüyor=
Çanakkale Savaşı'nda Seddülbahir’deydik yirmi tane esrarengiz vardı ikisi Alman on sekizi Türk askeri. Önce Kara orduları kumandanı Hamilton geldi birliğimizi teftiş etti onun ayrılmasından sonra kumandanımız esirlerin ellerini ve ayaklarını bağlamamız söyledi bağladık sonra şu ilerideki tahta barakaya kapatın dedi kapattık ardından barakayı ateşe verin dedi ateşe verdik.
Az sonra etrafı yanık bir insan kokusu sarmıştı. Onları canlı canlı yakmıştık birkaç hafta sonra ben Türklere esir düştüm aynı akıbetin beni de beklediğini düşünüyordum. Bunlar da bizi canlı canlı yakarlar diyorduk Hâlbuki bizi aldılar savaşın kargaşadan uzak ve emin bir yer olan Kilitbahir Kalesi'nin arkasına götürdüler ve biz Savaş bitene kadar orada futbol oynadık. İngiliz esir işte savaş sonrası bunları yazıyordu onların dün ve bugün herhangi bir savaşta nasıl bir tavır takındıkları tarih şahit ama biz savaşta bile insandık.
Şimdiki hedefimiz düşmanın 25 Nisan sabahı çıkartma yaptığı ikinci bir önemli bölge olan ortaokul Seddülbahir’den Çanakkale yönüne doğru ilerliyor ve bir noktadan sonra sağa girerek Eskihisar tepesine doğru sapıyoruz. Az ilerde bizi geniş bir koy karşılıyor işte burası Çanakkale Kara savaşlarında Fransız çıkartma bölgesi olan morto’dur 25 Nisan'dan itibaren buraya yüklenen Fransızlar önlerinde bir türlü gerilemeyen askerlerimiz karşısında bu koyda o kadar çok ölü bırakmışlardır ki buraya morto ölü koyu adını vereceklerdir zaten Buradaki kayıpları adına inşa ettikleri anıtları morto koyunun hemen üst tarafında görülebilmektedir Eğer bir gün yolunuz morto koyuna düşerse ve vaktiniz de varsa paçalarınızı sıvayıp sığ suya girin ve suyun içindeki kayaları inceleyiniz
Bunların normal birer taş parçası değil ateş gibi yanar bir haldeyken su içinde aniden sönmüş birer demir eriği olduğunu göreceksiniz.
Mehmetçiğin buralardaki gücünü kırmak için haftalarca denizden kıyılara nasıl ateş yağdırdıklarının
en ibretli örneklerinden biri olarak o demir yığınları morta kıyılarında öylece durmaktadır
Artık morto koyundan yukarılara tırmanma zamanı geldi
Hemen üstümüzde Eskihisar Tepesi duruyor ve bu tepenin üzerinde de meşhur Çanakkale Şehitler abidesi ne zaman buraya gelsek hazır ola geçiyor ve en gür sesimizle İstiklal Marşımızı okuyoruz.
Ardından da anıtın altındaki müzeyi ziyaret ediyoruz. Müzedeki vitrin birinin içinde gördüğümüz manzara adeta Kanımızı donduruyor.
Kanlı küçücük bir Kur’an-ı Kerim ve hemen yanında siyah beyaz vesikalık bir asker fotoğrafı görüyoruz
Fotoğrafta görülen askerimiz başından geçen hadiseyi şu cümlelerle anlatıyor=
Düşmana karşı siperlerimizde nöbet halindeydik birden düşman siperinden siyahi bir asker bize doğru yaklaşmaya başladı farklı bir gelişi vardı ama güvenemezdik. Bazen sinsice siperimize yaklaşıyor ve içeriye el bombası atıp kaçıyorlar
Arkadaşlarım bir iki el ateş ettiler vurulmadı ben çektim tam alnından vurmuştum siperimizin önüne kapaklandı ölmüştü çektik içeriye aldık üzerini aramaya başladık sol göğsüne bir kabarıklık vardı elimi soktun çıkardığımda sanki ben onu değil o beni vurmuştu çünkü sol iç cebinden küçük Kur'an-ı Kerim çıkmıştı.
