Kürtlerin Türklüğü

Gönderen Konu: Kürtlerin Türklüğü  (Okunma sayısı 2166 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

By_Caner

  • Acemi Üye
  • **
  • İleti: 96
  • Etkinlik:
    0.8%
  • Tesekkur Edildi: 581 kez
  • Rep Puanı: 0
  • Cinsiyet: Bay
Kürtlerin Türklüğü
« : 05 Mart 2023, 22:14:04 »
Muhterem misafirler, aziz Arkadaşlar, sevgili Öğrenciler!
Burada sizlere, 2700 yıllık Türk tarihinin, yazık ki az bilinen bir yönünü açıklayacağım. Doğuda 100. boylam da denilen Tul dairesinden, yani Moğolistan kuzeyindeki Baykal Gölü batısından; batıda Viyana doğrusuna kadar ki 17. Tul dairesi arasında ve kuzeyde, 55. paralel de denilen arz dairesinden, güneyde Afganistan ve Basra Körfezinin bulunduğu 30. arz dairesi aralarındaki beş ayrı bölgede, tarih boyunca görülen Kürt adlı Türk uruklarını, tarih ve dil bakımından tanıtmaya çalışacağım. Bendeniz bu konuyu , Mayıs1946’da İstanbul’da “Tasvir” gazetesinde üç makale halinde yazdığım “Kürmanç Kürtlerinin Aslı” adlı yazımdan beri 22 yıldır makale, konferans, risale ve kitaplarım ile işlemekteyim. Ankara’da toplanan “VI. Türk Tarih Kongresi Bildiriler” kitabında çıkmış ve ayrı basımı da yapılmıştır.


Hepsi bugünkü gibi, serbest münakaşalı olmak üzere, 1951’den beri Kürtler üzerine 9 defa konferans verdim. Bunların tarihini ve yerlerini saymamda, fayda vardır: Diyarbakır Lisesi’nde Tarih Öğretmeni iken 1951 Mayısında, önce Öğretmen Okulu Salonu’nda, sonrada Diyarbakır Öğretmenler Lokalinde, “Kürtlerin Menşei” adlı konferansımı verdim. Ergani’deki Dicle Köy Enstitüsü Müdürü (şimdi Kayseri Senatörü) Sayın Hüsnü Dikeçligil’in daveti üzerine, 1952 Mayısında Dicle Köy Enstitüsünde; Türk Milliyetçiler Derneği İstanbul Şubesi adına, 1952 Temmuzunda İstanbul-Eminönü Halk evinde; 1960 ara tatilindeki bir folklor seyahatim sırasında, Muş Valisi Erzurumlu Sayın Mehmet Belek’in isteği üzerine, Şubatta Muş’ta Sümer Sineması Salonunda; Erzurum Lisesinden Hocam, Türk Ocakları başkanı Sayın Prof. Necati Akder’in isteğiyle, 1960 Ağustosunda Kars ve Erzurum halk Eğitim Merkezi Salonlarında ve 1962 Kasımında, yine Ankara Türk Ocağında, aynı adla bu konferanslarımı tekrarlamıştım.


Şimdi de Atatürk Üniversitesinde “Tarih Öğretim Görevlisi” bulunuşumun ikinci ayında, Erzurum’da ilk konferansım olarak, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Talebe Derneği’nin isteği üzerine, “Tarih ve Dil Bakımlarından Kürtler” adıyla bu konuyu, yüksek huzurlarınızda anlatmak, benim için büyük bir mutluluk olacaktır. Bugün bu arada, milli ve ilmi bir konu olan, yeryüzünde Türklerin yayıldığı beş ayrı bölgede, tarih boyunca tanınan Kürt adlı Türk urukları’nı, birkaç saatinizi alacak olan bir uzunca konferansla anlatmaya çalışacağım. Bendenize bu mutlu fırsatı hazırlayan, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Talebe Derneği’ne ve bendenizi dinlemek lütfunda bulunarak burayı teşriflerinizden dolayı, siz sayın dinleyicilere çok teşekkür ederim.


Asıl konumuza girmeden, tarih boyunca Asya, Avrupa ve Afrika’ya hakim olarak yayılan Türklerin, umumi ve ülke-bölge tarihindeki birçok meseleler gibi, Kürt adıyla tanınan kalabalık ve güçlü bir uruk yani kavmının: Neden şimdiye kadar incelenerek, derli toplu bir kitapla tanıtılamadığını, haklı olarak düşünenler olacaktır. Bu haklı düşünce sahiplerine, kısaca şöyle cevap verebiliriz: Rahmetli Ziya Gökalp, Birinci Cihan Savaşı içinde 1916’da ders yılı başında, şimdiki İstanbul Üniversitesi demek olan, Darülfülün’u ıslah ederken, burada ilk defa bir “Tarih Kürsüsü”nü kurmuştu. Bu tarihten önce, koca Türk-Osmanlı İmparatorluğunda, Liselerin üstünde ancak Harbiye’lerde harp tarihleri ve Mülkiye Mektebinde de, çoğu tercüme olan siyasi ve idari tarih okutulurdu. Fakat, 1916-1933 arasında İstanbul Darülfülünu Edebiyat Fakültesi “Tarih Kürsüsü”nde “Müderris” (Profesör) unvanı ile ders okutan rahmetli Necib Asım, Ahmet Refik, Şemseddin Günaltay, Fuad Köprülü gibi zatların hiçbiri, “Tarih Enstitüsü”nde okumamış ve doktora yapmamış kimseler olup, lisan bilen ve kendi kendini yetiştirmiş Harbiye, Hukuk veya Mülkiye mezunu idiler. Bu yüzden, eski Türkleri tanıtan kaynakların yazdığı Çince, Hintçe, Eski İran’ca, Asurca, Yunanca ve Latince gibi dilleri bilmiyorlardı. Mezopotamya, Mısır ve Hitit yazılarını okuyan, tek bir Türk yoktu. Tarih ilmi “usul”ü bakımından da kendileri donanmış ol-madığından, 1916-1933 yılları arasındaki İstanbul Edebiyat Fakültesi “Tarih Mezuniyet Tezleri”de, çok zayıf olup, “Tez” vasfını taşıyanların sayısı, bir elin parmağını geçmezdi.


Ancak, rahmetli Atatürk’ün emriyle 1933’te “Darülfünun” adı da kaldırılarak ıslahat yapılıp “Üniversite” adı verilerek, yabancı uzman ve Profesörler İstanbul’a getirildikten sonra, Türk Tarih ilmide gelişmeye başladı. Yine rahmetli Atatürk’ün isteği ile, başkent Ankara’da, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin 1935’te açılması ve gelişmesiyle, demin arz edilen Umumi Türk Tarihi kaynaklarının yazdığı dilleri, doğrudan doğruya okuyup değerlendirebilen Türk gençleri yetişmeye başladı; ve Ankara’da Macar dili ile tarihini öğreten Hungaroloji Enstitüsü’nün gayretli Macar Profesörleri , Türk Tarih araştırmalarına geniş ufuklar açtılar ve çok değerli gençlerimizi yetiştirdiler 1938’de yeniden İstanbul Üniversitesi’ne dönen Sayın Hocam Prof. A.Zeki Velidi Togan’da, burada “Umumi Türk Tarihi Kürsü Profesörü” olarak, bugüne kadar çalışmakta ve değerli, müdekkik gençler yetiştirmektedir.


Artık İstanbul’da Edebiyat fakültesi ve Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gittikçe gelişerek, milletler arası ilim kongrelerinde, “Umumi Türk Tarihi”nin ana meselelerini kavramış olarak, yetki ile konuşan ve hatırı sayılan Türk uzmanlarını yetiştirmektedir. Bu yüzden, milli ve umumi tarihimizin birçok meseleleri de çözülüp, aydınlığa kavuşmaktadır. Fakat, hiçbir milletin eski tarihi, Türklerinki gibi çok geniş ve dünyayı saran bir ululuk göstermemektedir ; yani, doğuda Japon Denizi’nden, batıda Atlas Okyanusu’na ve Kuzey Sibir ile Kazan bölgelerinden güney Hinde, Yemen’e, Habeşistan’a kadar, asırlarca hakim olup, medeniyetler geliştirerek, “Üç-Kıta”ya yayılan Türk ırkının, Yakınçağa kadar gerçekten “dünyanın efendisi” sayılan ve en büyük teşkilatçısı olan şanlı atalarımızın tarihini, bütün ayrıntıları ile 30-35 yılda aydınlığa kavuşturmak, kolay değildir.


İşte, kısaca arz ettiğim bu gibi sebepler yüzünden, yani Türkiye’de tarih araştırma ve öğretimin üniversitede çok geç başlamasından dolayı, daha Umumi Türk Tarihi içindeki birçok meselelerin bile çözülüp su yüzüne çıkmayışı gibi, Kürt diye anılan Asya ve Avrupa’daki Türk urukları da, tüm olarak bir arada araştırılmaya, yeni başlanmıştır. Edebiyat Fakültesi “Tarih Dalı” mezunu olarak bu işe, ilk defa bendeniz başladığımdan, mutluyumdur. 1944’te ikinci askerlikten terhisim üzerine İstanbul’a dönüp, “Kars Tarihi” adlı kitabımı hazırlarken, “Dede Korkut Oğuz Nameleri” ile, 1597’de Bitlis’te Farsça olarak yazılan “Kürtler Tarihi” üzerine iki eser olan “Şeref Name”de, bir “Kürt-Oğuz Namesi”nin bulunmasından ilham alarak, 1945 Ocak ayında Kürtlerin menşei meselesini çözdüm. Ertesi 1946 yılı Mayıs-Haziran ayında “Tasvir” adlı uzun uzun üç makale neşrettim. Ondan sonra da, konuşmamın başında arz ettiğim gibi :


1) 100. doğu boylamında Moğalistan kuzey batısındaki Sayan Dağları ve Yenisey Irmağı Başlarında,
2) Batı Türkistan (Horasan ile Afganistan) da,
3) Dağıstan ile Romanya-Macaristan Çekoslovakya gibi Tuna Boylarında,
4) Kuzey Azerbaycan’da Kür-Aras Irmakları boylarında,
5) Dicle boylarından yayılmış olarak, Türkiye, İran, Irak ve Kuzey Suriye’dekiler olmak üzere.
Asya ve Avrupa’daki başlıca beş ayrı coğrafya bölgesinde yaşamış ve hatıralar bırakmış olan “Kürt” adlı, güçlü ve kalabalık Türk uruklarını tespit ettim. Bunların tarih boyunca varlıklarını ve dillerini öğrenip tanıtma merakı da, bendenizi sarmış oldu.


1946’dan beri yaptığım yayınlar, gerçek kaynaklar ve sağlam delillere dayandığından, arz ettiğim ilk dört bölgedeki Kürtler gibi, bir Türk ve Oğuz uruğu olan ve umumiyetle “Kürmanç” denilen Dicle Kürtleri’nin de gerçek mahiyeti ve kökleri, artık aydınlığa kavuşmuştur. Kurucularından olduğum “Diyarbakır’ı Tanıtma Derneği”nin 1963’te Ankara’da 32 sahife halinde bastırdığı “Kürtlerin Kökü I.Bölüm”; ve 1964’te bendenizin Ankara’da neşrettiğim iki haritalı, “Her Bakımdan Türk Olan Kürtler I.” Adlı 130 sahifelik kitabım ile, “VI. Türk Tarih Kongresi”ndeki tebliğim, artık “Tarih” bakımından Kürtlerin kökünü, ilmi olarak ortaya koymuştur. Burada sizlere, Kürtleri, tarih yönünden başka,, son derece ilgi çekici olan, dil bakımından da tanıtmaya çalışarak, Türklüklerini ispat edeceğim. Vaktimiz kalırsa ve sabrınızı tüketmezsem, biraz da, antropoloji, etnografya/etnoloji ve folklor bakımlarından da, Kürmanç ve Zaza uruklarına ayrılan Dicle Kürtlerinin, asla İranlı/Aryani olmayıp, Türklüklerini belirteceğim.


Asıl konuya başlarken,şunu da arz edeyim ki, yurdumuzun doğusundaki aziz Atatürk’ün adını taşıyan bu en büyük ilim ocağı Üniversitemizde “Edebiyat Fakültesi” yakında gelişip, “Enstitü”leri ikmal edildikçe, buradan yetişecek Türk gençleri, bölgemiz tarihi ile birlikte –yabancı yayın ve ajanlarının propaganda ve yemleme telkinlerinden kendilerini sıyırarak- ilmin ışığı ve aklın ölçüleriyle, yalnız Kürtleri değil , yurdumuzdaki yerleşik veya göçebe : Türkmenler, Yörükler, Tahtacılar, Manavlar, Mavalılar, Terekemeler, Karapapaklar ve başkaca adlarla anılan halkımızı da inceleyip, mazilerini aydınlatacaklardır. Bu uğurda, milletler arası ilim değeri taşıyacak eserleri ortaya getireceklerdir. Bu gerçeği unutmayalım ki, 1945’te “Kars,Ardahan,Artvin” başta olmak üzere , doğu Karadeniz illerimizi, Gürcistan “tarih hakları” adına; ve bütün Doğu Anadolu’yu da, Amerika’da toplattıran “Dünya Ermeniler Kongresi” ve “Revan Komünist Partisi Kararları” adına, Ermenistan için Türkiye’den, bu kutlu ve mutlu Son-Ana yurdumuzdan koparmak isteyen emperyalist ve korkunç derecede Türk düşmanı Moskoflar, “Tiflis-Gürcü Üniversitesi” ile “Revan-Ermeni Üniversitesi” gibi ocaklarda, Kars’tan çıkan Kür ve Erzurum’dan doğan Aras Irmakları boylarında, “ilmi siyasete alet ederek”, geceli-gündüzlü çalışmaktadırlar! On yıl önce Erzurum’da açılan “Atatürk Üniversitesi”,bu kutlu irfan ocağımız, her şeyden önce, “Doğuda Türklüğün bir manevi kalesi” olarak kurulmuştur. Unutmayalım ki, eskiden Çinliler ile Bizanslıların güttüğü “parçala, hükm-et” düsturunu, 1552 yılından beri genişleyip yayılmakta olan Moskoflar, maharetle tatbik etmektedirler. Bu sayede Ruslar : Kazan Hanlığını,Astakan Ülkesini, Sibiri ve İstiklal Vadi ile Kırım Yurdunu, Kabartay-İlini, Gürcistan’ı, Dağıstan ile Kuzey Azerbaycan’ı, Batı Türkistan’ı, sıra ile istila etmiş; para ve türlü yollarla, Türk’ü ve Müslüman’ı biri birine düşürerek kırdırmış ve I.Petro’dan beri de, Osmanlı-Türk İmparatorluğunun, amansız düşmanı olarak, çöküşünü hızlandırmıştır. Bu yüzden pis Moskof ayakları, 1829 ile 1878’de ve 1916’da üç defa, kahraman Erzurum’u da çiğneyip kirletmiş; ve yüz binlerce Anadolu-Türkünün ocağını söndürmüş, yuvasını yıkmıştır. Şimdi de, Moskova’daki kurmaylar ve korkunç istila plancıları, Boğazlar ile Akdeniz’e çıkmak, Dicle petrollerine de konmak için, Türkiye’yi yıkacak usullere başvurmakta: Ansiklopedileri, Üniversite yayınları, aşırı solcu akımları ve yüz milyonlarca lira sarfiye yurdumuzu, yurttaşımızı parçalamaya çalışmakta; bu arada “kanı bizden,dini bizden donu (giyimi) bizden” diye söylenen halk deyimimizdeki gibi, her şeyi ile bir ve bizden olan milletimizi : Türk-Kürt ayrımı, Sünni-Alevi düşmanlığı, Sağcı-Solcu çatışması ve daha türlü türlü çökertici mikrop aşıları ile bölmeye, milli birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya çalışmaktadır.


Tanrıdan korkan, insanlık ve ilim hassasiyeti olan, gerçekten milletini ve yurdunu seven Aydınlar, bu gibi düşman tesirlerinden kendilerini kurtarıp; gerçeği ve doğruyu seçebiliyor. Burada, engin Türk varlığının güçlü ve yaygın uruklarından birisini, yani kanımızdan ve canımızdan olan Kürtlerin: tarih, dil, antropoloji, etnoloji/etnografya ve folklor bakımlarından gerçek köklerini, mahiyetlerini, bir konferansta sizlere arz ederken, gerekli gördüğüm bu Girişi uzattığım için, bağışlamanızı dilerim.*

Kürt Adının Mânâsı
Asıl konumuza girerken, hiçbir İran veya Aryanı toplulukta görülmeyip, yalnız Türk ve Oğuzlar kolundan gelen urukların adı olan “Kürt” deyiminin, anlamından işe başlayalım. Başta Macar dilcileri olmak üzere, Türkologlar, doğru olarak “Kürt” adının, Türkçe “yatkın kar , sertleşmiş kar, yazın dağ başlarında bulunan ve geç eriyen kar” anlamına geldiğini belirtmişlerdir. Türkistan, Kırım ve Kafkas İllerinde bugünde, “kar” anlamına kullanılan “Kürt” sözü, Azerbaycan ile Anadolu’da , kışın insanı, hayvanı ve kızağı batırmaz derecede, tahta gibi sert kar yığını demek olan “kurtuk” (Ah ıska,Artvin,Çorum,Kırşehir), “kürtük” (Kars, Erzurum, Erzincan, Sivas, Amasya, Malatya, Diyarbakır, Bitlis, Hakkari) ve “kürtün” (Kastamonu,Bolu, Edirne, Konya, Isparta*) deyimlerinde yaşamaktadır, ki bu sonuncular, dağların kuzey ve kuytu yerlerinde yaz ortalarına kadar kalan kar anlamına gelmektedir. Tipi veya boranın çukur yerlere doldurduğu ve sertleşerek uzun zaman kalan “kar yığını” anlamına da gelen “kurtuk-kürtük” ile, Orta Asya (Doğu) ve Kuzey Türk dillerindeki “kar” demek olan “Kürt” sözü, yatkın ve sertleşmiş karın üzerinde yürünürken çıkan, “Kürt-Kürt” gibi sesten kalmadır.

Bundan 900 yıl önceleri yazılmış olan Kaş garlı’ nın “Divanü Lügat’i Türk” adlı büyük sözlüğünde, “Kürt” deyimi iki anlamda geçmektedir. :
1-“At arpanı (arpayı) Kürt Kürt yedi” cümlesi misal veriliyor ve insanın “hıyar” (salatalık) gibi sert nesneleri yerken çıkarılan sese de “Kürt-Kürt” (şimdiki İstanbul ağzımızla “kütür-kütür”) deniyor ;
2-“Yay, kamçı ve değnek gibi (sert, dayanıklı) nesneler yapılan kayın ağacına da , “Kürt” dendiği belirtiliyor.
Azerbaycan, Dağıstan ve Doğu Anadolu’da Çoban Hesabı (Takvimi) içinde “gücük” (şubat) ayı sonunda ki “üçüncü cemre” de “Kürdoğlu” veya “Kürdoğlu Kayada Kaldığı Gece” denilen sayılı bir gün vardır. İnanışa göre, bu sırada “Kürdoğlu, yarı geceye kadar soğuktan titreyip, diş dişe vururken, yarı geceden sonra, çağ (mevsim) dönüp, yer nefes aldığından, kışın dondurucu soğuğu sona erer ; yazın (İlk baharın) ilk saatlerinde başlar.” Bu yüzden Çıldır Gölü gibi, kışın kızaklar ve hayvan sürüleri geçen üzeri buzlanmış sulardan, artık hiç geçilmez. Bu “Çoban Hesabı” ndaki “Kürdoğlu” deyimi, halk inanışına göre, “Kar Adamı’nın oğlu, Kar Oğlu” dur ve artık ondan sonra, “İnsanoğlu” nun bulunduğu bölgelerden uzaklaşıp, gözden yitermiş!