Düşman yapacağını yapmış ve sömürdüğü ülkelerden nice Müslüman halkı halifeyi kurtarmaya gidiyoruz diye kandırıp buralara Kadar getirmişti ve işte şimdi de Müslümanı Müslümana kırdırıyorlardı. Kara Savaşı başladıktan aylar sonra Esat Paşa düşman Cephesi'nde Müslüman askerlerin varlığını keşfeder ve bir sabah namazı vakti sesi güzel 50'ye yakın genci en ön siperlere
dizecek ve onlara=
Evlatlarım şöyle en güzel sesinizle bir ezan okuyunuz diyecektir.
Siperlerimizden lahuti ezan sesleri yükseldikçe karşı seferlerden taşlara sarılı kâğıtlar atılmaya başlanır bizimkiler kâğıtları açıp okurlar kâğıtlarda şöyle yazmaktadır=
Bizler Cezayir’li Tunus’lu Faslı bizler Hintli Müslümanlarız Siz kimsiniz
Askerlerimiz atılan kâğıtların arkalarına gerekli şeyleri yazar ve taşlara sarıp karşı Siperlere gönder
Kâğıtlara şöyle yazmışlardır=
Burası payitaht'ın kapısı bizler de asakir-i Osmaniyiz. Yani burası İstanbul önleridir. Bizler de Osmanlı askerleriyiz demektedirler.
Az sonra karşı siperlerde küçük çaplı İsyan hareketleri baş gösterir ama düşman kalleştir.
Bu isyan eden askerleri geri hizmete alacak ve ardından da tehdit edeceklerdir.
Yerinizde doğru dürüst durun yoksa memleketinizde hanımlarınızın çocuklarınızın durumları iyi olmaz diyeceklerdir.
Aslında düşmanın planlarında Arıburnu’na çıkmak hiçbir zaman olmamıştı. Onlar arkası tamamen düz bir alan olan Kabatepe sahillerine çıkmak istiyorlardı ama yirmi dört Nisan gecesi nasıl olmuşsa olmuş günler evvelden koydukları işaret dubaları yer değiştirmişti. Bundan habersiz olan düşman bu sebeple Gelibolu'da en son çıkılacak yere çıkmak zorunda kalacaktır.
25 Nisan sabahı özellikle Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerinin çıkarma bölgesi olan sahile günün ilk
ışıkları ile birlikte saldıran düşman askeri daha kıyıya çıktıktan 10-15 adım sonra duvar gibi yarlarla karşılaşacak ve neye uğradıklarını şaşıracaklardır.
Hâlbuki çıkartma kumandanları tayyareler ile günlerdir havadan çıkartma bölgelerini incelemektedir.
Düşmana Arıburnu’nda önce bu yarlar ardından da Mehmetçik dur diyecektir.
Arıburnu sahillerine geldiğimizde kıyıda anzaklara ait bir mezarlık görürüz. Son derece bakımlı olan bu mezarlıkta tüm mezarlar doğuya bakarken arka solda üç tanesinin kıbleye bakması dikkatimizi çekiyor
Yaklaşıp yakından bakıyoruz bir tanesinin üzerindeki yazıları okumaya çalışıyoruz. Müslüman asker Hindistan ordusundan Hüseyin yazıyor. Hüseyin senin ne işin var bunların arasında. Kim bilir belki de kiminle savaştığını bilmeden buraya geldi ve burada öylece kalakaldı.
Aklımıza Osmanlı arşivlerindeki Çanakkale fotoğrafları geliyor. Düşmandan aldığımız esirleri gösteren bir karede yan yana beş esir asker gösteriliyor. Fotoğrafın altında ise Osmanlıca olarak Çanakkale’de aldığımız esirlerden beş çeşit yazıyor. Devamında da sağdan zenci İngiliz Fransız Senegal’li ve Hindu yazıyor işte Mehmet Akif'in şiirindeki kimi Hindu kimi yamyam kimi bilmem ne bela dediği mısralarının karesi.
Anzak koyunu gezerken deniz tarafından eEsen ılık bir rüzgâr yanaklarımızı okşuyor. Bu rüzgârın hafif dokunuşlarıyla 1915'in Gelibolu rüzgârlarını hayal ediyoruz ve o günlerde kurulmuş sinsi bir planın Allah'ın izniyle nasıl akim kaldığını.
Tarihler artık haziran ayını göstermektedir.
İtilaf güçleri 25 Nisan'da başladıkları çıkartmadan bu yana hala doğru dürüst bir başarı elde edebilmiş değillerdir. İngiltere'de Lordlar kamarasında Çanakkale çıkartmasını fikir babası olan Churchill diğer kabine üyeleri tarafından sıkıştırılacaktır. Hani Çanakkale iki günde geçiyorduk aylar oldu çıkartma bölgelerine çakıldık kaldık diyeceklerdir.
Churchill tüm pişkinliği ile geçeceğiz sabredin der.
Nasıl diye sorarlar zehirli gaz kullanacağız der
Bazı üyeler ama derler insana karşı savaş bile olsa zehirli gaz kullanmak doğru değil
Olsun diyecektir onlar zaten insan değil
Ve zehirli gaz varilleri Londra'dan Gelibolu'ya doğru hareket edecektir.
Coğrafya bilgilerimizi biraz yoklayalım
Kıyı rüzgârları hep sıcağa doğru esmektedir yani rüzgâr yazın Karalar sulardan daha sıcak olduğu için karaya kışın ise sular daha ılık olduğu için denize doğru erecektir Çanakkale'de Temmuz ayına girilmiştir karalar yanmaktadır ve tabiatıyla rüzgâr tüm şiddetiyle denizden karaya doğru esmektedir.
Düşmanın planı bu zehirli gazları kıyıdan askerlerimizin üzerine göndermek ve Mehmetçik’i telef etmektir. Düşündükleri gibi de yaparlar günlerce bu haince saldırının provaları yapılır. Hatta zehirli gaz varillerini en ön siperlerden salacak kişiler bu kıyafetleriyle hatıra fotoğrafı çektirmeyi bile ihmal etmezler. Ve beklenen gün gelir sabahın erken saat kalkarlar
Ama kalkmaları ile şok yaşamaları bir olur
Çünkü Rüzgâr düşündüklerinin aksine yön değiştirmiş denizden karaya doğru eserken karadan denize doğru esmeye başlamıştır.
Bu ve bunun gibi daha nice akılla izah edilemeyecek hadise sonrasında Churchill hatıralarına şu cümleleri yazacaktır=
Biz Çanakkale'de Türklerle değil Tanrıyla savaştık ve haliyle de yenildik diyecektir.

SAKA MEHMET
Dört bir yanımız saran siperlerin arasından yukarılara doğru tırmanışımızı sürdürüyoruz
En yukarılarda bir elinde kamçısı diğer elinde dürbünü ile Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal'in Anıtı bizi karşılıyor anıtın hemen yanında birbirine yaslanmış vaziyette duran dört gülle bize o günlerde Mustafa Kemal’in göğsüne çarpan şarapnel parçalarını hatırlatıyor.
Annesinin verdiği saate çarpan şarapnel saati parçalayacak ama ona bir şey yapamayacaktır.
Çanakkale bir milletin varlık ve yokluk Savaşı’dır ve bu savaşta hemen herkes tüm varlığıyla yer almasını bilmiştir.
Kurtuluş Savaşı'nda en önde görünen simaların hemen hepsini biz Çanakkale’de de görürüz.
İşte onlardan birinin en yakını Mareşal Fevzi Çakmak'ın küçük kardeşi Nazif Çakmak tepedeki bir çarpışma sırasında tam burada alnından vurularak şehit düşecek ve abisi tarafından yaptırılan bu kabre defnedilecektir.
Karşımızda küçük mütevazı bir çeşme görüyoruz. Şırıl şırıl akan suyu bir süre sonra güzelim çam ağaçları arasında kıvrılarak yok oluyor. 1915!li günler. Bu suyu bulabilmek için askerlerimiz acaba ne ızdıraplar çekiyorlardı.