Biraz sonra göreceğimiz gibi, Kürklerin “Kürt” adlı uruğu, yazın tepesinde ve kuzeyde kar bulunan yüksek yaylaklarda yaşadıklarından, böyle anılmışlardır. Biz, bu adın eş anlamını, “Karluk” diye tanınan Oğuzlarda da görmekteyiz. XIII. Yüzyıldan kalma Uygurca yazılı “Oğuz Kağan Destanı” nda, Orta Asya’daki yüce Tanrı Dağlar bölgesinde yaşayan “Karluk” (kar-lık) Türkleri’ne bu adın, “kar içinde” yaşadıkları için Oğuz Kağan tarafından verildiği belirtilmektedir. Türkistan’ın güney kesiminde Afganistan’a değin yayılan Karluklar, 751 Talas Savaşı sırasında İslam Arapların tarafını tutarak, Çinlilerin yenilmesini sağlamışlardı. Bu Karluk Türkleri’nin güneyde devlet kuran bir koluna verilen “Abdal” adının, kuzey-Hint dilince, “karlık” (karlı yerde yaşayan) anlamına geldiği tespit edilmiştir. Çin kaynaklarında bunlara “Ye-ta/ Hu-ta”, 568’deki Bizans kroniklerinde “Heptalit” (=Haptal’lar) ve İslam Arap eserlerinde “Ha batıla”(Habtallar) denilmekte idi. Hintçe kaynaklar bunların, “Huna” (Hun Türkleri) soyundan geldiğini belirtir. 563-567 yılları arasındaki savaşlar ile Göktürkler ve müttefiki Sasanlı İranlılar, Tanrı Dağların doğu ve batısına yayılarak geniş bir imparatorluk halinde yaşayan bu Heptalit/haptallar/Abdallar Devletini yıkarak, aralarında paylaşmışlardı. İşte bu Karluk/Abdal Türkleri kolundan bugün Türkiye’de Bingöl’den Silifke’ye ve Adapazarı’na kadar yer yer yayılmış olarak “Abdallar” veya “Abdalan” (=Abdallar) adıyla Kürtler, Zazalar, Türkmenler ve Yörükler topluluğu içinde, çoğu göçebe ve çalgıcı,oyuncu olarak tanınan oymaklar vardır. Köy adlarında da hatıraları yaşayan ve ana dilleri kür maçça, zazaca veya Türkçe olan Anadolu’daki bu Abdalan/Abdalların adının, “Karluk” (=karlı dağ bölgesinde yaşayan) anlamından geldiği ve hepsinin Afganistan ile doğusundaki eski Haptallar’dan oldukları anlaşılmıştır.


Kısacası, hiçbir İran veya Hint-Avrupalı/Aryani topluluğunda bulunmayan “Kürt” veya buna benzer bir etnik topluluk, yalnız Moğolistan kuzey batısındaki Sayan Dağları’ndan Viyana’ya ve Sibir’den Basra Körfezine kadar ki yerlerde yaşayan Türkler arasında, güçlü ve kalabalık bir uruk (kavim) olarak görülmektedir. Bunların adı da , tarihçi ve Türkologların belirttiği üzere, Türkçe’de “Kürt, Kürtlük, kürtün” deyimlerindeki gibi “sertleşmiş veya yaza da kalan kar yığını” anlamına gelmektedir. Azerbaycan ile Türkiye’de köylülerin : “Kürdün bir yanı dağ olmazsa yaşayamaz” biçimindeki atasözü ve Kars, Erzurum Halay türkülerinden birinde : “Allah Kürdü yaratmış, Dağlar khali (boş) kalmıya” mısraları da koyuncu ve çoban Kürtlerin, karlı yaylaklar bölgesini severek, böyle yerlerde yaşamalarının hatırasından kalmadır. Oğuzların bir kolu Tanrı Dağlar bölgesi ve çevresinde “karluk” ve kuzey Hintlilerce “Abdal/Haptal” diye tanındığı gibi, Asya’nın kuzey ve batısında da, aynı anlamda “Kürt” (Karduk/Kortuk/Kortik ve Batı Sibir’de Kürdak varyantları ile) diye anılan Türk/Oğuz kolu tarih boyunca tanınmıştır.

I. BÖLÜM : Tarih Bakımından Kürtlerin Türklüğü
Bizim araştırmalarımıza göre, M.Ö. VIII. Yüzyılda Orta Asya’nın doğusuna hakim Hunlar (Hiyung-nu) kolundan gelip, Tanrı Dağlar bölgesine yerleşerek burada “karluk” ve “Abdal/Haptal (Heptalit)” adıyla tanınan Oğuzlara karşılık ; Saka (İskit) birliği içindeki Oğuzların karlı dağ/yaylak bölgelerinde yaşayanlarına, “Kürt” ve bunun benzeri adlar verilmiştir. Yani, “Karluk/Abdal” urukları, Hunlar kolundan olup ; “Kürtler” ise , sakalar (İskitler) topluluğundaki yüce dağlar bölgesinde yaşayan Oğuzlardandır. Biz, tarih boyunca Sakaların ülkesinde başlıca beş ülke ve bölgede “Kürt” adıyla tanınan göçebe toplulukları görmekteyiz. Bunları, doğudan batıya ve kuzeyden güneye yayılış yönlerine göre, sırasıyla gözden geçirelim.

A) Yenisey Kürtleri :

Türklerin Sibir ve Avrupalıların Sibirya/Siberya dedikleri, Asya’nın bütün kuzeyini kaplayan geniş ülkelerin ortasından geçen ulu ırmağın adı, Türkçe Yenisey’dir. Bu Yenisey Irmağı başlarında, Göktürklerin “Kögmen” dediği Sayan Dağları (En yükseği 3490 m.) arasında, küçük dağ gölleriyle donanmış çok güzel ve bol otlaklı yeşil yaylaklar vardır. Moğolistan’ın kuzeybatısı ile Baykal Gölü’nün batısında bulunan Yenisey başlarındaki bu toprakların doğu kesiminde, bugün Sovyet Rusya’ya tabi Tannu-Tuva adlı bir “Muhtar Türk Cumhuriyeti” vardır. Yüzölçümü 200 bin Km. tutan bu ülkede, ikinci Göktürk Kağanlığı’ndan (681 yılından) önce yaşayıp, “Altı Oğuzlar’a” komşu bulunan ve sürüler ile yılkılar besleyip geçinen “Kürt” adlı göçebeye bir Türk uruğu vardır. Bu Yenisey Kürtleri, 650 yıllarından öce, daha doğrusu, Doğu Göktürkleri’nin 630-681 yılları arasında Çin İmparatorluğuna tabi bulunduğu sırada, güçlü bir “el-kan’lık (il-han)” kurmuştu. Sayan Atay Dağları çevresinde ve Yenisey başlarında yaşayan Türkler, Orkun Irmağı bölgesindeki Doğu Göktürkleri’nden kalma anıtlardaki yazıdan daha eski olup, “Yenisey Yazısı” denilen 39 harfli en eski Türk alfabesini kullanıyorlardı.


Göktürk veya Orkun yazısının eski biçimi sayılan yenisey Yazısı ile yazılı 32mezar taşı bulunarak okunmuştur ; bunların hepsi Türkçe’dir. “Yenisey Yazıtları (Kitabeleri)” denilen bu anıt mezar taşlarının en uzun yazılanı, 12 satırlı olup, 650 yıllarından önce ölen “Kürt Elkan”lığı hükümdarı “Alp Urangu”ya aittir ve ölünün ağzından Türkçe bir ağıt gibi yazılmıştır. Yenisey Irmağı’nın baş kollarından Elegeş Suyu boyunda bulunduğundan, “Elegeş Yazıtı” da denilen bu anıt, çok büyük bir bitevi taş yontularak üzerine yazılmış olup; yere gömülü bulunan bu taşın topraktan yukarısı, 320 santim boyunda ve en geniş yeri 60 santim enindedir. Bu koca taşı, Yenisey Kürtleri uruğu, kendi padişahları için mezar anıtı olarak dikmiştir. “Elegeş Yazıtı”nın 8. satırında, bizi ilgilendiren şu sözler yazılıdır:

“(Men) Kürt El-Kan Alp-Urangu, altunlug keşigim bantım belde; El’im, tokuz-kırk yaşım.” 14. yüzyıllık bu Türkçe cümleleri, bugünkü dilimize şöylece aktarabiliriz : “(Ben) Kürt İl-hani (Padişahı) Alp-Urungu’yum, altından yapılmış okluğumu bağladım belime ; El’im (Devletim ve Milletim) ben 39 yaşımda öldüm.”

100. Doğu boylamı bölgesinde Yenisey Kürtleri’nden ve 1300 yıldan önce kalan “Elkan Alp-Urangu”nun yazılı mezar taşında, zengin hayvan sürülerinden de bahsediliyor ve buradaki “Kürt” adı güçlü uruğun, Türk soyundan olup, Türkçe konuşup yazdığını gösteriyor. Asya’nın bu kadar doğu ve kuzey kesimine, eskiden hiçbir İranlı ve Aryani kavim gelmemiştir. Yenisey başları, Türklerin Anayurdunun doğu kuzey kesimidir. Böyle iken, henüz mektep kitaplarımızda, bu Yenisey Kürtleri’nden hiç bahsedilmediği gibi, eski bir Rus diplomatı olan ve Çarlığın son yıllarında başkent Petersburg/Petrograd (şimdi:Leningrad) daki “ Kürtler Masası Şefi” sıfatı ile, Rusların 1914-1917 arasında, Kars’tan İskenderun’a ve Tebriz’den Basra Körfezi’ne ilerleyen ordularına, yol üzerindeki “Kürtler”den nasıl istifade edilebileceğini, gizli ve numaralanmış olarak basılan bir kitabında anlatan V. Minorsky’nin 1927’de İslam Ansiklopedisi’nin Avrupa dillerindeki nüshalarında yazdığı “Kürtler” maddesinde de, asla bu hususa dokunulmamıştır. Ne yazık ki, bu korkunç Türk düşmanı ve Rusların Kürtleri bizden ayırıcı faaliyetlerinin akıl hocası olan Prof.V. Minorsky’nin “Kürtler” makalesi, 1955’te çıkan Türkçe “İslam Ansiklopedisi”nde, olduğu gibi tercüme edilerek, basılmıştır!…
Umarız ki, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Profesörleri, “Türk Ansiklopedisi”nin zeyil Cildinde, “Kürtler” üzerine doğru ve ilmi bilgileri vererek, bu açık ve korkunç hatayı düzeltsinler.


Beş Kürtlük bölgesinden en doğudaki olan bu Yenisey Kürtleri, sonradan doğudan gelen yeni göçlerin baskısı ile, batıya göçmüşler ve İrtiş Irmağı ile Tobol Suyu boylarına yerleşmişlerdir. Bu yeni yurtlarındayken, batıdan don Kazakları Hatamanı Yermak’ın 1581-1582’de İrtiş boylarını top ve tüfekli birlikleriyle, Ruslar hesabına istilası ve Ortodoksluğu zorla yaymak istemesi üzerine, Türk Mollaları bunları XVI.Yüzyıl sonlarında, İslam dinine kazandırmış ve Kam (Şaman) dinini bıraktırmışlardır. Son 400 yıldan beri bu eski Yenisey Kürtleri’nin Batı Sibir’de torunlarına, “Kürdak” denildiği biliniyor. Çarlık çağında Ruslar bunlara resmen, “Tara-Tatarları” “Tobol Tatarları” ve yurtlarına da, “Kurdak- Heskaya Vosolt” derlerdi. Dilleri Türkçe’dir.*


Yenisey Kürtleri’nin,M.Ö. VII.Yüzyılda doğuda Tanrı Dağlar ile Çin sınırına dayanan ve batıda Karpat Dağları ile Tuna Boylarına uzanan,güneyde Filistin ve Mısır kapılarına varan koca Saka/İskit İmparatorluğu’nun,kuzeydoğu ucundaki Türkleri teşkil ettikleri, anlaşılıyor.

B) Batı Türkistan veya Horasan-Afgan Kürtleri : Ortaçağ başlarında, İran’ı kuzeydoğu kesimi ile bugünkü Türkmenistan ve Afganistan bölgelerine “Doğu Ülkesi” anlamında Farsça “Khorasan” ve (Topkapı Sarayı-Oğuz Namesi’ndeki gibi) Türkçe “Gün doğusu-Genkyer” denirdi. Horasan’ın Doğu İran ile Bakı Afgan kesimlerine, burada yerleşen Saka Türkleri’ne göre İlk ve Ortaçağlarda “Secistan/Seistan” denilmiştir. İran destanlarında eşsiz bir pehlivan,yiğit olarak anılan Zal’oğlu Rüstem’de, işte bu Secistanlı Sakalar soyundandır. İstanbul Üniversitesinde “Umumi Türk Tarihi Kürsü Profesörü” olup, bu uğurda dünyaca tanınmış bir otorite sayılan Sayın Hocam Ahmet Zeki Velidi TOGAN, yazılı kaynaklardaki Horasan Sakaları dilinden kalma yer ve kişi adlarındaki Türkçe sözleri ayıklayıp ortaya çıkarmıştır.


IV.-V. Yüzyıllarda Sasanlılar, Horasandaki Merv ile Bavurd şehirleri çevresinde, (24 Oğuzlardan iki boyu teşkil eden) “Khalaç” adlı Türklerin göçebe olarak yaşadığını bildirirler. 591 yılında Batı Göktürklerinin yardımı ile İran Devletine hakim olup, Bağdat yanındaki başkent Ktezifon’da tahtı ele geçiren Horasan Sakaları’nın Arşaklılar kolundan Behram Çopin kardeşine,mensup bulunduğu uruna göre, “Kürdi” ve kız kardeşine “Kürdiyye” denildiğini, 915’te eserini bitiren ünlü İslam tarihçisi Taberi, İran kaynaklarından alarak bildirmektedir. İranlılığın koyu olarak yaşadığı Taberistan’dan yetişen bu müellifin, Arapça’ya göre yazıldığı bu “Kürdi” ve bunun müennes (feminen) biçimdeki “Kürdiyye” gibi nispet bildiren sıfatlarla anılan kardeş ve kız kardeşin adları, İran tahtını zorla ele geçiren ve Sasanlı düşmanı olan Behram Çopin (Çüpin)’in de, Kürtlerden olduğunu gösterir. Bu yüzdendir ki, Bitlis Sancakbeyi Şeref Han’da “İran Şahları”ndan “Behram Çübin’in, Kürtler Taifesi’nden” olduğuna işaret etmiştir.


VII.Yüzyıldaki İlk İslam/Arap Fethi sırasında, Horasan’ın Kah ıstan kesimindeki “Khalaçlar ile Kürtler”, bir arada konup, göçen deveci ve koyuncu boylar olarak tanınmışlardı. Hive Hanı Ebulgazi Baha dur Han, eski “Oğuz name”ler ile Türk soy kütüklerine göre, 1661’de yazdığı “Şecere-i Terakime” adlı kitabında, Hazar Denizi doğusundaki “Ulu Balkan” ve “Kiçi (Küçük) Balkan” adlı dağlar bölgesinde yaşayan Esrarı Türkmenleri’nin “Khızır Eli” içindeki “Kürtler” adlı bir boyunu tanıtır. Batı Türkistan veya Horasan Afganistan’daki Kürtler, 24 Oğuzdan iki boyun birleşiği sayılan Khalaçlar uruğu ile birlikte konup göçerdi ve güçlü komşuları da, yine Türk soyundan Gurlular (Guriler) idi.


Batı Türkistan Kürtleri gibi, Selçuklulardan önceleri, Dicle Kürtleri içinde de, Khalaç ve Gurlular bir arada ve komşu olarak yaylakçı-kışlakçı olarak yaşamakta idiler.Van bölgesinden yetişme Ermeni rahibi Arzerunili Thomas, kendi çağındaki vakaları anlatırken, 905 yılı hadiseleri arasında, Malazgirt-Erciş arasındaki bir yere, “Khalaç Deresi” anlamına “Halaç Ovit” denildiğini anar. Öteden beri burada yaşayan Dicle boyundan gelme Kürmanç Kürtleri, “Khalacan” (Khalaçlar) adı ile tanınmış olup, 1891’de burada kurulan ve Erciş ile Malazgirt köylerinde konaklayan “63.Hamidiyye Hafif Süvari Alayı”nın hepsi, Khacalan Kürtleri’nden sayılıyordu.Bunlar, Bağdatlı Mes’udi’nin 943’te yazılan “Mürüc’üz Zeheb” adlı ünlü kitabında, Dicle başlarındaki “Yakubi” denilen Hıristiyan mezhebindeki Kürtlerden gösterdiği “Çurukan” (Çuruklar) boyunun kardeşi ve komşusu sayılan boydan, kuzeydeki yaylaklarda yerleşen bir bölüktür. Öteden beri Müslüman olup, Mardin, Diyarbakır, Urfa arasında yaşayan ve 24’er oymaklı iki kola ayrılan “Kiki (Kikan=Kikler) boyunun “Kiki Khacalan kolu ile Malazgirt Khalacan Kürtleri, boydaş olduklarını bilirler.


Bunun gibi, Ortaçağda Afgan ile Pakistan ülkelerine de hakim olup, Gazneliler devletini yıkarak yerine geçen Gurlu adlı güçlü Türk uruğundan bir kolun, Miladın ilk yıllarında Arşaklılar idaresinde Dicle ile Fırat başlarına geldiği anlaşılıyor. Anadolu’ya yerleşen bu Gurlular’ın da “Kürtler”den sayıldığı, öteden beri Bingöl,Tunceli ve Siverek’teki, “Zaza,Desiman,Çarekli” veya “Dünbüli” denilen ve kendilerini “Türk”e “Tirk” demeleri gibi “Ü” yerine “İ” sesini kullanarak, “Kirt” (Kürt) diye anarak, Kürmançlar’a, “Kirtasi/Kırdasi” (=Kürtsü/Kürtümsü) diyen yarı göçebe uruktan olanların öteden beri hep, “Guran”dan veya “Gurani” diye tanınmalarından anlaşılıyor. Zaza diye toplayıcı bir adla anılan Kürtlerin dili, bu yüzden çok daha Afganca’ya çalmakta ve Kürmançlar’dan ayrılmaktadır.Türkiye’deki Guranlı uruğu Zazalar, Tanrı/Allah anlamına, “Homay/Omay” derler ve Hunlar gibi, sabahleyin “Doğan Güneş”e tapınırlar. Bunların çoğu Alevi olup, bütün adet ve töreleri gibi , ibadet dilleri de Türkçe’dir. Zazalar içinde çoklukla bulunan “Ab dalan” (=Abdallar) adlı oymakların da, Batı Türkistan’da “Gurlular” ile komşu iken, Ar şaklı (Part)ların fetih ve yayılışları sırasında onlarla birlikte Anadolu’ya göçtükleri anlaşılıyor. “Kürt” adının manasında anlattığımız Karluk adlı Oğuzların “Abdal/Haptal” kolundan Türkiye’de, hem Kürmanç ve Zaza dilleriyle konuşan, hem de anadili Türkçe olup, “Türkmenler” kolundan sayılan “Abdal” oymaklarının bulunması, bunların Batı Türkistan’dan Gurlular ile birlikte Hazar Denizi güneyinden ve İran yolu ile göçüp geldiklerini gösterse, gerektir. Khalaçlar’ın Kürmançlar içindeki oymakları da, bunlarla birlikte ve aynı yolla gelmişe benziyor.


Bugün Doğu Buhara’da “Kend-i Kürt” denilen köyde Karluklar yaşar. Çarlığın devrilişini müteakip Türkistan’da milli davranışlar başlarken, Sayın Zeki Velidi Togan Bey, bu “Kend-i Kürt’te toplanan Karlukların Milli Kongresine katılmış ve orayı yakından tanımıştı. Temür çağında, Afganistan’da Her at Çayı solundaki Öleng Neşin yaylağı eteğinde bulunan “Kürt Neşin” (yani, “Kürt Konağı”) adlı kışlak, çok ünlü idi. Bugün de Afganistan ile İran’ın “Horasan Vilayeti”nde ve Sovyetlerdeki Türkmenistan’da bir çok köy, yaylak,kışlak ve konağın adı “Kürt”tür ve buralardaki yerli halkın dili Türkçe’dir. Ancak, İranlı şahı I.Şah Abbas’ın, Osmanlıların 1590’da kazandığı ve çekilmekte olduğu Batı İran’dan 1603’ten sonra kaldırıp,Sünni Türkmenlere karşı sınırı korusunlar diye Horasan’a yerleştirdiği Şii7Kızılbaş Kürtlerin torunları, Dicle Kürtleri’nin Kürmanç diliyle konuşurlar.

C) Dağıstan-Macar veya Tuna boyu Kürtleri : Sayın dinleyiciler, bu yeni adı da, çok dikkate değer bulmuşsunuzdur. Avrupalı komşularınca “On-Ogur” veya “Hun-Ogur” gibi ikiz addan çıkma olarak, “Hungar” ve bunun Latince söylenişiyle “Hungarus” (Bu sonrakinden bozma olarak, Osmanlı kaynaklarında “Orgerus/Engürüs) denilen Macarlar, Turanlıların Urallı kolundan olup, son araştırmalara göre “ataları Türk ve anaları Fin-Ogurlu” sayılan bir kavimdir. Asya’nın kuzeyini kaplayan koca ülkelere “Si bir/Sibirya” adının verilmesine sebep olan “Saber/Sabir Türkleri”nin göçleri sırasında, Ural Dağları doğusundaki yurtlarından koparak, M.S.V. Yüzyılda Kafkas Dağları kuzeyine göçen Macarlar, 603 yılında Göktürklerinin en batı kolu olarak ayrı bir kağanlık kuran Kazar/Khazar Türkleri birliğine katılmışlardı.


İlk İslam fetihlerini anlatan “Derbendname”de, 660 ve 721 yılları vakaları anılırken, Dağıstan’ın kuzeybatı kesimlerinde, “Ulu Macar” ve Kiçi Macar” adlı iki müstahkem şehrin Khazarlar elinden Araplara geçişi de anlatılıyor. Bunlardan “Ulu Macar” yerindeki “Macar Şehri”ni XIV. Yüzyıl başlarında gören ünlü Arap gezgini İbn-i Batuta, burasının Altın orda Devletinde işlek ticaretli ve büyük bir belde olduğunu söyler. Dağıstan’da böylece yer adlarında hatıraları yaşayan Macarlar, Khazarlar içindeki karışıklıklardan bunalarak, 800 yıllarında anlaştıkları “Yedi Boy” ile bir “Birlik” kurarak, Dağıstan’dan göçüp, Karadeniz kuzeyindeki ovalara yayıldılar. Bizanslılarca hep “Türk” denilen bu Yedi Boy Macar Birliği, 830 yıllarında Ten Özü (Don Dnepr) ırmakları arasında iken, Bizans misyonerleri bunları Hıristiyan (Ortodoks) etmek için, aralarında dolaştılar ve bu uğurda Ayasofya’daki Patrikliğe, kilise raporları yolladılar.


Bu sıralarda Bizanslılar, Yedi Macar Boyu’nu “Türk” umumi adı ile anmış ve 7 boyu da ayrı ayrı tanımışlardı. Bizans Kayseri Konstantin Porfirogenetos, 950’de yazdığı “Devlet İdaresi” adlı kitabında, 120 yıl önceleri Karadeniz kuzeyindeki Macar Birliğini tanıyan rahiplerin yazarak gönderdiği rapordan faydalanarak, 7 Macar Boyunun adlarını verir. Bunlardan en güçlü bir boyun adı, “Kürt”tür. Porfirogenetos’un andığı “Kürt” boyunun adı, Macarca değil, Türkçe’dir ve Macar Türkologlarının da belirttiği gibi, “kar yığını” anlamına gelir. IX.Yüzyılın ikinci yarısında doğudan gelen yeni bir Türk göç kolunun itmesiyle, Karadeniz kuzeyindeki Yedi Macar Boyu, önce Purut Çayı bölgesine, sonra da Karpat Dağları güneyine ve Tuna Boylarına geçerek, oralarda yerleşti; burada, şimdiki Macaristan ile çevresini içine alan topraklarda bir devlet kurarak sonunda Katolik Hıristiyan oldu. Orta Tuna bölgesindeki Macaristan Kürtleri, tarihte 1138,1156 ve 1329 yılları vakalarında : “Kurtu”, “Kürdü” ve “Kürt” biçiminde anılmışlardır.**


Dağıstan Macar Kürtleri’ni coğrafyadaki hatıraları da, mühimdir. Bunlardan bir bölük Kırım’da yerleşmiş olduğundan, Kırımlı göçmenlerin İstanbul’da çıkardığı “Emel” adlı dergide (sayı:1, Temmuz-Ağustos 1967) “Kürt” adlı iki köyün bulunduğu bildirilmektedir. Sonradan dilleri Macarca olup, kökleri “Hunlar”dan geldiği anlaşılan ve 1918’de Romanya’da kalan Macar topraklarından Erdel(Transilvanya) bölgesinde yaşayan Sekel (atlarının ayakları “sekil” olmasından Türkçe böyle anılmışlardır) boyu içinde de, bir “Kürt” oymağı yaşamıştır. Bu Skeller, kendilerini, V.Yüzyılın ortalarında Avrupa’nın en üstün hakimi olan Atilla’nın (434-453) ordusundan kalma sayarlar. Macarlı Bara bâs Sam us, Sekeller’den “Medgeş” boyunun “Kürt” adlı oymağının, 1505 yılı Vakalarını anlatan kaynaklarda geçtiğini belirtmiştir.


Bugün Macaristan’da şu dokuz vilayetteki “Kürt” adlı yerlerin, eski “Macar Kürtleri”den kaldığı tespit edilmiştir:

1-Baç,
2-Borsod,
3-Heveş,
4-Solnok,
5-Komaron,
6-Nograd,
7-Nyitra,
8-Pojoni,
9-Osmanlı kaynaklarında “Temeşvar” denilen Temeş


Erdel gibi 1918’de Macaristan’dan koparılıp Çekoslovakya’ya verilen ve kuzeyden Macaristan’a komşu bulunan topraklarda da bugün, on tane köy, “Kürt” adı ile anılmaktadır. Prag Üniversitesi Profesörlerinden (Kuman oğlu) Josef Blaşkoviç, 1966’da “Reşit Rahmet İçin” adıyla Ankara’da basılan bir anma kitabındaki “Çekoslovakya Topraklarında Eski Türklerin İzleri” başlıklı makalesinde, öteden beri Çekoslovakya’da bulunan bu on köy adı için, şöyle diyor : “Kürt, on köyün ismidir. Macaristan’da yerleşmiş olan KÜRT adlı Türk asıllı boyun adındadır ; asıl anlamı ÇIĞ (Kar Yığını) dır.” Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesindeki Hungaroloji Enstitüsü Müdürü Profesör Rasony, Macarca tetkiklerinde, XIII.Yüzyılda Suriye ile Mısır’daki Kölemenli Kıpçak Türk Beylerinden “Kürt” ve “Kürt Bay” adlı kişilerden, 20 kadarını kaynakları tarayarak bulmuştur. Biz Yavuz’un 1514 Çaldıran Seferi’nden sonra, Bitlis-Muş bölgesinde Safili Şah İsmail ordusuna yardımcı “Kürt Beg” adlı bir Emiri de, Osmanlı ve Safili kaynaklarından tanıyoruz. Türklerin eski ad verme geleneğine göre : “yağmur, ay doğdu, gün doğdu, bora/boran, karyağdı, duman(sis)” gibi günlük hava durumu ile ilgili adların çocuklara konulmasından, karlı yaylakta “Kürt-Kürtlük” üzerinde doğan çocuğa da, “Kürt-Beg/Kürt-Bay” denildiğini anlıyoruz.


Dağıstan’daki coğrafya hatıralarını tespit edemediğimiz Dağıstan Macar Kürtleri’nin Kırım, Erdel, Macaristan ve Çekoslovakya’da yer adlarında hatıralar bırakıp, tarihte de anıldıklarını ve dillerinin Türkçe olduğunu görüyoruz. Dağıstan’da, Kırım’da, Karadeniz kuzeyinde ve Tuna boylarında, eski ve yeni ince haritalar ile tarih kaynaklarında yapılacak geniş araştırmaların, bu uğurda Dağıstan Macar Kürtleri’ni daha çok tanıtacağına şüphe yoktur.

Ç) Kuzey Azerbaycan veya Kür-Aras Kürtleri : Kars ilinden doğan Kür Irmağı ile, Erzurum bölgesinden çıkan Aras, Hazar Denizine karışmadan önce, Kuzey Azerbaycan’da birleşirler. Bu iki ırmağın arasında kalan, Tiflis, Revan, Gence ve Kara bağ illeri bölgelerine Ortaçağda ve İslam eserlerinde, “Aran” denilirdi. Bugün de Azerbaycan ve Doğu Anadolu gibi, Dede Korkut Oğuz namelerinin “Oğuz Elleri” bölgesinde, “kışlak, engin yer” anlamına kullanılan “Aran” (“dağ” ve “yaylak” bunun zıddıdır), Türkçe olup, Kaşgarlıda da geçer. İşte bu “Aran” ülkesinde, biraz sonra arz edeceğimiz, M.Ö. VII. Yüzyılda Kafkaslar kuzeyinden gelen sakaların hükümdarlarının mensup bulunduğu en soylu uruğu, “Saka sen/Saka sun”lar yaşıyordu. Bunların “Bala sakan” (=Küçük sakalar) denilen boyu, “Kürtler” adıyla tanınmıştır. Kıyılarında yaşadıkları ırmaklara göre biz Kuzey Azerbaycan’daki bu uruğa, “Kür Aras Kürtleri” denilmesini uygun görüyoruz.


XII. Yüzyılda, İslam imanı ile Türk gücünün temsilcisi olarak, Kudüs’ten Haçlı kuvvetlerini temizleyen ulu kahraman Eyyublu Sultan Sala haddin Hazretleri, bu Kür Aras veya Aran Kürtleri’nin Ravadlı boyundandır. İkinci kolda gördüğümüz Batı Türkistan Kürtleri gibi, bu Kür Aras Kürtleri üzerine yazılı kaynak bilgilini de önce, Sayın Prof. A.Zeki Velidi Togan toplamış olup, bunların İlbeğleri sülalesinin, Dede Korkut Oğuz namelerinde hangi kütük (künye) ile anıldığını da, ilk defa ben deniz bulup ortaya çıkardım. Bu Aran veya Kür Aras Kürtleri’nin Hıristiyan kalan kolundan ve “Babırakan” (Babırlı Hanedanı) “Khél” (El) indein, “Kolu uzun oğulları”, önce Gregoryen/Ermeni ve 1150’den sonra Ortodoks/Gürcü mezhebinde olarak yaşamış; ve Kars’ın 40 Km. doğusunda Arapça’yı sağındaki ünlü Anı Şehrini merkez edinerek, Yukarı Aras ve Aran bölgelerinde 1200-1317 arasında bir uçbeyliği kurmuştur. Kür Aras Kürtleri’nin güçlü ve Müslüman Ravadlı boyundan Şeddadoğulları (950-1200) ise, Gence, Divin ve Anı’da üç kol halinde beylik kurarak, Selçukluların Anadolu Fethinde onlara öncülük ve kılavuzluk ederek, mensup bulundukları Türklüğe büyük hizmetlerde bulunmuşlar ; güzel sanatlarda, şaheser sayılan değerli mimarlık eserleri bırakmışlardır. Kısacası, Müslüman Şeddadlılar ile Eyyublular ve Hıristiyan Kolu Uzun Oğulları gibi üç ünlü sülale, Saka Türkleri’nin torunları olan bu Kür Aras Kürtleri’nden çıkmıştır.
M.Ö. 680 ve 665 yıllarında iki büyük göç kolu halinde Kafkaslar kuzeyinden gelerek, Kür ile Aras ırmakları boylarına yerleşen ve sonra da, İran ile Anadolu başta olmak üzere, Onasya’ya hakim olan Saka (İskit) Türkleri’nin , buralarda yerleşip kalan uruklarından birisi sayılan “Saka sen/Saka sun/Saka sin”ler ile “Bala-Sakan” denilen “Kürtler” boyunun, 1593 yılına kadar kaynaklardaki haberlerini, 1961 Ekim ayında Ankara’da toplanan “VI.Türk Tarih Kongresi”nde bir “tebliğimizde” tanıttık. Türk Tarih Kurumu’nun 1966’da basımını bitirdiği “VI. Türk Tarih Kongresi” tebliğleri kitabında, 52 sahife tutan ve “Kür Aras/Aran Kürtleri” adını taşıyan bu tebliğimiz, ayrı basım olarak ta çıktı ve böylece yurtiçi ve dışındaki ilim çevrelerine bile tanıtılmış oldu. Bu yüzden, vaktimizin de azlığı düşünerek, yeryüzündeki tarih boyunca tanınan Kürtlerin dördüncü bölgesi sayılan “Kür Aras Boylarındaki Kürtler”den, kısaca bahsedeceğiz.


M.Ö. VII: Yüzyıl başlarında Kimmerler’i Anadolu’ya kaçırtarak Frigya’nın yıkılmasına yol açan Sakalar, güçlü altı göçebeler olarak Kür ve Aras Boylarına yerleşmiş ve az sonra Asurlular ile çarpışarak, Anadolu, Suriye ve Filistin’e varınca yayılmış; hatta Mısır kapılarında Firavun Psammetik’ten haraç almış; bir yandan da İran’a hakim olmuşlardı. V.Bölge sayılan “Dicle Kürtleri” ülkesindekileri anlatırken tanıtacağımız Madova/Afrasyab (654-626) adlı ulu cihangir padişahlarının, hile ile öldürülmesi üzerine Önasya hakimiyetini yitiren Sakalar, Yukarı Dicle ile Aras, Çoruk ve Kür Boylarında tutunup yerleşmiş olarak yaşadılar ve soydaşları olan Arşaklılar’ın buralara hakim oluşunda, onlar ile anlaşıp birleşerek, “Küçük Arşaklılar” (M.S. 53-429) devletini teşkil eden ayrı Elbeğlikler kurdular ve 305 ile 310 arasında Hıristiyanlığı benimsediler.
Sakaların M.Ö. VII. Yüzyılda kuzeyden Kafkaslar güneyine göçerek yerleşip hakim oldukları bölgelerde, başlıca şu uruk ve boyların kaldığı tespit ediliyor:

1-Derbent ile Baku’yü da içine alan Şirvan’da Albanlar,
2-Kara bağ-Gence-Revan Bölgesindeki “Aran”da Sakasınlar,
3-Borçalı-Laru-Tumanıs-Şamşolde-Ahılkelek-Ah ıska-Ardahan-Göle kesimlerinde Gagalar (Bu gün “Gagawan”da denilen “Çin-Çavatlar”),
4-Çoruk boyunda (Erzurum’un Olur ilçesinin eski adı)”Tavusker” ile Oltu Narman-Tortum ve Yusufeli bölgesinin, Ak koyunlular ile Osmanlılar çağındaki adı “Tav-Eli” gibi coğrafya adlarında hatırası yaşayan Taok/Tavok(Tav-lar),
5-İspir Bölgesinde adları yaşayan Hesperitler,
6-Bingöl’den Arapça’yı kavuşanına kadar yukarı Aras boyunda oturan (Kars Yaylası ile Kağızman Deresi’ni de içine alan) ve Yukarı Pasin ile aşağı Pasin Bölgelerinde adları yaşayan Pasianlar,
7-Van Gölü güneyinde Doğu Dicle’ye “Bokhtan/Botan” adını verdiren Pakuk (Bokhti/Bogd-uz) ve
8-Hakkari ile Yukarı ve Aşağı Zap Suları arasındaki balkanlık yerlerde Korduk(Akşaklılar çağında “Kortuk” ve 1350 yıllık biçimiyle “Kürtler”)

Arz edilen bu 8 bölgedeki Saka Uruk ve boylarından Aran’daki Sakasınlar, “Kür Aras Kürtleri”nin ataları olup, Pak tuk ile Korduk uruğu da, Ortaçağda “Bokhtan” (Bokhtlar) ve “Beçeneviyye” (Peçene/Peçen ek) adlı iki ana kola bölünüp, bugün “Zil an” ve “Mil an” diye ikiye ayrılan Kürmançlar’dan ibaret Dicle Kürtleri’nin atalarıdır. Biz, bu sonuncuları, biraz sonra tarih, dil ve öteki yönlerinden tanıyacağız.


Kür-Aras /Aran bölgesindeki Saka (İskit) uruğuna, M.Ö. V.Yüzyılda Herodot Saka sen, M.Ö. 331’deki İskender’in Ar bela (Er bil) Savaşını anlatan Yunanca kaynaklarda, Sakasın, Strabon’da Saka sen, Plinius’ta Saka sun ve M.S.150 yıllarında Mısır Kralı Yunanlı Ptolemeus’un coğrafyasında Sakapen denilmektedir. Sakaların hükümdarını çıkaran boy veya uruğa Herodot, “Basili (Hükümdarlık)-İskitleri”, Çinliler “Se” veya “Su”, milli Türk gelenek ve destanlarına göre de Kaş garlı Mahmut, “Şu” demektedir. Bu bilgiler bize, Kür Aras arasında yaşayan Sakaların Sakasın Uruğu’nun, hükümdarı çıkaran boy olduğunu göstermeye yaramaktadır. İranlılar, Aran’daki Sakalara/Sakasına “Si-Sakan” (Si-Sakalar) ve V. Yüzyıldan XIV. Yüzyıl sonlarına kadar ki Ermenice kaynaklarda da, “Si-Uni” (Si-Hanedanı) denilmektedir. Dede Korkut Oğuz Nameleri’nde ise, “Taş-Oğuz” Eli’nin altı El beyliğinin bağlı bulunduğu Nah çıvan-Kara bağ-Gence bölgesinin “Hanlar” sülalesi, “Afrasyaboğlu Alp-Oruz” kütüğü ile anılarak, bunların Sakaların ulu cihangir padişahı soyundan geldiğine işaret edilmiştir. M.Ö. 66 Aralık ayında Roma Serdarı Pompeius’un ordusu ile Tiflis Doğu güneyinde ve Kür Irmağı boyunda kışlarken, onu baskına uğratırken bozulan ve 12 bin atlı ile 60 bin yaya çeri çıkarabildiğini anlatan Appıanos ve Dion Cassius gibi kaynaklarda geçen “Albanlar Hükümdarı” (sülalesinin) adı, “Oroés” ve “Orosés” (Orus/Örs) diye anılmaktadır. Bu da, milli destanlarımızdaki “Afrasyaboğlu Alp/ Arız/Oruz han) sülalesinden ibarettir.


Arandaki Sakaların Sakasın/Si sakan uruğunun Bala-Sakan denilen boyunun adı, “Küçük Sakalar” anlamına gelir. Balasakan’ların kendi adları ile anılan kışlaklarını, (Atilla çağında) 445 yıllarında Kür Irmağı güneyine inen Hunlular’a vererek birlikte kışladıkları biliniyor. İlk İslam Fethi’nde Aran’daki bu “Bala Sakan “ boyunun “Kürtler” diye tanındığını görüyoruz. Biz Dicle Kürtleri’nin Zil an kolundan sayılan ve Murat Suyu başları ile Arı dağı çevresinde yaşayan 24 oymaklı Celali boyunun 12 oymaklı “Khalikan” ve 12 oymaklı “Sakan” (Sakalar) diye, Arandaki “Saka-sın”, “Si-Sakan” ve “Bala-Sakan”ın adaşı olduğunu görüyoruz. (Celali Kürtleri’ndeki bir halk inanışına göre, bu ad, savaş sırasında sağ kolda vuruşanlar anlamına gelen “Sak-lar” demek olan “sak-an” dan ibarettir!)