Hayalle hayalleri kovalarken aklımıza Saka Mehmet'in yaşadıkları geliyor. Çatışmanın en şiddetli cereyan ettiği günler haftalar olmuş askerler sığındıkları siperlerden çıkamamışlar yiyecek ve içecekleri arkalardan büyük zorluklarla ulaştırılabilir su ihtiyaçlarını genellikle her bölükte vazifeli
Saka denilen Mehmetçikler yapıyor işte onlardan birisi de Mehmet adındaki Sakamız
Her zamanki gibi takmış arkasına iki merkebini çeşmeye doğru yollanmış ağır ağır ilerlemekte.
Çeşmeye vardığında tek tek dolduruyor heybelerdeki testleri ardından kana kana kendisi de içiyor
Tam geriye dönecekken yolları şaşırıyor ve doğru İngiliz karargâhı önünde buluyor kendisini
Nöbetçiler tüfeklerini doğrultuyor bizimkine bilirsiniz sıkışmış zamanlarda zekâmız iyi çalışır
Komutan komutan demeye başlıyor ha bire Saka Mehmedim alıp karargâh kumandanın karşısına
Alıyorlar İngiliz kumandanı gören Saka Mehmet tercüman aracılığıyla
Komutanımız size su gönderdi diyor
Adamlar da buna inanmak zorunda kalıyorlar nasıl inanmasınlar ki
Savaşın başından beri bizim cepheden öyle alicenap tavırlar görüyorlar ki
Adeta bunlardan her şey beklenir deme halindeler
Paskalya bayramları geliyor Osmanlı Cephesi'ne başvurarak üç günlük ateşkes istiyorlar
Kabul ediyor bizimkiler ve tam üç gün onlar karşı tarafta bayram yaparken Mehmetçikler siperlerinden onları izliyor.
Bir yıl süren Çanakkale’de bir Ramazan bir de Kurban Bayramı yaşanmıştır. Bayram geliyor kumandanımız Bayram namazı kılmak için izin istiyorlar karşı taraf kurşunla cevap veriyorlar.
İşte biz Çanakkale'de bu kadar insanlık ve karşı taraf da işte o kadar
Saka Mehmet'e kaldığımız yerden devam edelim
Düşman askerleri onun getirdiği su tesislerine memnuniyetle merkeplerin heybelerinden indirirken
Karargâh kumandanı şaşırtıcı bir teklifle geliyor sizi bu gece misafir edelim ne de olsa hava karardı
Kim vurduya gitmeyesiniz.
Bizimki o gece düşman karargâh misafirhanesinde yatadursun bölük arkadaşları merak içindedirler.
Gideli saatler olmasına rağmen Sakaları hala dönmemiştir. Herhalde bir kör kurşuna kurban gitti derler ve sabaha kadar ruhuna Fatihalar okurlar. Sabaha doğru bizimki tam ayrılacaktır düşman kumandanı beklenmedik bir tavır daha sergiler Savaş başladığından beri bize ait güzellikleri düşmana karşı öyle bir sergilemişizdir ki onlar da bunlara kayıtsız kalamamışlardır
Bizde misafirperverlik çok önemlidir. Evde yapılan şey çevre komşulara kapı kapı dağıtılır ve kapıya getirilen bir şey muhakkak karşılığını bulur hiçbir tabak boş gönderilmez işte düşman savaşta bunu bile öğrenmiştir bizimkilerden.
Saka Mehmet oradan ayrılırken
Merkeplerinin heybeler aldıkları su testlerinin yerine konserve yemek ve çikolata ile doldurmuşlardır.
Düşman siperlerin den sallana sallana iki merkebiyle ile gözüken Saka Mehmet'i gören arkadaşları
şaşırıp kalırlar Sen dün geceden beri neredeydin seni öldü sandık diye sorarlar Saka Mehmet'in cevabı tam Anadolu insanına yakışan şekilde olur sorman kardeşler suyu gâvura kaptırdık emme
Siz bu gâvurun çikolatalarını yiyedurun ben tez elden suyu doldurur getirim diyecek ve heybelerini yıktığı gibi çeşmeye yeniden yollanacaktır.
Linklerin Gorulmesine Izin Verilmiyor. Kayit ol ya da Giris Yap