Bütün İslam kaynakları, Hazredi Osman çağında kara bağ ile Gence’nin (Aranın) fethinde, buradaki göçebe “Bala sakan Kürtleri”nin ayaklanarak, itaat eden yerleşik komşularına rağmen, Araplarla savaştığını anlatırlar. İlk istila ordusu, güçlü ve savaşçı “Bala sakan Kürtleri”ni yatıştırıp usandırmadan aciz kaldığından, ancak halifenin buyruğu ile, Basra Valisi Ebu Musa yeni bir ordu ile yardıma gelince, Karadağ’daki bu milli isyan bastırılabildi. 944 yazında, Dağıstanlılar ile Norman/Rurik (Rus) korsanlarının, Kür Irmağı ağzından, altı düz kayıkları ile ilerleyip, Aran merkezi Berde (Partav/Berda’a) şehrini, ansızın yağmalayıp yakmışlardı. Bu şehrin dış kale kapılarından batıdaki yaylaklara giden yolun başladığı bir kapının adı “Bab’ül Ekrad” (Kürtler Kapısı) diye anılıyordu. 926’da Aranı gezmiş olan İbn’ül A’sam’ül Kufi, Aranda ve Aras boyunda konuşulan dilin “Khazarca” (Hazar Türkçe’si) olduğunu, bir tanık olarak bildirir. 966’da eserini yazan Mukaddesi, Farsça ve Ermenice’den ayrı bir dil konuşan Kür Aras Irmakları arasındaki halkın, “Aran Dili” ile konuştuğunu yazar ki, bunun 40 yıl önce anılan “Khazarca”dan ibaret bir Türkçe olduğu anlaşılıyor.


Kür Aras Kürtlerinden Hıristiyan ve Müslüman olan kolların ana dilinin, Türkçe olduğunu gösteren başka deliller de vardır.Hıristiyan Kürtlerden Kolu Uzun Oğulları’nın (Gürcüce tercümesiyle: Mkhar Gerdzeli Dize) 1150 yıllarında anılan boyları adı, “Khél Babırakan” Türkçe olup, baştaki deyim, Oğuz Ağzı’na göre (birazdan sunacağımız bol örneklerdeki gibi) önüne “Kh” sesi eklenmiş Türkçe “göçebeler birliği” anlamına “él” ; ve ikinci kelime başındaki “Babır” da, “Ba bur/Be bir” dediğimiz aslan,kaplan arası yırtıcı ve güçlülük sembolü sayılan hayvan adıdır.(“akan” soneki ise, Farsça ve Ermenice de, köklü sülale adları sonuna gelen ve Türkçe’deki “gil” in yerini tutan bir ektir.) Yani, “Khél Babır Akan”, Babır-gil Eli anlamına gelir. Anı şehrinde oturan Ortodoks Kolu Uzun Oğullarının 1200-1261 yıllarından kalma kadın ve erkek ile manastır adlarından : “Khatun”, “Koşa Vank” (Çifte Manastır), “Aruz”, “Mama Khatun”, “Atabek” , “Akbuga-Ağbuğa” ve “Tursun” hep Türkçe Oğuz ağzına göredir.


Revan’ın Revan’ın 27 Km. doğu güney yanında şehir örenleri bulunan ve Dede Korkut Kitabında “Kazan han” sülalesinin başkenti olarak “Altun Takht” diye anılan Divin (Dibin) şehrine göre, “Divin Ravadlıları” denilen Kürt boyundan olan ordu başbuğları ailesi, kendileri gibi “Aran (Gence) Ravadlı Kürtleri”nden gelen Anı Şeddadlıları (1064-1200) hizmetinde ve Arapça’yı boyunda yaşıyorlardı. İslam kaynaklarında Arapça’ya göre “Ekradü Ravvadiyye” diye anılan “Rıvadlı Kürtleri”, eski “Bala sakan Kürtleri”nin bir boyu idi. Selçuklu Alp Arslan’a çok hizmet ettikleri için, Divin Şeddadlıları (1020-1163) kolundan Şavur’un oğluna armağan edilen Bizans’tan alınma Anı Şehrinde kurulan Şeddadlıların 60. yılında 1124’te Gürcü Kıpçaklı ordusu Anı ile Arpa çayı boyunu istila edince, buradan kaçan İslam Türk aileleri arasında “Leşgerkeş” (Başbuğ) hanedanından Şazi oğlu Necmeddin Eyyüb’da Irak’a göçerek, Tekrit kasabasında yerleşmişti.”Divin Ravadlı Kürtleri”nden Anılı Necmeddin Eyyüb’un 1137’de Tekrit’te doğan oğlu Yusuf Sala haddin, Selçuklu Atabeklerinin bir fatih başbuğu olarak, Mısır ile Suriye’de, babasının adı ile ünlü Eyyublular devletini kurmuştur. Anılı Necmeddin Eyyüb’un öteki oğulları, Türkçe “Turan Şah” ve “Tuğ Tekin” adlarını taşıyordu. Eyyublular çağında yazılan eserlerde, bunların “Türk soyundan” gösterilmesi de, tarihe ve milli geleneklerine uygundur.


Bitlis’ten İran’a kaçan Kürmançlı Roşeki boyunun beyi Şemseddin’in oğlu olup, İran’da doğan Şeref Han’ın 1576-1578 arasında “Nah çıvan Beğlerbeğisi” iken, yakından tanıdığı ve Osmanlı hizmetine girdikten sonra da 1588’deki Gence Kara bağ Fethinde yeniden gördüğü, koyuncu göçebelerden Gence Kara bağ ilinde yaşayan “İgirmidört(lü) Kürtleri”, Ravadlılar’ın da mensup bulunduğu eski “Bala sakan Kürtleri”ndendir. Şeref Han’ın “Şeref name”de, “İran Kürtleri” kolundan gösterdiği Arandaki bu “İgirmidörtlü”ler, eski Oğuz düzeni geleneğine göre : 12 sağ kol ve 12 sol kol boylarına ayrılan 24 boyun birliği olduğundan, bu adla bir “Ulus” (Boylar Birliği) sayılıyordu. Kara bağ Gence’deki göçebe geleneklerine göre Şeref Han’ın “Kürtlerden” diye andığı bu “İgirmidörtlü Ulusu”, anadilleri Türkçe’den başka lisan bilmediklerinden, Safili İran’ın başkentteki “Divan Defterleri” ile, buna göre yazılan “Alem Aray-i Abbasi” gibi resmi tarihlerde, Aran/Karadağ’daki “Terakümat” (Türkmenler) kolundan ve Kaçarlara bağlı göçebeler olarak gösterilmektedir. 1593 yılından kalma Osmanlıların ilk “Gence Kara bağ Vilayeti Tahrir Defteri”nde de bunlar, 12+12=24 boy olarak ve “Ulusat-i Yiğirmidörtlü” adı ile, Türk Göçebeleri olarak anılıyor ve kışlakları, “Otuzikilü” adlı 24 Türkmen ve 8 Kıpçak boyu birliğine bağlı 32 boyun kışlak ve köyleriyle, bazen ortak gösteriliyor. Çoğu “Berde Sancağı”nda kışlayan “Yiğirmidörtlü Ulusu”ndan bir boy da, “Khacalan” (Khalaçlar) adı ile Oğuzlarda gösteriliyor. Dede Korkut Oğuz nameleri gibi tarihi milli destanlarımızda bu “Yiğirmidörtlü”lerin, Ravadlılar’ın, Kolu Uzun Oğullarını çıkaran “Khél Babırarakan”ın “Bala sakan Kürtleri”nin mensup bulunduğu “Si-Uni/Si-Sakan”da denilen sakasınlar’ın, 6 Taş oğuz El beylerinin başı, aran ülkesi hakimi “At Ağızlu Oruz Koca” sülalesinin “afrasyaboğlu soyundan gösterilmesi, bunların Türklüğüne ve Oğuzlar kolundan geldiğine, en ufak şüphe bırakmıyor.

D) Dicle Kürtleri : Sayın dinleyiciler, şimdiye kadar gördüğümüz Asya ile Avrupa’daki dört ayrı bölgede yaşayıp, tarih ile belgelerde tanınan “Kürt” adlı güçlü ve kalabalık urukların, anadillerinin Türkçe olduğu ve Saka (İskit) Türkleri’nden kalma Oğuzlardan geldikleri, artık aydınlanmış ve her türlü şüpheden uzak bir gerçek halinde belirmiştir. Güney Sibir’de Yenisey başları ile İrtiş Tobol boylarında ve batıda Dağıstan’dan göçme olarak Erdel, Macaristan ve Çekoslovakya ülkeleri gibi Tuna boylarında, Hazar Denizi doğusundaki Batı Türkistan (Horasan-Afganistan) ile Hazar Denizi batısındaki Kür Aras/Aran bölgesi gibi başlıca dört ayrı bölgede ve iki kıtaya yayılarak, coğrafyada da adlarını hatıra olarak bırakan “Kürt” adlı göçebe uruklar ile soydaş ve boydaş olan Dicle Kürtleri’nin, Basra Körfezine suları akan Dicle Irmağı boylarından İran, Türkiye, Irak ve Suriye’de bu ırmağa komşu bölgelere de yayılıp 2500 yıldan beri “Karduk/Kortuk” ve “Kürtler” adı ile tanınmalarını ve “Dede Korkut Oğuz nameleri” ile 1597’de yazılan ilk Kürtler tarihi Şeref name”de bunların Oğuzlar kolundan gösterilmesini, belgeleriyle göreceğiz. Kendilerine “Kür-maç / Kür-manç” diye öz Türkçe bir ad veren Dicle Kürtlerinin dil,antropoloji, etnografya ve folklor bakımlarından da, Türklük ve Oğuzluk yönlerini tanıyacağız.
Şunu da yine arz edelim ve unutmamalı ki, doğuda Baykal Gölünden batıda Viyana’ya, kuzeyde Sibir’den güneyde Afgeneli ile Basra Körfezine kadarki çok geniş ülkelerde görülen ve “Kürt” diye tanınan urukların Türklüğünü, ilk bakışta gösteren adları, yalnız Türk – Oğuz / Türkmen dili ile izah ediliyor ; bunların adaşları ve boydaşları da, ancak Türk-Oğuz toplulukları ve yurtları içinde görülüyor. Ne İran dillerinde nede onun mensup bulunduğu geniş Aryani veya Hint-Avrupa dillerinde “Kürt” veya buna benzer bir adla anılan hiçbir boy veya etnik topluluk bütün yazılı kaynaklarda olduğu gibi, bugün de yoktur. Yalnız bu husus bile, satılmışlık yüzünden veya cehaletten yabancı propagandalarına kapılan, aydın geçinen bir takım “Kürt”lerin dikkatinden kaçmış olup; bu gibileri, türlü yayın ve telkinlerinde : “Kürtlerin ulu atalarının, İranlı Medyalılar” olduğunu söyleyerek ; Ateşe tapıcılıktan kalma “Nevruz”u, “Milli Kürt Bayramı” diye tanıtmaya girişerek, hatta M.Ö. 612’de Asurluların Medyalı ve Babilli müttefikler eliyle yıkılış tarihini, “Milli Kürt takvimi ve istiklalinin başlangıcı” sayarak, buna benzer sapıklıklar ve güçlüklerle, gerçekten Kürtlere hakaret etmişler ve bu uğurda Aryanı emperyalistler ile Farsların, “İran Nijad Kavımlar” mektebi propagandalarına alet olmuşlardır! Tarih ile dil başta olmak üzere, Dicle Kürlerinin, gerçek ilim yolu ve usulleriyle incelenmesi ise, son 160-150 yılın içinde yabancıların ortaya koyduğu ve ilmin belge ve delillere dayanan usulünden habersiz olup, mesuliyet duygusu ile yetkiden yoksun kişilerin iddialarının çürüklüğünü göstermektedir.


Kısacası, “Kürmanç Kürtler”de denilen “Dicle Kürtleri”ni, İranlı soyundan gelme göstermek, “Acemlerden saymak” ; seciye, ahlak, namus anlayışı, mertlik, atlı göçebe yaşayışı ve 6+6=12’li , 12+12=24’lü oymak ve boy düzenine sürekli bağlılık ile, dilin aslı ve özerlikleri gibi sosyolojik hususlarda, İranlılardan apayrı olan manevi ve maddi görünüşü, “yuvarlak başlılık” gibi antropolojik yapıyı ve yalnız Oğuzluk/Türkmenlik vasıflarından ibaret koca canlı folkloru inkara kalkışmak demektir. Halbuki şimdi göreceğimiz tarih kaynakları ile biraz sonra arz edeceğimiz dil, antropoloji, etnografya, milli ananeler ve folklor gibi, bilim kollarını ilgilendiren ve ulu ataları, kökleri belirten deliller, her yönden ve her bakımdan Dicle Kürtlerinin de, Oğuz Türklüğü’ne mensup bulunduğunu, apaçık göstermektedir. Bunları inkara girişmek, güneşi balçıkla sıvamaya benzer!… Bu uğurda gerçekleri ortaya koyma yolunda çalışmayan ve geciken Üniversitelerimiz ile Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi resmi ve hususi ilim müesseselerimizin de suçu ve günahı vardır!… Konuşmamızın başında arz ettiğimiz gibi, Türk Üniversitelerinde “Tarih Kürsüleri” henüz emekleme çağını geçirmiş ve yeni yeni yürümeye başlamış bir çocuk halindedir…


Bu gibi en yüksek ilim müesseselerimizin, araştırma ve yayınlar yaparak ilim alemini aydınlatmada gecikmesi, şerefli ve eski ataların tarihinden, dilinden habersiz birtakım anadili Kürtçe yarımaydın veya okumuşların, yabancı yayın ve propagandalarına inanmalarına sebep olmakta; böylelerine; “Üç Kıtaya hükmetmiş” şanslı Türklük içinde, kendi öz varlık ve birliklerinde, adeta bir “azınlık” (ekalliyet) ruhu taşımayı telkin etmektedir. Her aklı başında aydın kişi, başkalarının ağzına ve kalemine, kendi şahsiyeti ile görüşünü uydurup kaptırmamalı; büyük sosyolog rahmetli Ziya Gökalp’in 1922’de Diyarbakır’da çıkardığı “Küçük Mecmua”da belirttiği gibi, Kürtlerin kökü ile dilinin eski ve bozulmadan önceki halini, kendi akıl ve mantığını kullanarak, “İlim ölçüleri ve mukayeseli tarih ve dil metotlarını kılavuz edinerek”, doğru ve şaşmaz yolda yürümelidir. İlmin bu gerçek yolu da, öteki dört ayrı ülkedeki “Kürtler” gibi, “Dicle Kürtleri” veya “Kürmançlar”ında, Türklüğün öz varlığından bir güçlü uruk olduğuna ve Oğuzlar kolundan geldiği gerçeğine bizi götürmektedir.

***

Dicle Kürtleri üzerine en çok araştırma ve yayınlar yaptıran yabancı devlet Rusya olmuştur. Çar I.Petro’nun “açık denize çıkma” yolundaki ülkü ve vasiyetini gerçekleştirmeye çalışan Ruslar, Baltık Denizinde hakim İsveç’in sarsılıp küçülmesinden ve Napolyon’un Fransa’yı Avrupa’ya üstün kılması fırtınasından sonra, gelişen Almanya karşısında, Baltıktan açık denize çıkmada umutsuzluğa düşmüştü. Daha I.Petro çağında Dağıstan, Şirvan ve Gilan gibi Hazar Denizinin batı ve güney kıyılarını istila ile, İran üzerinden Hint Okyanusuna çıkmayı gözeten Rusya’nın karşısına önce Osmanlılar, sonra Afşarlı Nadir Şah çıkmıştı. Kırım’a ve Kabartay Çerkeseli’ne, “muhtariyet” vadi ve adı ile yerleşip, buraları Türkiye’den koparan Ruslar, yerli Müslüman halkını kırıp kaçırtarak, Karadeniz kuzeyini bir “Kazak,Ukrayna,Rus Toprağı” haline sokmayı gerçekleştirme yolunu tutmuştu. Osmanlılardan Balkan Yarımadasını ve Karadeniz’in doğusundaki “Kafkas Ellerini” de koparmaya girişen Rusya, ordularından önce buralara ajanlarını ve I.Petro’nun kurduğu “İlimler Akademisi” üyelerini göndererek , propagandalar ile araştırmalar yaptırmış ve “parçala-hükmet” düsturunu tatbikte, sistemli bir yol tutmuştu. Ruslar, Boğdan ile Eflak gibi bugünkü Romanya’yı teşkil eden ülkelerde Bulgarlar,Sırplar içinde ve Rumların kalabalık yaşadığı yerlerde “Hıristiyan Birliği” ,”Ortodoks Birliği” ve sonra “Pan Slavizm” adlı manevi silahlarla çalışarak, II. Katerina’nın, “Büyük Greg Projesi”yle, İstanbul ile Boğazlara hakim olmayı gözeterek, bu uğurda çok çalıştılar. Bilindiği gibi, 1804’ten 1878 yılına kadar Yunanistan’ın, Sırbistan’ın, Romanya’nın, Bulgaristan ile Bosna Hersek’ in, Osmanlı İmparatorluğundan ayrılma ve teşkil edilmelerinde, birinci sırada Rus’ların tesiri vardır.


Karadeniz doğusundaki Osmanlı topraklarında ve İskenderun Körfezine çıkma yolunda ilerlemeye başlayan Rus’lar, bu uğurda da mezhebdaşları Ortodoks Gürcistan ile Türkiye Ermenileri’ni avlayıp, istila emellerine alet etmeye başladılar. Kuban Irmağı ile Gürcistan arasındaki Çer kes Elleri ve Abaza Toprakları’nı ele geçirince, buraların Müslüman yerli halkını, kırma ve toptan Türkiye’ye göçürtme usulleriyle, Karadeniz’in doğu kıyılarına da Rus Kazakları ile Mujikleri’ni yerleştirdiler. 1801’de hile ile Tiflis’in işgalinden sonra, yer yer ayaklanan ve Ahıska ile Tırabuzon Paşaları aracılığı ile Türkiye’den yardım isteyen Hıristiyan Gürcü Beyleri ve milliyetçilerini ezen Ruslar, Gürcüleri de Ruslaştırmaya başladılar. 1853-1856 Türk-Rus Savaşında yenilen Rusya, o zamana kadar Anadolu cephemizde savaşan Rus ordularının faaliyetlerini anlatan resmi ve askeri yayınlarda, “Türkiye Asya’sı” deyimini kullana gelmişken, 1856 Paris Muahedesinden sonra Petersburg İlimler Akademisinin akıl hocalığı ile artık Doğu Anadolu için “Armenya” (Ermenistan) deyimini kullanmaya başladılar, 93 (1877-1878) Savaşına girerken Rusların Kafkas Orduları, Kars-Beyazıt-Erzurum’da ,“Armenya’da savaşmış) gösterildi. Üç Kilise (Eçmiyazin) Katalikosluğunu da , Türkiye Ermenilerini “Armenya’yı kurma” tuzağı ile avlamaya alet ettiler. 1856’dan itibaren Rusların “Erzurum Vilayeti Başkonsolosu” Aleksander Jaba, Petersburg İlimler Akademisinden aldığı anket ve talimatla, şehirdeki hanlarda konaklayan yolculara kadar, Kürmanç ve Zaza dilleriyle konuşanlardan, kelimeler derleyip, bir “Kürtçe Sözlük” yapmaya ve hikayeler ile fıkralar yazarak da “Kürt Edebiyatı Örnekleri” vermeye çalıştı. Yine bu Petersburg İlimler Akademisi, 1860-1862’de “Şeref namenin” Farsça aslını ve 1868-1875 arasında da, bunun 4 kitap halinde Fransızca tercüme ve ilaveli çok uzun izahlarını bastırdı. Fakat, bunda yapılan korkunç tahrif ve yanlış izahlar ile “Şeref namedeki” “Kürt Oğuz namesi” kahramanı “Bogduz Aman” sülalesinin adını “Bogoz Ermen”, yani “Ermeni Boğoz/Pavlos”tan itibaren gösteren uydurmaları, gerçekmiş gibi ileri sürdüler. Ruslar, Kürtler üzerindeki bu çalışma ve yayınları ile Türkiye’mizi doğudan da çökertmeye koyulunca, İskenderun Körfezi ile Basra Körfezine çıkmada, Ermenilerin yanı sıra, Kürtlerden de faydalanmayı gözetiyor ve bu uğurda bilhassa 1914’te başlayan I.Cihan Savaşında çok gayret gösteriyordu. Rus İlimler Akademisinin talimat ve isteği ile Çarlık, Hariciye Nezaretine bağlı diplomat ve konsolos olarak Vladamir Minorsky ve Vasıl Nikitin adlı iki uzmanın çalışmalarını, “Kürdistan Muhtariyeti” ağı örülürken klavuz ediniyordu!


Rusların bu uğurdaki gerçek niyet ve ülküleri, “Fırat boylarında Rus Kazakları ile Mujiklerini yerleştirmek” yani buraları da, koca Kırım Ülkesi, Kuban Boyları ve Karadeniz doğusu gibi Ruslaştırarak, İskenderun ile Basra Körfezlerine çıkmaktı. Rusların bu gizli planını, 1916’da Trabzon, Erzurum, Bingöl, Muş, Bitlis ve Van istila ederken çok heyecanlanarak, Çar II. Nikolay’dan , artık “Ermenistan Muhtariyeti’nin İlanını” yıldırım telgraflarla isteyen Ermeni ileri gelenlerine, Hariciye Nazırı Sazonof’un verdiği kısa cevaptan anlıyoruz. Çar adına Sazonof, Tiflis’teki Genel Valiye gönderdiği telgrafta : “Rusya’ya, Ermenisiz Ermenistan lazımdır. Fırat boylarına, Rus Kazakları yerleştirecektir.” Diyerek, bunun Ermenilere duyurulması isteniyordu. Esasen Rusların 1915-1916 yıllarında Sarıkamış’tan Erzurum’a ve Erzincan’a doğru Kara bıyık Köyüne, Aras boyundaki Nah çıvandaki Şan tahtından da, Makü-Beyazıt-Kara köse’ ye uzatılan dekovil yolunu, Van’ın Ernis İskelesine ulaştırarak, yerleşme hazırlığı sırasında; Rusya’da köylü- Müjik ileri gelenlerini de, Murat ile Fırat boylarında yerleşecekleri köyleri ve toprakları beğenmek üzere, Rus Kafkas Orduları gerilerinde, hususi bir özenme ile dolaştırdıklarını biliyoruz. Bunu,1914-1917 arasında Anadolu’yu istilaya girişen, Rus Kafkas Ordusu “Harekat Dairesi Başkanı” Moslofsky’nin, Emekli Yarbay Nazmi tarafından Rusça’dan çevrilen ve Harp Tarihi Encümenince, 1935’te Ankara’da tenkitleriyle birlikte bastırılan “General Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi” adlı kitaptaki haberlerden de öğreniyoruz.


Ruslar, Türkiye’yi de parçalamak için “Kürtler” üzerinde çalışan gizli büronun başına, V.Minorksy’yi getirmiş ve 1910-1915 arasında bunu; Güney Azerbaycan şimdi Rizaiyye denilen Urmiye şehrinde Konsolos olarak vazifelendirmişlerdi. Sonra Vasil Nikitin, Ürmiyede buna halef olmuş; Rusya başkentine alınan V.Minorksy, 1915’te Rus Genelkurmay Basımevinde gizli basılan ve numaralanarak Kurmaylara dağıtılan “Kürtler” adlı bir kitabı yazmıştır. Bunda, İskenderun ile Basra Körfezlerine doğru ilerleyecek olan Rus Ordularının, yol boyundaki Kürtlerden nasıl faydalanacakları, inceden inceye yazılmıştır. Üzerinde, “Çok gizli ve hizmet mahsustur” kaydı bulunan Minorksy’nin bu eserini, 1917 Rus İhtilalinden sonra, Hocam A.Zeki Velidi Togan’ın görüp okuduğu, kendi hatıralarında yazılıdır.


İşte bu Rus diplomatı Vlademir Minorksy ile Vasil Nikitin, Bolşevik İhtilalinden sonra, yeni rejim aleyhtarları arasında Avrupa’ya geçmiş ve birincisi, “Profesör” sıfatı ile Londra’da, öteki de Paris’te yerleşerek, yine Moskova’dan Sovyetlerin “Kürtler Masasından” aldıkları talimata göre, yayın ve propagandalarına devam etmişlerdir. Avrupa’da üç dilde çıkan “İslam Ansiklopedisinde” 1927’de V.Minorksy “Kürtler” maddesini yazmış ve bunların Türklükle ilgili yönlerini, kasıtlı olarak atlamış veya hiç görmezlikten gelmiştir.Yine bu V.Minorksy,1923-1926 yıllarında ki “Musul Meselesi” sırasında, Türkiye aleyhinde olarak İngiltere hariciyesine,dosyalar dolusu belgeler ve haberler vermiştir. Ne yazık ki, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Milli Eğitim Bakanlığı’nın resmen “Murahhas Heyet” saydığı dört kişilik bir Profesörler Kurulunun idaresinde : Dilimize çevirme, telif ve tadillerle çıkan Türkçe “İslam Ansiklopedisi”nde, 1955 yılında basılan “Kürtler” maddesi, 1927’de yazdığı gibi ve kendi imzası ile çıkmıştır!… Bu da, Üniversitemizdeki milli ve ilmi bir gafletin, acıklı bir örneğidir. Halbuki aynı V.Minorksy, 1983’te Brüksel’deki “Milletlerarası XX.Müsteşrikler Kongresi”nde okuduğu bir “tebliğ”de, Dicle Kürtlerinin köklerini %50 doğru olarak gösterip, “Medo Skythe” yani, İranlı medyalılar ile (Turanlı) İskit (Saka) kavimlerinden geldiğini ileri sürmüştür. Ancak, 1955’te çıkan Türkçe “İslam Ansiklopedisi”nde, V.Minorksy’nin bu yeni araştırma ve tezinden bile bahsedilmemiştir… V.Minorksy’nin 1938’deki tebliğinde Kürtlerin İskit/Saka adlı atlı göçebe ve yaman okçu olan cihangir bir kavimden kaldığını ileri sürmesi, M.Ö. VII. Yüzyılda Sakaların Kafkasları aşarak Aras ve Dicle boylarına yayılmalarından önceleri, Urartu ve Asurlu gibi iki düşman ve pek çok yazılı belge bırakan devletin yıllık ve yazıtlarında, hiçbir zaman “Kürt” veya buna benzer bir addaki savaşçı uruğun anılmaması; ve ancak Saka/İskit akını ve Önasya hakimiyetinden sonra bunların ortaya çıkmasındandır. Londra’ya yerleşmiş Arşak Safrastyan adlı bir Ermeni’de, 1948’de Kürtler üzerine yazdığı İngilizce kitabında, bunların atalarının, “yaman savaşçı İskit okçuları” olduğunu itiraf etmiştir. Çünkü, M.Ö. V.Yüzyılda Herodot’un “Paktuk” (Bokht-an/Bokht-lar/Bogd-uz) ve M.Ö. 401’de Ksenof’un “Karduk” diye tanıdığı, Dicle Kürtleri atalarının adları, M.Ö. X.-VII. Yüzyıllarında Van Gölü çevresinde , Dicle başlarında ve Zapsuları boyunda sık sık savaşarak, adım başı denecek derecede bol çiviyazılı anıtlar, başkentlerinde de yıllıklar ve sefer haberleri gibi belgeler bırakan Urartulu ve Asurlulardan kalma belgeler ile, daha eski Mezopotamya çivi yazılı kaynaklarında, asla bulunmamaktadır.


Ancak, savaşçı atlı göçebe Saka/İskit akınlarından ve onların Önasya hakimiyetinden sonra, Medyalı ve Persli gibi İranlılardan apayrı atlı göçebelere rastlanıyor.Demin arz ettiğimiz gibi, M.Ö. VII. Yüzyıl başlarında Azak Denizi çevresinde Kimmerler’i yurtlarından çıkarıp kovalayan Saka (İskit) Türkleri, M.Ö. 680 ve 665 yıllarında güçlü ve kalabalık iki göç kolu halinde, Kür ile Aras boylarına geçip, Anadolu ile Azerbaycan’a yayıldılar. Bu göçlerden iki yüzyıl sonraları Anadolu ile İran’ı gezip görmüş olan Yunanlı Herodot, ünlü “Tarih” inde diyor ki, bütün İran Anadolu, Suriye ve Mezotopam’ya gibi “Asya” topraklarında “yirmi sekiz yıl hükmeden İskitler”in (doğuda Tanrı dağlarından, batıda Karpatlar’a varınca hakim olan) cihangir paşaları Madyas (çiviyazılı Asur kaynaklarında “Moldava”, İran din kitabı ve şehname-mesinde, Oğuzların destanlarında “Afrasyab” Doğu –Türkleri Uygur ve Karahanlılar’da “Alp-Er Tonga”) denilen kişi ile, İskit ileri gelenlerini,Medyalı (tabi kıral) Keyaksar (Key-Husrev) bir şölene çağrılarak, hile ile hepsini sarhoş ettikten sonra, önceden verilen karara göre, derhal öldürterek, İskitlerin hakimiyetini sona erdirip, Medyayı istiklale ve imparatorluk kurmaya ulaştırdı.


 

By_Caner

  • Acemi Üye
  • **
  • İleti: 96
  • Etkinlik:
    0.8%
  • Tesekkur Edildi: 581 kez
  • Rep Puanı: 0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Kürtlerin Türklüğü
« Yanıtla #1 : 05 Mart 2023, 22:15:43 »
Herodot’un yerli hatıralara göre anlattığı bu hadise öteki İran ve Asurlu kaynaklarına göre M.Ö. 626 yazında ve Ürmiye Gölü kıyısında geçmiştir.Böylece hile ve namertlikle Saka/İskit hakimiyetini Önasyada yıkan Medyalılar 626 da istiklal kazanarak İkinci-Babil devletiyle anlaşıp Asurluların son kalıntısını ortadan kaldırmış (612-606) ve Van – Toprak kalesi yerindeki son Urartuları da yıkmış; Kızıl ırmağa kadar Anadolu’ya hakim olup geniş bir imparatorluk kurmuşlardır. M.Ö. 550 yılında Medyalıların yerine geçen Pers (Fars) soyundan Akameniş sülalesi, İran’a hakim olup imparatorluğu genişletmişlerdir.Persli I.Dara (M.Ö.522-485) çağındaki büyük İran imparatorluğu ülkeleri 20 ”Satraplık” (iç işlerinde serbest elbeğliği) bölgesine ayrılmıştı.Bu Satraplıkların sırasını ve içindeki kavimler ile bunların İran’a ödedikleri yıllık vergiyi, Herodot diyor ki XIII. Satraplakta:”Paktuk (Bokht-an denilen ve Van gölü güneyindeki Doğu- Dicle’ye “Bohtan /Botan” adını verdiren Hakkari ile Zap boylarındaki Dicle- Kürtleri ataları), Armenya (Bitlis –Muş –Tunceli çevresi gibi “Yukarı-Ülke” denilen yerlerin bu anlamdaki aramica adı) ve Patnos- Öksenos’a (Karadeniz’e) kadarki komşu ülkeler (Erzincan,Gümüşhane,Giresun bölgeleri) halkından alınan meblağ dört yüz talen(100 bin İngiliz lirası)idi”
Alman bilginlerinden Nöldeke’nin de belirttiği gibi Herodot’un andığı bu “Paktuk” uruğu Ortaçağda Süryanice kaynaklarında “Bokhtaye” ve Arapça eserlerde “Bukhtiyye” denilen Kurmanç/Dicle-Kürleri’nin”Bokhtan/Bokhti”(kısaltması: Botan/Boti) denilen büyük kolunun atalarından ibaret olup “Bohtan” ırmağıda öteden beri bunların adıyla anılır. Biraz sonrada uruk adının 24 Oğuz Boyundan ve iç-Oğuz/Üç-Oktar kolundan “boğd-uz”lardan sayıldığını göreceğiz.Yine Herodot M.Ö. 480 yılında Boğazları geçerek Yunanistan’ı istila eden İran orduları içinde müttefik ve altı urukları anlatırken Paktukların Aras ırmağı güneyinde ve Tebriz şehri kuzeyinde (şimdiki “Karadağ” bölgesinde ve “Karasu” üzerinde ) yerleşmiş bulunan kolunun “Paktialı” adı ile anıldığını; bunların “dil,giyim –kuşam ve silahlar bakımından Persli-İranlılardan ayrı oldukları”nı bilhassa belirtmiştir. Bundan “Paktuk”lar ile adaş ve urukdaşları “Paktialılar”ın İranlılardan apayrı giyim-kuşam sahibi olup kendi dilleriyle konuştuklarını öğreniyoruz. Herodot’ tan 600 yıl sonra da Dicle-Kürtlerinin hakim sülalesi yine “Bokhtlar” dan olup Perslere karşı çok düşmanlık göstermiş ve savaşarak karşı koymuşlardır.


Perslerden Sasanlı sülalesini kuran I.Ardeşir, İran’daki Büyük –Arşaklı (Part) sülalesini yakıp M.S. 226 da Azerbaycan ile Doğu –Anadolu’daki Küçük-Arşaklılar (53-429) ülkesine de saldırmıştı. Bu sırada Küçük–Arşaklılar birliğindeki elbeğlilikleri’nden, Farsça ”Karnamak” ta “Heftan – Bokht” diye geçen “Yedi- Bokht” yani 7 Bokhutlu Birliğinin elbeğisini “Madig” i, 226 yazında I. Ardeşir öldürülmüştü.İran kaynaklarından alarak bu hadiseyi nakleden Taberi, Sasanlı
I. Ardeşir tarafından, savaşta öldürülen bu elbeğilin“Heftan – Bokht un Ejderha-Meliki”(yani,Yedi Bokht birliğinin Ejderha sayıla Elbeyisi) diye tanındığını belirtir. Taberi’deki bu “Ejderha” deyimi biraz sonra göreceğimiz Dede korkut Oğuz namelerinde Kürtlerin elbeyiğleri sülalesine “Ademiler(İnsanoğlu) Avranı” (Ejderhası” denilmesindeki geleneğe uymaktadır. Çobanlıkları ile tanındıkları Erciş çevresinden gelip, Ahlat, Bitlis, Diyarbakır Siirt bölgelerinde ve Bizans sınırında Abbaslılara bağlı, “Mervanoğulları” (985-1085 adlı bir İslam emirliği kuran ailede, Kürtlerin “Çar Bokhti”(Dört Bokhtlu) adlı boylar birliğinden çıkmadır.


XII. yüzyılda Mafarkın (Silvan’dan) yetişme İbn’ül – Azrak tarafından bunların kökleri, “Çar Bokhti Kürtlerinden” gösterilmiştir.


Halk arasında öteden beri, Bohtan çayı ile Dicle haburu arasında kalan Dicle solundaki dağlık bölgeye,”Bokhan/Botan” denilmekte olup, merkezi Eruh sayılırdı.İran’da doğup, 1578’de Osmanlı hizmetine girerek atalarının ocaklık yurdu Bitlis sancak beyi olan Şeref han, eşraf ve boy beyleri ile görüşerek, birtakım kale beylerine de, anketli elçiler göndererek Kürt boy ve oymakları ile beylerinin ilk defa tarihini yazdığı “Şeref nameyi”,”bütün Kürmanç kütlesinin,Bokht ile Becen adlı kardeş sayılan iki ulu atadan türediklerini” anlatan milli inanışı tespit etmiştir.XVI. yüzyıl sonlarına değin bütün Dicle Kürtleri , bu yüzden “Bokhti/Bokhtan” ve “Becenevi”” (İbnülesir gibi Arapça kaynaklarda “Beçeneli” den bozma olarak “Beçeneviyye”denilen) iki ana kola ayrılıyordu. Son 300-350 yıldan beri Bokhtulara, “Zilan” (ovalılar) ve Becevililere de “Milan” (Bel /Dağ Beyliler/ Dağlılar) denilmesi adet olmuştur. “Bokht-an” (Bokht-lar) kolu, El beylerini çıkaran üstün boy olarak Dede Korkut Oğuz namelerinde, “Bogd-uz” (Bogd-lar) kütüğü ile 24 Oğuzlardan Üç oklar koluğundan gösterilir.
Herodot’un, İran’a bağlı Satraplıkları gösteren resmi kaynaklardan alarak bildirdiği Dicle’nin doğu kolu boyundaki “Paktuk” (Pakt-lar/Bokth-lar)uruğu yurdun dan, M.Ö. 401 sonlarında Helenli “On binler ordusu” ile geçen artçı kumandanı Ksenefon, buralar halkını “Karduk”(Kard-lar/Kordlar) diye tanımıştır.Bu deyim,buradaki halkın toplayıcı milli adı olup,Herodot’un andığı”Panduk”ise, hakim boyun ve sülalenin adından ibarettir.Eski Asurlu merkezi Ninova (Musul) bölgesinden kuzeye yönelen On binler Ordusuna kılavuz tutulan yerli halk,Ortaçağ Asurlu Süryaniler’in Kürtlere”Karda” demesi gibi “O” sesini “A” ya çevirmiş olarak “Korduk” yerine, kılavuzluk ettiği Elenlere bunları “Karduk” diye tanıtmışa benziyor..Çünkü Ksenofon’dan 70 yıl sonra Mekodonyalı İskender’in Dicle’nin yukarı kesiminden geçerek Arbela(Erbil) üzerine varan ordusundaki Yunanlı müelllifler,Dicle solunda (doğusunda)ki dağları”Gordya Dağları” adı ile tanımış ve yazılmışlardır.Amasyal,Strabon’da, Miladın ilk yıllarında, Dicle Kürtleri bölgesini, “Gord-yen” (Gord yurdu)adı ile anılıyor.
Dicle Kürtleri’nin, Herodot’un, “dil ve giyim-kuşam ile silahlar bakımından Persli/İranlılardan ayrı olduklarını” belirtmesi gibi, Ksenosof’da, “Karduklar”ın, İranlılardan bambaşka soydan ve onlara çok düşman olduklarını, bir tanık olarak anlatmıştır. Ksenofon’un “Anabasis” adlı kitabında, bu uğurda verdiği bilgiler şöyle sıralanabilir:



a) Dağlarda oturan çok savaşçı ve pek çevik Karduklar, İran Şahının düşmanı olup; ona tabi değillerdir.
b) Bir defasında 120 binlik bir İran ordusu, bunların ülkesine sapmış, (çok balkanlık olduğundan, yerlilerin de kırması ile) bir teki bile geriye dönemeden mahvolmuştur.
c) Ok atmada (Saka/İskitler gibi) çok mahir olan Kardukların yayları, üç kol uzunluğunda olup, iki koldan uzun olan keskin oklarını atmak için, (yalnız İskitlerde görülen bir usulle) sol ayaklarının yardımı ile gerilen yaylardan fırlayan okları, zırh ve kalkanları bile deliyordu.
d) (Güneyden kuzeye doğru yürüyen) Helen ordusunun, her gün savaşarak, yedi günde güçlükle geçtikleri Kardukların Yurdu ile Armanya arasında, Kentrites(Bohtan) ırmağı (Batı Dicre’ye karışacağı Siirt altındaki ovada) iki pletron (73,66 metre) genişliğinde olup, bu iki ülke arasında, sınırı teşkil ediyordu. Armenyalılar ile sık sık savaşan Karduklar yüzünden , ırmağın buradaki boyunun iki yakasında da köyler kurulamamıştı.

Ksenofon’un tanık olarak verdiği bu bilgilerden, Kürmançların ataları “Kardukların”İranlılardan apayrı ve onlara çok düşman olup, müstakil yaşadıklarını öğreniyoruz. Bu bakımdan, Herodot ile Ksenofon gibi gezip gören tanıklar tarafından verilen bilgiler birbirini tutmakta ve tamamlamaktadır. Böyle iken, Milli Mücadele yıllarımızda, millete hainlik ederek, emperyalist düşmanlardan para alarak satılan bedir hanili Kardeşlerin (bilhassa bugün bile Moskova’dan vazifeli gelen genç bir Rus kadını, metres edinen ve onun yedeğinde olan Kam uran Ali Bedir Khan’ın), bir zamanlar Suriye ve Beyrut’ta, sonra da Paris’te çıkardıkları dergi ve broşürlerdeki : Kürtlerin, “Hint Avrupalı” ve İranlılar kolunda geldiği yalanına, kaynaklar ile atalar inanış ve geleneğinden bi haber aydın geçinen kişilerden inananlar olmuş ve yurdumuzda bile, bu yolda yayınlarla gerçeği tahrifte fayda umanlar çıkmıştır!…


Milattan önceleri olduğu gibi Hz.İsa’dan çok sonraları da Dicle Kürtleri, İranlı Perslere çok düşman olarak yaşamış ve onların kırgın ile zulümlerine uğramışlardı. Bunu, Susanlı devletinin kurucusu ve 226’da Küçük Arşaklıların güneyde uç beyleri olan “Heftan Bokht” birliği elbeylğini yıkan I. Ardeşir, bizzat “Karnamak”ında belirttiği gibi; İran’daki ananelere ve belgelere göre I.Ardeşir’in istilasını anlatan ve 915’te ünlü tarihini bitiren Taberi’de anmaktadır. Küçük Arşaklıların tarih destanları ve el beyleri kütüğü sayılan “Dede Korkut Oğuz namelerinde”, Herodot’ta “Pakt-uk” (Pakt-lar) karnamak’ta “Heftan Bokht” ve Taberi’de “Heftan Bokht’un Ejderha Meliki” denilen Kürtlerin El beyleri sülalesi, şu klişeleşmiş kütüklerle anılıyor:


a) “Bıyığı kanlu Boğduz Aman heybetlü” ;
b) “Bıyığını enğsesinde üç kez düğen,
Kakhıdukda karımuna kan kaşanduran,
Karagözü kanın dönen,
Yer avranı (ejderhası) yılan,
Ademiler (İnsanoğlu) avranı Ucun (Türk uruğu:Usun) oğlu Aman Bek”
“Kayan Ucun oğlu Aman Bek” (a-b. Topkapı Sarayı Oğuz namesi).
c) “Varuban Peygamber’inğ yüzünü gören,
Gülüben Oğuz’da Sahabesi olan,
Acığı tutanda, bıyıklarından kan çıkan,
Bıyığı Kanlu Bogduz Aman” (II.Boy);
d) “Binğ Bogduz (Böğdüz) başları Aman” (IV. Boy);
e) (Karadeniz kıyısında Giresun çevresindeki “Düzmürt Hisarı”nı düşmanlardan almak ve kız kardeşinin kocası/eniştesi “Kazılık Koca”yı, buradaki tutsaklıktan kurtarmak üzere gidip, başaramadan dönen Kürtler elbeyisi sülalesi sembolü Bogduz Aman, kendi erliğini öğrenirken)
“Bindiğümde, yel yetmezdi orgunum,
Yengi Bayır’ın kurduna benzerdi yiğitlerim;
Yedi kişiyle kurulurdu, menüm yayum (Ksenofon’un anlattığını hatırlayınız);
Kayın (ağacı) dalı yeleğümden som altunlu menüm okhum” (VII: Boy);
f) (Ateş tapan Sasanlı İran sembolü) “Depegöz”ün bunaltıp yendiği “Oğuz Beyleri” (Küçük Arşaklı Elbeyleri) arasında, “Bıyığı kanlu Boğduz, elinde zebun oldu” (VIII.Boy) (Dede Korkut Kitabı).

1597’de Bitlis’te yazılan ilk Kürtler tarihi Farsça “Şeref name”de, Dicle Kürtleri sayılan Kürmançlar’ın “Oğuzlar”dan geldiği, milli Kürt destan ve ananelerinden alınarak şu dört delille anlatılmıştır.


1-“Kürtler, Cen Taifesi’ndendir” (yani; Selçuklu, Ak koyunlu ve Osmanlı soy kütüklerinde, onların atalarının geldiği “Çin” / Doğu Türkistan ülkesi halkından Kara hanlılar, “Gürcistan’daki” Orbelliler, Ahlat,Muş, Bitlis, Bingöl bölgelerindeki Mamık Konak Kardeşler uruğu / Kara koyunlular gibi Kürtler de “Çin’den” gelmedirler)
2-“Bütün Kürtler, Bokht ile Beçen (Peçen) adlı iki kardeşten türemişlerdir.” (Yani, bütün Dicle Kürtleri/Kürmançlar, 12 boy Boz oklar ve 12 boy Üç oklar koluna ayrılan 24 Oğuz Boylarının Üç oklar/İç Oğuzlar kolundan, “Bokhtan = Bokht-lara” adını veren Bogd-uz ile “Becenevi” / Peçenek’e adını veren Beçen’den türeme sayılırlar);
3-İslamlıktan önceleri Kürtler, “Türkistan’ın ulu kağanlarından Oğuz Hanlılara tabi olup, onların soyundandırlar;
4-Dede Korkut Oğuz namelerindeki kütük ve bilgilere uyan ve “Kürt Oğuz namesi” sayılan bir milli destanın özetini de şöyle veriyor ;

“Oğuz Han”(lılar) uzaktan duyup öğrenerek, İslam dinini benimsediklerini arz eylemek üzere, (622-632 arasında) “Hazredi Muhammet ’e elçi olarak, Kürtlerin elbeyisi (sülalesinden) Bogduz Aman adlı, korkunç görünüşlü ve dev yapılı birisini gönderdiler.”
“Bu korkunç yüzlü Elçi de, uruğunu ve boyunu soran Hazreti Peygambere : Kürtler Taifesindenim dedi…”

Sayın dinleyiciler, atalardan kalma tarih destanları ile milli ananeler gibi belgelerde, Kürtlere ait ortak inanışlar ve bir milli ruhu gösteren deliller bulunan uruklar, ilmin keskin ölçü ve kanaatine göre bir kökten, bir soydan sayılırlar. Biz Dede Korkut Oğuz namelerinde Ozanlar dilinde klişeleşmiş El beyleri kütüğündeki anane ve tarifleri, sülale adını, 1597’de yazılan ilk ve doğru Kürtler Tarihi “Şeref namede ”de, ayniyle buluyoruz. Tabii olarak Rus diplomatı V:Minorsky, “Şeref name”deki gibi en ufak bir adı ve haberi bile, aklına göre değerlendirdiği halde, Kürtlerin “Oğuzlardan ve Bogduz Boyundan gelme” olduğu gerçeğini de, “İslam Ansiklopedisi”ndeki o uzun “Kürtler” maddesinde, asla dokunmamıştır. Rus İlimler Akademisinin bastırdığı “Şeref name”nin Fransızca tercüme ve izahlarında ise, Kürtlerin “Bogduz Aman” elbeyleri sülalesinin adı, önce de arz edildiği gibi “Bogoz Ermen/Ermeni Boğos”a çevrilerek, tesfir edilmiştir!… Eski Rus diplomatı Vasil Nikitin ise, 1956’da Paris’te basılan “Kürtler” adlı Fransızca hacimli kitabında, Şeref Han’ın kendi kalemiyle düzeltmeler yapılan yazmaya göre basılan “Şeref namede” apaçık “Oğuzlardan” gösterilen “Bogduz Aman” sülalesi adını, yüzü kızarmadan, daha da tahriflere uğratarak, “Bağdad Zemin” kılığına sokmuş ve izahında da buna, “Bağdatlı Zemin adlı Kürt Beği” denilmiştir! V.Nikitin’in bu kitabını bir ilim eseri imiş gibi Arapça’ya çevirip, Bağdat’ta bastıranlar da, bu eski Rus diplomatının böyle tahriflerini düzeltmeden, olduğu gibi aktarmış ve Irak ile Suriye’de Arapça bilen Kürtleri de yanıltıcı yola sokmuşlardır.


“Dede Korkut Oğuz namelerinde Kürtlerin Elbeğleri” denilmesi yerinde olan konuşmamızın bu kesimini, “Şeref name”deki ananeyi daha geniş olarak anlatan ve Dede Korkut Kitabından önceki bir “Oğuz name” bölümünü de başa alan, “Bahr’ül Ensab” adlı kitaptaki rivayet ile, 1884 Diyarbekir Salnamesi’ndeki değişik bir “Kürt Oğuz namesini” de anarak bitirelim. Oğuzların , Hazreti İsa’dan önce (Arşaklılar Devletini kurarak) Horasan’dan kalkıp, Kars ili ve Tiflis ile Şirvan’daki Demir kapı-Derbent bölgelerine hakim oluşlarını; sonraları, Erzurum, Kars, Ağrı ve Revan kesimlerini malikane edinen İç Oğuzlar Hanı Salvur Kazan Han, Şirvan Dağıstan El beyleri Dondar Bey ve Dicle Kürtleri/Kürmançlar El beyleri Bogduz Aman adlı üç hanedanın temsilcilerinin, Büyük Arşaklılar sülalesi sembolü Bayın dur Han buyruğu ile Hazreti Muhammet’e elçi gidişleri, “Bahr’ül Ensab”dan alınma “Oğuz namede” şöyle anlatılıyor: “Oğuz Hanın oğullarından Gök Alp Han ölünce, ülkesi üç oğlu arasında paylaşıldı, her biri ülkeye Han oldu. Bu üç kardeşten birisi olan “Bayın dur Han” ta’allukatiyle Horasan’dan azimet edüp (Arpaçay’ı sağında ve Kars’ın 40 Km. doğusundaki ünlü şehir) Anı’ya, Kars’a geldiler. Gürcistan keferesiyle ceng edüp, (M.S. 51’de) Tiflis’i aldılar. Ardından, Demürkapı’ya varup, Küstasek Melik’i muhasara edüp, başın kasdi. Ol tarihde İsa Aleyhisselam göğe çıkup, Bizüm Peygamber”imüzden nişan yoğ idi. Anlar din, mezheb bilmezdi amma, Hakk’a ve ıkrarları var idi. Oğuz Taifesi derlerdi. Kazan Han derlerdi, Bayundur Han’ın veziri ve hem Damadı idi.”


Aralarında; Taş Oğuz, İç Oğuz Beğleri anılurdu… Cümle doksan bin asker idi. Dede Korkut, Şeyhleri idi. Bin bir Cankı Beğlerinün ulusuna Kazan Han derlerdi. Elli sekiz saçluğun ulusuna Dondar Beğ derlerdi. Bin Bögdüz’ün ulusuna Aman Beğ derlerdi. Oğuz yolunca, bunlar bir taife (aynı soydan) idi. Bayın dur Han’un askeri idi. Bizüm Peygamberimüz dünyaya gelmezden mukaddem, bunlar kırk yıl Gürcistan aferesi’yle ceng ü cidal edüp, Tokuz Tümen Gürcistan Beğleri’nden harac aldılar.”


“Kaçankim Server-i Kainat Muhammet Mustafa sallallahu aleyhi ve selem dünyaya gelüp, Mekke zuhur etdi ; Bayındur Han (sülalesi temsilcisi), Resulullah aleyhi ve sellem Efendimüz’i vakıa (rüya)sında görüp, iman getirdü. Kazan Han’ı, Dondar Beg’i (Bogduz) Aman Beg’i, Ka’be-i Şerif’de Resul aleyhisselama gönderüp, ümmet olduğun bildürdü.”
“Ezin canib, çünki Kazan Han bu Begler’le Ka’beye gelüp, Resul’le buluşdular; Resullullah Mescid’de otururdu. Bunları Gördü: Bir aceb uzun taife ki, saçları kırkılmamış, bıyıkları alınmamış, tırnakları kesilmemiş; (heybetlerinden) divare sıkıldı. Mihrab yeri, andan kaldı derler.”


“Pes, Resul anlara iman arzeyledi; iman getürdüler. Selman-i Farsi radiyallahu’anhı anlara koşdu. Demür Kapu’ya (Şirvan’a) gelüp, anlara iman ve İslam ve salat ü savm ta’lim etdi. Dede Korkud’u içlerinde şeyh dikdi. Sonra, Bayın dur Han’un evladından (Ak koyunlu) Uzun Hasan, (1467’de) Memalik-i Acem’e padişah olduğunda, İslam dini Acem’de (İran’da) üstüvar buldu…”


Sayın dinleyiciler, Dicle Kürtleri/Kürmançlar’ın el beyleri “Paktuk/Bokht-an/Bogd-uz” boyundan gelen “Aman” sülalesi, hem de Kürmançlar arasındaki milli ananelere göre yazılan “Şeref namede” ; “Bogduz Aman” adıyla anılıp, Hazreti Muhammet’e elçi giderek İslamlığı Peygamberden öğrenmiş “Oğuzlardan” gösterilmektedir. Kürtler, öteden beri komşuları yerleşik ve ekinci Ermenilere, Arapça “ekinci,çiftçi” anlamında “fellah” deyiminden bozma olarak, “Fıle”, hatta “Pıle/Pılle” derler. Bu yüzden, 1930’dan beri Erevan (Revan)da bastırılan Kürtçe kitaplarda, “Ermenistan” anlamına hep, “Filestan” yazıldığı görülür. Ermeni halkı da, “Oğuzlar” anlamına gelen “Guzan”dan bozma olarak Kürtleri, hep “Khujan” adı ile tanınır ve anarlar. Ermeni halk dilindeki bu deyim, öteden beri Ermenice yazılı eserlere de geçmiştir. Yalnız Ermeniler değil, 900 yıl önce Malazgirt’te Selçuklular ile savaşan Rum Kayseri’nin yanında bulunarak, sonradan Bizans bozgununun tenkidini yazan Başvekil Psellos’da kendi çağında Kürt ile Türkmen/ Oğuz deyiminin ayniliği yüzünden, Oğuzlardan Selçuklu Sultan Alp-Arslan’ı , hem “Parth” (Arşaklı) soyundan göstermiş, hem de “Kurton Vasileus” (Kürt Padişahı) diye anmıştır. Fakat bütün bu gerçekler , Milli Eğitim Bakanlığı adına İstanbul’da basılan “İslam Ansiklopedisi”nin V.Minorsky imzalı “Kürtler” maddesinde bile, Türk Profesörleri tarafından yazılmadan kalmıştır!…


“Şeref namedeki” “Kürt Oğuz namesi” hulasasının başka ve değişik bir rivayetini, rahmetli Ziya Gökalp’in babası Mehmed Tevfik, henüz bulamadığımız bir yazma kaynaktan alarak nakletmiştir. “Diyarbekir vilayeti Evrak Müdiri” ve resmi “Diyarbekir” Gazetesinin “Muharriri” olan Müftizade M.Tevfik, H.1301 (1884) yılında basılan “Salname-i Vilayet-i Diyarbekir”de, bu ildeki ahaliyi tanıtan “Sekene” bahsinde, “Kürt Oğuz namesini” biraz değişik olarak şöyle anlatıyor.
“Kürtler, pek şeci ve bahadır olurlar…Lakin Kürtlerde ittifak bulunmayıp, aralarında daima nifak vaki olur…İttifaksızlıklarının sebebini, tarihte şöyle okuduk :Ümera-i Ekrad’un seramedanından Oğuz Han nam zat, Bi’set-i Seniyye-i Nebeviyye’yi istihbar eyledik de, Bogduz nam Kürd ile bir Kıt’a arıza ve hediyye, Cenab-i Ali-i Risalet Penahi’ye takdim eder. Bogduz, huşu ve adab ile huzur-i munzur-i Cenab-i Peygamberi oldukda; çünki merkuum kerih’ül-manzar ve acib’ül-heykel olduğundan, aslından sorulmuş. Ve Kürd Taifesi’nden olduğunu beyan edüp…”


Yine M.Tevfik Efendi, Kürtlerin üç mezhebe ve üç kola ayrıldıklarını da belirterek, Diyarbekir köylerindeki Alevi “Türkman”nda “Kürtlerden” sayıldığını şöyle anlatır.:


“Ekrad’ın (Kürtlerin) ekserisi, Ehli-i Sünnet Ve’l Cema’at’dırlar. Yalnız birazı Yezidi denilür mezheblerini Şeyh’Adi’ye nisbet ederler… Bu kısımdan Vilayetimüzde ahali pek cüz’idir. Bunlardan Musul Vilayetinde Sincar Kazasında hayli ahali vardır. Ekrad’dan bir kavim dahi vardır ki, Vilayetimizde o da pek az olup, (Büyük Kadı kendi, Şarabi, Şükürlü, Tilalo, Bismil, Kürt Darlı, Türk darlı, Seyit hasan, Türkmen hacı adlı) birkaç karyede sakin olurlar. Hükümet-i Safaviyye’nin bıraktığı mezhebe (Kızılbaş-Aleviliğe) sapmışlar; anlara, Türman denür. Kusür ahali-i Kürdiyye, Müslim ve mütedeyyin olup, Kürt ve Zaza namlarıyla iki fırkayı şamildir…”


Ziya Gökalp’in babasının 1884’te “Türkman” denilen “Kürtlerden” gösterdiği Alevi-Bektaşi köylüleri, Diyarbakır’da Lise Tarih hocalığımız sırasında yakında görerek tanıdık. Bunlar, kendilerinin Karakoyunlular’dan kaldığını ve Musul kesiminden geldiklerini, atalar hatırası olarak anlatırlar; çoğu, “Dede Kargın Ocağı’na” bağlıdır.

Saka/İskitler’in Önasya’ya yayılışı ve hakimiyetini anlatan belgeler ile İran din kitabı “Zend Avesta” ve “Bondahiş”ten başka, Herodot ve Ksenofon’un anlattıkları da, Saka (İskit) adlı atlı göçebelerin Kürtlerin ulu ataları Paktuk ile Karduklar’ın, İranlı Medya ve Pers kavimlerinden apayrı bir soya mensup olduğunu; dillerinin de , İranlılardan başka ve kendilerine mahsus bulunduğunu göstermektedir. Dede Korkut Oğuz nameleri ile “Şeref name” ve 1884 “Diyarbekir Salnamesi”ndeki milli Kürt destan ve ananelerinden ibaret “Kürt Oğuz namesi” de Dicle Kürtlerinin Türk’lerin “Oğuzlar” kolundan geldiğini , açık açık belirtmektedir. Tarih ile milli destan ve ananelerin bu yoldaki birlik ve tanıklığı, Dicle Kürtleri Dili üzerinde yapılacak ciddi araştırmalarla da, bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Öteki dört ülkede yaşamış Kürtler gibi, Dicle Kürtleri/Kürmançlar da eskiden anadili Türkçe atlı göçebe ve savaşçı bir uruk iken, bunlar üzerindeki Ateş tapan Sasanlı İran istila ve baskılarının 300 yıl sürmesi sonucunda, bozulup karışık bir hale gelmiştir. Fakat, gerek eskiden kalma uruk adı “Kürt”, kol adı “Bokht” ile “Beçen” ve sonraki “Zil” (Zilan) ile “Mil” (Milan) ve yüzlerce boy, oymak, tire, oba adları ; gerekse tarih boyunca Dicle Kürtleri bölgesinde tanınan coğrafya adları gibi, Kürmanç dilinin: Aileye, beşiğe, göçebelik ile hayvancılığa ait sözleri de, bunların Oğuzlar kolundan ve Türk ırkından geldiklerini gösterir. Bunları da, kısaca ve belli başlı örnekleriyle tanıyalım.

II. BÖLÜM : Dil Bakımından Kürtlerin Türklüğü
A) 300 Yıllık Sasanlı İran İstilasının, Kürtlerdeki Tesirleri :
Konuşmamızın “tarih Bölümü”nde, Herodot ile Ksenof’un Dicle Kürtleri ataları Paktuk/Paktia ve Karduklar üzerine verdiği bilgilerden, bunların “İranlılardan ayrı dil” konuştuklarını, “giyim-kuşam ve silahlar” bakımından da, İranlılardan apayrı ve onlara çok düşman olarak yaşadıklarını, belirtmiştik. Ksenofon’dan 70 yıl sonra Yukarı Dicle Boylarını gören Makedonyalı İskender’in M.Ö. 331 Arbela Savaşı’na katılan Yunanlılar, Karduklar”ın yurdunu “Gordya” diye tanımışlardı. Miladdan az önce yazan Strabon gibi, II.Yüzyılda yaşayan Dion Cassius’da Dicle Kürtleri bölgesine, “Gordyen” (Gord-Yurdu); 359 yılında, Sasanlılar tarafından Romalıların Amida (Diyarbakır)da kuşatılması sırasında bu şehirde bulunan A.Marcellinus ise, “Korduen” (Kord Yurdu) diyor. Küçük Arşaklılar’dan 305-310 yıllarında resmen Hıristiyanlığı benimseyen III.Tiridat Han (287-325) çağında, onun bekçiliğini yapan Romalı Agathangelos’un tarihinin V.Yüzyılda Grabar (Eski Haydili) tercümesinde Hıristiyanlığı kabul eden Küçük Arşaklılar Birliğindeki Elbeğlerinin, Arap çayı Aras kavuşağı yanındaki başkentte yapılan derneğe katılmaları anlatırken, buraya gelen 16 Elbeği (Satrap) hanedanı temsilcisi arasında, Van Gölü ile Musul Bölgesi arasındaki hanedanın yurdu, “Kort-uk” (Kürt-ler) adı ile geçmektedir.***


Muş bölgesinden yetişme Ermeni rahibi Khorenli’nin 440 yılında biten “Hayastam Tarihi”nde, Kürtler bölgesi, “Kort-iç-Aykh”tan kısaltma olarak “Kortçaykh” adıyla anılır. Bu Khorenli’den kalma sayılan ve Küçük Arşaklılar çağındaki Eyaletler ile Sancakları da anlatan (sonradan eklemeler yapıldığı anlaşılan) Ermenice bir coğrafyada, Küçük Arşaklılar’a bağlı “Kortçaykh” (Kort-iç-Aykh) Eyaletinde 11 sancak bulunduğu belirtilerek, bunlardan şu 8’inin adları verilmektedir:
1-) Kortu,
2-) Gortrik/Kortrik,
3-) Ardovan,
4-) (Şimdi Bitlis’te “Motkı” diye anılan Kürmanç boyunda hatırası yaşayan)Motogan,
5-) (Öteden beri Siirt-Diyarbakır arasındaki “Beşiri” İlçesinde hatıraları kalan, Beşiran adlı çoğu Yezidi Kürmanç boyu ile ilgili) Bsiran,
6-) (Ortaçağ süryanice kaynaklarında, “Ba-Karda”/Karda Adası denilen Cizre Cezire bölgesindeki)Gart-Üni (Gart Hanedanı),
7-) (Bir adaşı Kara bağda ve Aras Solundaki Sancakta bulunan ve köy adlarında da görülen) Cahuk/Cahak,
8-) (Yukarı Zap suyu boyunda Hakkari’nin bugünkü merkezi Çölemerik’in doğu kuzeyinde) Küçük Albak/Alpak.

Öteki üç Kürtler Sancağı adını da, başka Küçük Arşaklı kaynaklarından ve Ermenice eserlerden bulabiliyoruz ki, şunlardır:

9) (Van’ın Başkale yerindeki)Büyük Albak/Aplak,
10) (Hakkari Merkez İlçesi yerindeki) Culamer (Çölemerik) ve
11) (Hakkari güneyinde Süryanice kaynaklarda “Tamuraye” denilen) Damoris,

Bunlardan 8. ve 9. sancaklara ad veren “Albak/Alpak”(Alp-lar) boyunun adaşları ve daha kalabalık kolu, Kuzey Azerbaycan’ın Şirvan kesiminde ve Dağıstan’daki “Alban” (Alb/Alp-lar) uruğudur. Dede Korkut Oğuz namelerinde, Oğuz elbeğlerine “gazi” ve “ulu kahraman” anlamına hep “Alp” denildiğini biliyoruz.

Dicle Kürtlerinin birer Sancağına ad veren ve Aras Irmağı kuzeyindeki Sakalar Ülkesinde de görülen “Cahuk/Cahak” ile “Albak/Alban” gibi iki adaş boydaşlarından başka; 823’te ölen ünlü Arap müellifi “Fütuh-üş Şam”ı yazan Vakıdi’den beri, Dicle Kürtleri bölgesindeki 24 oymaklı “Hakkari” gibi, öteden beri bir ilimizde de adı yaşayan boyun ana kolunun, Aras kuzeyinde ve Kara bağda Berküşad ırmağı boyundaki “Akarı/Hakarı” bölgesinde yaşadığını ve 1593 Osmanlı Tahririnden buraya “Hakari Sancağı” dendiğini biliyoruz. Amasya’da yatan Azerbaycanlı son büyük mutasavvıf şair Mir-Nigari’nin, H.1304’te İstanbul’da ve sonra eklemelerle Tiflis’te basılan Türkçe Divanında, Kara bağdaki “Hakari Irmağı” adı, sık sık anılmaktadır.


226’da I.Ardeşir’in “Heftan Bokht” bölgesini savaşla zaptı üzerine Dicle Kürtleri, Ateş tapıcı Sasanlı İran istilasına uğradı. Küçük Arşaklılar, bundan ancak 60 yıl sonra ve Romalıların yardımları ile 287’de yeniden ülkelerine sahip olurken, Kürtler Bölgesini de geri alabildiler. III: Tiridat Han’ın resmen Hıristiyanlığı benimsemesiyle 305-310 yıllarında bu yeni dini kabul eden Kürtler, daha eski dine (Güneş, Ay ve Atalar Ruhu’na tapmaya) bağlı kişiler hayatta ve Hıristiyanlık iyice köklenmemişken, 337 yılında yeniden ateş tapıcı İranlıların istilası altında kaldılar. İranlıların Dicle Kürtleri yurdunu istila ile, buralara garnizon yerleştirip onları tesirleri altında bırakmaları, Hazreti Ömer çağında İslamlar’ın 642’de Sasanlılar’ı yıkmasına kadar, 300 yıldan çok uzun sürdü. Üç yüz yıl boyunca Ateş tapan İranlıların baskılı idaresi altında yaşayan ve soydaş Hıristiyan Arşaklı/Oğuzların, Ateş tapıcılığı yaymak ve benimsetmek isteyen Sasanlılar’la yaptıkları kutlu dini ve milli savaşlarına da kalma fırsatını bulamayan Kürtler, bu çağda iki tesir altında kalarak, milli din ve dillerinden bir çok kayıplar verdiler:


a) Ateş tapan İranlılardan Farsça “Tanrı” anlamındaki “İzd” deyiminden adını alan “Yezidilik” mezhebini öğrendiler; birçok Kürt boy ve oymakları Yezidi oldu. Bunların kalıntıları, bugün de Türkiye ile Irak topraklarında (ve 1918’de Türkiye’den 22 köy halkı Gigor’dan Erevan’a kaçarak) yaşamakta olup, İslam adları taşımalarına rağmen, “Melek Tavus” dedikleri Şeytana (Ehrimen) tapınmada devam etmektedirler.
b) Dicle Kürtlerinin Sakalar çağından kalma ve Oğuzca olan dillerine, başta sayılar ve çarşı-Pazar sözleri olmak üzere, birçok Farsça kelimeler ve deyimler girdi. Bu yüzden zamanla Kürmanç dili, Türkçe-Farsça ve İslamlığın tesiriyle Arapça, hatta komşuların Süryanice ve Ermenice karması bir folklor dili haline geldi.

İslamlığın yayılışından önceki Ateş tapıcı Sasanlı İranlıların 300 yıllık boğucu tesirlerinin izlerini seçemeyen ve tarih ile dilbilgisinden yoksun bir takım aydın geçinen Kürtler de, yabancı yayın ve propagandalarına kapılarak, Kürtlerin bir “İran dili” konuştuklarını sanırlar. Halbuki, biraz dikkatle incelendiğinde, bugün bile Dicle Kürtleri ağızlarında, binlerce Oğuz Türkçe’si sözlerinden başka, sesler ve söyleyiş hususiyetleri de, Oğuzlardakinin aynı olarak devam ettiği görülmektedir. Bu bakımdan, Dicle Kürtleri/Kürmançlar, Batı Türkistan’daki Taciklerden daha çok, ırk özellikleri gibi, dilleriyle de Oğuz Türklerinden olduklarını gösterirler. Bu arz ettiğimiz hususlara, birer birer ve kısaca işaret edelim.


Bendeniz, alış-veriş konuşması Kürtçe’yi, 1943-1944’teki ikinci askerliğim sırasında Topçu Teğmeni ve Kantin Subayı iken, Kars Kağızman arasında Aladağ’daki çadırlı ordugahımızda öğrendim.Sonradan, basılı şu dört sözlük ile türlü ağızlardan da derlemeler yaptım:


1) 1879’da Petersburg’da basılan “Kürtçe-Fransızca” etimoloji sözlüğü,
2) Mutki Kaymakamı Siirtli Yusuf Ziyaeddin Halidi Paşanın, 1892’de İstanbul’da “Hediyyet’ül Hamiddiyye” adı ile basılan “Kürtçe-Arapça” sözlüğü,
3) Ve 4) 1954 ile 1960’ta Sovyet İlimler Akademisince Moskova’da bastırılan “Kürtçe-Rusça” iki ferheng.
Gerek arz edilen basılı bu 4 sözlükten, gerekse halk arasından derlediğimiz sözler, 900 yıl önce Kaşgarlı Mahmut’un “Divanü Lügaat’it Türk”te tanıttığı ve süregelen Oğuzlar diline uygun olup, Oğuzluğun bütün özellikleriyle Kürtlerde yaşaya geldiğini, apaçık göstermektedir. Türk Dil Kurumu’nun aylık dergisi “Türk Dili”nin 1963 Haziran tarihli141. sayısında çıkan “Kürtlerde de Oğuzcanın İzleri ve Aileye Ait Sözler” adlı makalemizde, bunlardan dördüne, örnekler de vererek işaret etmiştik. Şimdi bunları kısaca görelim.

B) Kürtlerde, Oğuzca’nın İzlerinden Beş Özellik :

1- Kaşgarlı’nın belirttiği gibi, Türk dilindeki 9 sesli ve öteki sessiz harflerin değerleri, Kürtlerde de vardır. Türkçe’de olmayan sesler, Kürtlerde de yoktur. Arapça’daki : ayn, dat, th, zel, boğazdan gelen kalın h gibi sesler bulunmaz.


2- Kaşgarlı diyor ki, Oğuzlar ile Kıpçaklar, kelime başlarındaki Y seslerini yutarak konuşurlar. Oğuzlar gibi Kürtler de, bu özelliği yaşata geldiklerinden: Egit/igit (yiğit), éngi (yengi/yeni), ém (yem), epraklı (yaprak), émiş (yemiş), oldaş (yoldaş), onçe/once (yonca), urt(yurt), ilan (yılan), élek (yelek) biçiminde konuşurlar.


3- Yine Kaşgarlı diyor ki: Oğuzlar, bazen kelime başlarına KH sesini katarak söylediklerinden, benim atamın beğ/kumandan anlamındaki unvanı olan Arapça “Amir”i de, “Khamir” biçiminde söylerler.
Biz, “lisan-i Oguzan” ile yazıldığı belirtilen Dede Korkut Kitabında ve 1515’te Diyarbekir Eyaleti merkezi olan “Amid” şehrinin, Osmanlılara geçişini anlatan Türkçe ve Farsça kaynaklarda, buraya “Hamıd” (bazen: “Kara Hamid”) denilerek başa bir “H” sesi eklenmiştir. Kür-Aras/ Aran Kürtleri bahsinde de gördüğümüz gibi,1150 yıllarında Hıristiyan Kürtlerinden Kolu uzun oğullarının mensup bulunduğu boy, “Khél-Babırakan” (Bıbırgil Eli) adıyla tanınıyordu ve bu addaki Oğuz Türkçe’siyle “él” deyimi, başına bir “KH” sesi eklenerek “Khél” biçiminde söylenmiştir. Bugün Kürmanç Kürtleri de, oymaklar ve göçebeler birliğine “khél” ve çokluk biçimiyle “khélat” demektedirler. Yine Dicle Kürtleri ile komşuları Türkmenler, komşu bölgeler ile kendi yaşadıkları yerlerdeki coğrafya adları başına da bir “K/G/KH/H” gibi aynı çıkaktan gelen ses eklemişlerdir. Ortaçağdaki ünlü ve para da kesilmiş olan Siirt bölgesinde bulunan “Arzan” şehri çevresi ve buradan geçen çaya, “Garzan”; Diyarbekir bölgesindeki “Atak” kalesine “Hatak/Hatakh” (İb-nülesir’de Arapça’ya göre şedde ile “Hattakh”); “Adaviyye Tarikatı”nın kurucusu olup 1162’de ölen ve Yezidi Kürtlerce Tanrılık derecesinde tutulan ünlü Arap şeyhi “Adi” ye “Hadi” (“Şeref name”de), Kara bağ ile Van gölü güneyindeki iki ayrı ve boydaş Saka Boyundan kalma “Akarı”ya, her iki bölgede de “Hakkari”; Van Gölünde Erciş güneyindeki adanın eski belgelerde “Adır” diye geçen adına, “Kadır/Gadır Adası” denilmesi, hep bu eski Oğuzluktan gelen dil özelliği yüzündendir.
Bu uğurda, Kürtlerdeki sözlerden, daha birçok örnekler sayılabilir.


Göktürklerde, koruyucu bir Tanrı adı olarak geçen “Omay”a, bütün Zazalar, “Allah, Tek Ulu Tanrı” anlamına, “Homay” derler. Hatta 1950’den az sonraki büyük Kore savaşında bizim tugaydaki Bingöl, Tunceli, Erzincan ve Zaralı Mehmetçiklerin, süngü hücumunda daha çok heyecan duyarak coştukları için, “Allah, Allah!” diye çağıracak yerde, “Homay, Homay” sadaları ile düşmanı tepelemiş oldukları, tevatürle söylenir. Kürtler, Oğuzluklarından gelen dil özelliklerine uyarak, şu sözlerin başına da “KH/G/H” sesi ekleyerek söylerler : Türkçe gur (urı/oğul), govant (uvant/düzgün), kharkh (arık/ark), hogeç (ögeç), huda/hude (oda), hedik (edik/çizme), Farsça’dan hewrişim (ipek anlamına “ibrişim”), hesp (esb/at), hindik (endez/az), hasand (kolay anlamına “asan”); Arapça’dan Kheli (erkek adı Ali), Kheziz (erkek adı Aziz), hağıkh (akik taşı), hücret (ücret). Kuzey Iraktaki “Erbil” şehri adı da, Türkmenlerdeki gibi “B” sesi “W”ye çevrilerek ve ilk hecedeki “R” de ikinciye aktarılarak “Hewril” biçiminde söylenir.


4- 900 yıl önce Kaşgarlı, Oğuzlar ile onlarla kardeş sayılan Kıpçak Türkleri’nin, K sesini KH’ya çevirerek, Kalaç uruğuna Khalaç, kız yerine “khız” ne “nerde” anlamındaki “khanda” dediklerini, örnek olarak anlatır.Biz, Oğuz ağzının özelliğinden gelen bu gibi söyleyişin bol örneklerini, Azerbaycan ile Türkiye köylülerinde olduğu gibi, Kürtlerde de çok görmekteyiz. Kürtler de, Kalaçlar anlamına “Khacalan”, tüylü-köpek anlamındaki barak’a “berekh”, bukağı’ya “bukhavi”, kalın’a “khalın”, yaylak yerine “yeylakh” derler. Bu özellik yüzünden Arapça vakt’a “vakhit”, akl’a “akhıl”, erzak’a “erzakh” ve Farsça çartak’a “çerdakh” diyerek, “K”ları “KH” sesine çevirmede, Oğuzluktan gelme özelliklerini belirtirler.


5- Yine Kaşgarlı diyor ki, Türkçe’de Arapça’da olduğu gibi, şedde yani bir sesi ikiz olarak söyleme yoktur. Bu yüzdendir ki, halkımız, sevgili İslam Peygamberi’nin adını taşıyan erkek çocuğa, Muhammet yerine Mehmet, hatta eski Türkçe’de H bulunmaması yüzünden, bunu orta ve son hecelerde söylemenin Türk ağzınca güçlüğünden, Memet demektedir.Bunun gibi, Arapça’dan dilimize giren şeddeli sözler de, bir sesli olarak söylenir görmekteyiz: hamal (hammal), kuvat (kuvvet), hümbet (mimmet) gibi. Kürtler de, Oğuzluklarından gelen Türkçe’nin bu özelliklerine uyarak, kullandıkları Arapça’dan gelme sözleri, adeta tanınmaz hale sokarlar : Ala (Allah, Awdıla,Abdullah),bakal (bakkaal), Cenet (Cennet), Cenem (Cehennem), celat (cellad), Meke (Mekke), mudet (müddet), sınet (sünnet)…. gibi

Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehrinde doğup büyüyen Mahmud gibi ilk büyük Türk Dil Bilgininin 900 yıl önce işaret edip, örnekler verdiği Oğuz ağzı Türkçe’sinin beş özelliğinin, öteden beri Dicle Kürtleri arasında da yaşadığını gösteren misallerimizi çoğaltmak mümkündür. Halbuki, “Kürtleri Aryanilerden ve İranlı soyundan” gösteren yabancılar ile bunlara uyan anadili Kürtçe olan aydın geçinenler, bizim Kaşgarlı’dan alarak örneklerini sunduğumuz Oğuz ağzının su beş özelliğinin, Kürtlerde /Kürmançlar’da olduğu gibi, Aryani ve İran/Fars dillerinde de bulunduğunu, misallerle gösteremezler.

C) Yenisey ile Göktürk Yazıtlarındaki ND/NT ve NÇ sesleri, Kürtlerde de kullanılıyor :

İslamlıktan önceleri Yenisey Irmağı başlarında yaşayan Altı Oğuz, Kürt ve daha başka adlarla anılan Türk uruklarının kullandığı “Yenisey Yazısı” ile, bunun daha sonraki biçimleriyle yazılı 734 yılından kalma “Orkun/ Göktürk Yazısın”nda, Türk diline mahsus değişik ikiz sesi gösteren ve orta ile son hecelerde kullanılan iki harfin değerini, Oğuz ağızlarındaki gibi Kürtlerde de görmekteyiz. Yenisey ile Orkun alfabelerindeki …………… harfi ND/NT ve ……….. veya………… harfi de NÇ sesini gösterir. Bu çifte sesleri söylemeye alışık olan Türk halkı, 900 yıl önce Kaşgarlı’nın, aslında tek sesli olduğunu belirttiği şu Türkçe sözleri bile, bunlara uydurup söylemektedir : kılınç (kılıç), künç (küç , Diyarbakır ile çevresinde “küncü”, Erzurum-Kars ile Gence’de “küncüt” denilen susam), İstanbul ağzına bile yerleşmiş olan tunç (tuç).
“Ötü-ken” (Göktürklerin başkenti), “Ter-ken” (Şaş da denilen şehir) gibi Orta Asya doğusundaki Türk şehir adları sonunda bulunup, “şehir,kasaba” anlamına gelen “Ken” deyimini, Orta Asya batısında ve Oğuzlar bölgesinde “Kent/Kend” (veya “Semer-kand” adındaki gibi “Kand”) biçiminde “N” sesi, “ND/NT”ye çevrilmiş olarak görmekteyiz. Bunun gibi, tarihte “Atalya” olarak geçen Akdeniz şehrimize, çevresindeki Teke Türkmenlerinin ağzı ile, öteden beri yazıda da “Antalya” demekteyiz.


Aslında tek olan “T” veya “N” seslerini “ND/NT” ye ve “C/Ç” sesini de NC/NÇ” sesine çevirmeyi, Oğuzlardan olan Kürtlerde de görmekteyiz. Tarihlerde “Atak/Hatak/Hatakh” diye anılan ve Diyarbakır yakınında (bugün Lice’de bir köyde) bulunan kaleye, çevresindeki Kürtler, “Antak/Antakh” demektedirler. Bu yüzden Lice Merkez bucağına bağlı bulunan bu köye, harita ve yazılarımızda resmen de “Antak” denilmiştir. Dicle Kürtlerinin kendi dillerindeki Türkçe öz adları, “Kür-maç” (çok yiğit, pehlivan, küreş/güreşçi anlamına) olarak 1597’de biten “Şeref name”nin, müellif yazmasında anıldığı halde, öteden beri bu da “NÇ”yi söyleme geleneğine uyularak, “Kür-manç” (Kırmanç/Gırmanc) biçiminde söylenmektedir. Roma ve Bizans kaynaklarında, “Pinik” ve İbnülesir ile “Şeref name”de “Finik” diye anılan Siird’in Eruh bucağındaki kaleye, çevresindeki Kürtler, Findik/Fındıklı dediklerinden, resmi yazı ve haritalarımızda da “Fındık” diye yazılmıştır.


NC/NÇ ve ND/NT seslerinin Kürtlerce, eski Oğuz dilinden gelme özelliğine uyularak nasıl türetildiğini, şu örneklerde de görmekteyiz:


Türkçe : amaç (amanç), ermeç (ufuk,gaye), ermenç/ermanç, dilmaç/dilmanç, tıkaç,tekhanç,giriş girinç/girinş, kaz / kanz ; Arapça’dan geçme sözlerden derence/tirince (derece), falinç (falic), fend (fen), fırsant (fursat) ; Türkçe sözlerden khalın/khalınd (kız başlığı “kalın”), kantır (katır); Farsça’dan hasand/hasant (asan).


Ç) Osmanlı Fethinden Önce Kürtlerin Türkçe Kişi Adları :

Osmanlılar, I.Sulatan Selim çağında 1515’te eski Ak koyunlu başkenti Kara Amid şehrinin, Şi’i Şah Şamil’den yüz çevirip Sünni mezhebine ve Anadolu Türk Birliği’ne bağlı kalmak istemesi üzerine, Murat Irmağı boyunun batıdaki yarısı ile, Van Gölü’ne kadar Fırat doğusunu ve Yukarı Dicle bölgesini fethedilince, 1516’da eski Ak koyunlu Vezirlerinden büyük bilgin Bitlisli Molla İdris’in gayretleriyle buralardaki Kürt boy ve oymaklarını da, milli birlik ve bütünlüğümüze kattılar. Şimdiki Tunceli’den Musul Bölgesine kadar ki Fırat doğusunu, merkezi Kara Amid olan “Diyarbekir Eyaleti” adı altında 12 sancaklı bir Beğlerbeğlik yaptılar. Bu geniş eyaletin 1518 yılında tutulan ilk Osmanlı “Tahrir Defteri”, bugün elimizdedir.
İstanbul’da Başbakanlık arşivinde bulunan “Diyarbekir Eyaleti Tahrir Defteri”nde, yerlerine ve boy ile oymaklarına da işaret edilen vergi ödeyen erkek Kürtlerin Türkçe adlarını çıkararak, Ekim 1961 tarihli “Türk Dili” dergisinin 121. sayısında neşretmiştik. 1518 yılında yazılan Kürtlerdeki bu erkek Türkçe adlarının bir takımı, milli folklor ve geleneğe göre verilmiş olduğundan, onların Osmanlı Fethinden önceleri ve Ak koyunlular (1401-1507) çağında da, Türkçe’yi bildiklerini ve konuştuklarını göstermektedir. Anılan “Türk Dili” sayısında köyleri ile boy ve oymakları belirtilen bu erkek adlarını alfabe sırasıyla sunuyorum; bunlardan yüzlercesi, mükerrer olarak başka yerlerdeki Kürtler tarafından da kullanılmıştır:
Ağa, Alman, Altun, Artuk, Ay doğmuş, Başlamış, Bayram, Budak, Bulduk, Bulmuş, Dengiz, Doğan, Durak, Göçbek, Gündoğmuş, Güvendik, Kara, Karaca, Karahan, Karaman, Kılıç, Kırzu (Kırzı), Koca, Korkut, Köçeri, Kulu, Kutlu doğmuş, Kurt, Mamlu, Menteş, Saru, Sarubek, Satılmış, Savcı, Sevündük, Şengeldi, Tanrıverdi, Tanrıvermiş, Tatar, Temür, Temürdeş, Tokmak, Tosun, Töremiş, Turalı, Tutu, Türkan,Türkeri, Ulus, Umut, Uslu, Yağmur, Yoleri. Bunlardan siyah yazılan 25 ad, milli Türk folklor ve geleneğine göre verilmiş olanlardır ki, bugün de halk arasında bu adet ve inanışa görmekteyiz.


“Şeref name” başta olmak üzere, eski kaynaklarda geçen Osmanlı fethinden önceki Kürt beğleri ve hanedanlarının Türkçe adları da, bu uğurda misal gösterilecek güzel delillerdir.


D) Kürtlerdeki Aile ve Beşiğe Ait sözlerin çoğu Türkçe’dir :
Dil Bölümümüzün başında arz edilen 337-642 yılları arasında, üç asır süren Ateş tapıcı Sasanlı İran istila ve baskısı, Dicle Kürtlerinin aile ve beşik yaşayışına kadar pek tesir edemediğinden, bunlara ait sözlerin çoğu Türkçe ve en eski biçimiyle bile kalabilmiştir.


Ana, baba, oğul, kız, amuca, ihtiyar, gelin, öz, üvey anlamlarındaki aile ve beşiğe ait sözlerin, İran dillerinden ayrılıp tek ve hep Türkçe oluşu, Kürtlerin dilinin kökünü ve özünü göstermektedir. Bunları, adlarını andığımız basılı dört sözlük ile halk arasından derlediklerimize göre, alfabe sırasıyla görelim:


Ağa (bundan “agati=ağalık”), apo (amuca,Göktürkler, Uygurlar ve Selçuklardaki “apa” ve bugün Yakutlar ile Kazak-Kırgızlardaki, babanın kardeşi anlamına “apağa” ile birdir), ana (kök, kaynak, menşe), bab/bav/bawo/bawek/babik (baba),balduz/baltuz (baldız),bala/bale (bala,yavru, bundan “bala-bun”=yavrulamak),baş (reis,başkan),başlıkh (başlık, gelinlik kıza verilen ağırlık,kalınğ), beg (beğ,begi/begiti=beğlik), beşik/pişik (beşik), boy (büyük göçebe birliği ve aileler akrabalığı),buk/buge (gelin,Çağatay ve Kazak Türkçelerinde “bige/biyge”, Kazanlılarda “bige/bike”),buluk (bölük, aileler topluluğu, familya),çelebi, çıcukh / çucukh / çocukh (çocuk), dadu /dadı (dadı / sütanası), da/di/de/daye (taya/daya,ana ;Türkçe’deki “tayı / dayı” ve “tayı-eze / tiy-eze / tey-ze”deyimlerinde de görülür) dirnek / dirnak (dernek,aile toplantısı), duvakh (duvak), dere-beg, egit / agit (yiğit), emcek (bebeğin emdiği, meme), emzik / emzuk (lohusa memesi), gerdek (“gerdek-bun”=gerdek olma), khan (ağa ve beğden daha büyük rütbeli kişi), khanim / khanum (hanım), khatun,khat/khati (teyze,saygı gerekn kadın),khızan (kalabalık,yoksul aile), khızm / khasu / khuzm (hısım), khél (él, oymak ve boylar birliği,büyük kalabalık ;bundan “khélya-buke”=gelin adayı),khoce (hoca), kal/kâl/kalik/kalo (Kaşgarlı’nın anladığı gibi “kal” =yaşlı kişi,ihtiyar), kalan/kalim/khalınd (kalıng,kıza verilen ağırlık)kako/kek/keké/keko (ağabey,dadaş,efe ;Uygur ve Karapapaklarda “kaga/kağa”), karavaş (cariye), karabaş (keşiş, başında kara örtü bulunmasından),keç/kaçe/gaç (kız;Çin kaynaklarında da bu anlama, Hunlarda “kıtsu”), kız/kızé (kız,bakire;bundan “kızik /kız-oğlan”=genç kız,bakire),kok (soy kökü, baba tarafından akraba olanlar,menşe)kol/kole (köle), kuçek/kuçik/kiçik/geçek/giçik (küçük çucuk),leçer (arsız kadın,sürtük),memik (meme), meme(mama,çocuk maması), obe (oba), obe-başı, ocağ/ocak (evliya soyundan aile,ocak,pir -evi),ocakh-kor (körocak, oğulsuz aile),oge/ogey(üvey),oğlan,oğıl (oğul), oldaş (yoldaş,aynı mezhebe mensup olanlar), oymakh (oymak,aileler birliği), piç/piçik (piç,babası belirsiz),piçuk (buçuk, yaşça küçük), sobe/suboy (çağı geçtiği halde evlenmeyen, serseri bekar, suboy), şenlik (meskun ve ahalisi olan yer), tarkhan / terkhen (tarhan,imtiyazlı kişi veya aile; “terkhani”=tarhanlık), tağ/takh (çadırlar veya evler topluluğu, mahalle, tağ), tire (küçük oymak,tire), titun/tutum (tütün,aile ocağı,hane, ocağı tüten ev),zengin/zengün (“zengüni”-zenginlik).


Bu kısa misallerden de anlaşılıyor ki, yabancı tesirlerin en az girebildiği, aile ocağı ile beşiğe ait Kürtçe’deki sözlerin %80’den çoğu, Türkçe ve Oğuz ağzından gelir.


E) Kürtlerdeki Hayvan Adlarının çoğu Türkçe’dir :

Geçimlerini öteden beri hayvancılıkla sağlayan ve çoğu göçebe veya yaylakçı-kışlakçı olan Kürtlerde deveden güveye kadarki hayvan adlarının %80’den çoğunun Türkçe olduğunu görüyoruz. Bunu, şu örneklerden anlamaktayız:
Akhta (İğdiş, aktalanmış), alaşa (beygir,değersiz at; bu söz Türkçe’den Rusça’ya da geçmiştir), ankıt (angut), aykhir (aygır), eslan (arslan), bak (Kaşgarlı’da da geçer, kurbağa), palakh (balak,ayı yavrusu),beleban (balaban), baran/beran (çok eski ve unutulmuş sözlerden : koç, erkek koyun), bayekuş (baykuş), badew (bidev, küheylan at), banik/belen (benek), bisrek (erkek deve,buğra), bizaw (buzağı), bocik (böcek), bokhe (boğa), burge (Kaşgarlı’da da geçer: pire),çelek/çelenk(İnek;Y-Ç’nin başta ve N-L’nin ortada değişmesi ile “yenek/yinek”ten) ceren/céyran(çeren/ceylan), cuce/cucik (civciv), çekal (çakal), çekurge (çekirge), çelağan (çalagan,atmaca),çepuş (çepiş,iki yaşında dişi keçi),çil (keklikten küçük av kuşu),çiwik (serçe, Kazakça’daki “çıpçık”),çiyan/çayan,coşkha (çoçka, domuz yavrusu), dane (dana), dawar,dewe,dokhan (doğan, avcı kuş), duge (düve),durne (turna), enuk(enik, et yiyen memeli hayvan yavrusu),erkeç(erkek keçi), férik/hirik (Oğuz namelerde de geçen ufak kuyruklu ve küçük gövdeli, eti pek makbul koyun),hogeç(ögeç), khotik (koduk/kotuk,sıpa), kançukh (kancık, eti yenmeyen memeli hayvanın dişisi),kantır (katır), karkar(karga), karlekunç(karlankuş,kırlangıç),kartal,kanz(kaz), kepenek(kelebek), kırgo(kırgı, uçarken kuşlara sokulup bir kanadını kıran, küçük ve yaman bir avcı kuş), kısır,koşek (köşek,deve yavrusu), kolik (kölük, boynuzu çıkmayan koyun veya sığır), kopek (cins köpek), korpe(körpe), koze(koza), kuçik (fina köpek,yaltakçı), kuğı (kuğu), kulin (kulun, “kulin-bun ” = kulunlama,at ve eşeğin doğurması), kurik (kürük, at veya eşeğin süt emen yavrusu), kuş,küwik (geyik), laçın/laçin (en büyük kartal, yalçın kuşu), leklek/leglek,mal (büyükbaş hayvan), maye,meye (maya,dişi deve), perekh (barak, tüyü uzun ve makbul köpek), pelez (palaz, kaz yavrusu),pisik,pişik (kedi sözünün Türkçe’si), sirke,sone(sona,yaban ördeği), sulük (sülük), şişek(iki yaşındaki dişi koyun), tamazlukh (damızlık), terlan (gözleri güzel bir avcı kuş), tirtil/tirtir(tırtıl), tokhli(toklu,altı ayla bir yaş arasındaki koyun), Tor(kuş ve balık ağı), toy (yaban hindisi,toy-toklu), tule (kısa tüylü bayağı köpek,it),werdek (ördek), epelakh (yapalak,puhu kuşu).


F) Kürtlerde Yaşayan Unutulmuş Eski-Türkçe Sözler :
Bugün Azerbaycan, İran, Irak, Suriye, ve Türkiye’de Kürtlere komşu olup, Türkçe konuşanların unuttuğu veya bilmediği, çok eski Türkçe sözlerin Kürt lehçelerinde yaşaması, Kürtçe’nin karışmadan önceki aslını gösterir. Petersburg’da Kürtçe-Fransızca, İstanbul’da Kürtçe-Arapça ve Moskova’da Kürtçe-Rusça basıldığını arz ettiğimiz,adları anılan dört sözlükten derleyip, halktan da sorup öğrendiğimiz, 20’den çok eski Türkçe sözler, bu uğurda çok dikkate değer ve maziye ışık tutan örneklerdir. Ne yazık ki, Kürtlerdeki bu canlı sözler, Türkolog ve Türk Dili Araştırıcılarının dikkatini henüz çekmemiş olup, el sürülmemiş bir maden yatağı değerini taşır…


Bizim bulup derleyebildiğimiz Kürtçe’deki unutulmuş eski Türkçe sözler ile bir sonek, şunlardır:
1-AMANÇ, amaç, gaye ve hedef, Sondaki “Ç” sesinin, Yenisey ve Orkun yazılarında da görülen eski Türkçe’deki “NÇ” çifte sesine çevrildiğini, biraz önce görmüştük.
2-APO, amuca, babanın kardeşi demektir.Göktürklerde ve Selçuklularda “apa”,Sibir ile Orta Asya Türklerinde “apa/apağa”dır. İstanbul ağzındaki “emice” ve “emi” deyimi, Arapça “ammi”den bozmadır ; Türkçe’si “apa”dır.Kürtler, “apo” biçiminde yaşata gelmişlerdir.
3-BAK, Kurbağa, Kaşgarlı’da bu ad aynı anlamda geçer. Dilimizde “kur-bağa, tos-bağa/ kaplum-bağa, cır-bağa (çayır kurbağası)”adları sonlarındaki “bağa/baga” sözü ile ilgilidir.
4-BAN / BANİ, dağ tepesi, çatı, tavan, konağın üst katı anlamlarında kullanılır. Dede Korkut Kitabı ile Ak koyunluların resmi tarihi “Kiab-i Diyarbekriyye”nin başında da, Oğuzca bir deyim olarak “doksan başlu ağ ban-ev (yüksek-otak)”, “ağ ban-ev”(ak ayvanlı ev) deyimlerinde geçer. Kıpçak/Kuman Türkleri ile Macarlardaki “ulu-beğ; yüksek-hakim” anlamında kullanılan ve çokluk ekiyle “banat deyimleri de, bununla ilgili ve “yüksek, yukarı, üstün” anlamlarından gelmedir.Kürmançlar ile Zazalar’ca çok kullanılır.
5-BARAN / BERAN, koç, erkek ve burulmamış koyun demektir. Eski Bulgar Türkleri’nin bir bölüğü Anadolu’da yaşayıp, “Ayaşlu” oymağı ile birlikte adları belgelerde anılan “Beren-di” (beren-li) boyu ile, 915’te yazılan Taberi’nin eserinde, Horasan’ın kuzey kesiminde yaşadığı anılan “Baranlı Türkleri” adında, Van Gölü kuzeyinde ve batısındaki Ahlat, Bitlis, Muş, Erciş, bölgelerinin hakimi Kara koyunluların Hanları çıkaran boyu “Baranlu”da da, bu söz görmekteyiz. Bugün Başkurtlu ve Kazanlılar, erkek kuzuya, “beren” diyorlar.
6-BETİK / BİTİK / PİTİK, kutlu – yazı, muska, hamail. Göktürkçe’de “bitig” yazı, yazılı nesne anlamında geçer. “Biti-mek / beti-mek” yazmak, kitap düzmek demekti.
7-BUK / BUKE / BUGE, gelin, nikahlı kız. Çağatay ve Kazan Türkleri ağzında, “bige / bike / bikeç” deyimleri de bu anlamdadır.
8-ÇER / CIR, türkü, yır. Eski Türkçe’deki “yır” (masdarı “yır-lamak”=türkü söylemek, makamla şarkı çağırmak) sözünün Kıpçak, Kazak ve Dağıstan’da Alburuz / Mengütav çevresindeki Kara çay – Balkar ağızlarındaki (cer-yer, cılkı-yılkı, ceti-yedi sözleri) gibi “Y-C” değişiminden, “cır” biçimindeki sözün Kürtlerin ataları dilinde kullanıldığını gösterir. (çelek / celek / çelenk = inek sözüde böyledir. “Çirak”: türkülü hikaye.
9-ÇİYA / ÇİYE, dağ, tepe, Kuzeydoğu Sibir’deki Yakut Türklerinde bu anlamdaki “tığa” (=ormanlı dağ) ve Azerbaycan ile Doğu Anadolu’da, harmanı biten ekinin tahıl ile samanı ayrılmak üzere, yelin eşişine dikey olarak yığın edilmesinin adı olan “tığ” ile ilgilidir.
10-DOL, Zaza ağzınca deniz, göl (siverek’te Karaca dağdaki “Dol-a Guni” = Kanlı Göl adında da geçer). Göktürkler ile Uygarlarda, “tuluy” = deniz, ulu göl.
11-ERMANÇ, ermeç, ufuk, gaye. Bunda da, sonuncu “Ç” sesinin, Oğuzların dil özelliğinden “NÇ”ye çevrildiğine, önceden işaret etmiştik.
12-GUR / KUR / GURO, oğul, oğlan, erkek çocuk anlamına tek sözdür. Göktürkçe’deki “ur / urı” (erkek çocuk, oğul), “urı-lamak” (Kaşgarlı’da erkek çocuk / oğul doğurmak) ve “ur- uğ / ur-uk” (nesil, uşak, oğullar, ulustan büyük boylar birliği) deyimlerinin kökündeki “ur / urı” sözünün başına, önceden işaret ettiğimiz gibi, Oğuz canın özelliğinden gelen, başa “K/G” sesi eklenmesinden ibarettir. Bu bakımdan Kürtlerdeki bu eski söz, çok dikkate değer.
13-HOMAY, Zazalarda Tanrı, Allah anlamına tek sözdür. Göktürkçe’de koruyucu Tanrı “Omay / Umay” dan ibaret olup, Oğuzluktan gelme özellikten başına bir “H” sesi eklenmiştir. (Devlet Kuşu anlamındaki “Huma” ve Devlet/Saltanat anlamındaki “Humayun” deyimi de, bununla ilgilidir.)
14-KAL / KÂL/ KALİK, yaşlı, ihtiyar, Kaşgarlı’daki, yaşlı kişi anlamına geçen “kal”dan ibarettir.
15-KEK / KEKE / KAKO, ağabeyi, dadaş, efe, evin büyüğü erkek. Sibir Türklerinde “kek”, Uygur ve Kara papak (Borçalı Kazak)larda “kaga/Kağa”, evin büyüğü erkek, ağabeyi. Kaşgarlı’da “kek-mek er”, işte pişmiş kişi, tecrübeli ve ehil adam. Yakutlarda “keke”, parlak gökyüzünün hakimi. Dicle Kürtlerinde bu deyimin yaşaması da, çok mühimdir.
16-KON, çadır, oba, “reş-kon”, kara-çadır, kıl-çadır. Çağatay ağzında “kon” deyimi mesken, me’va, iniş-tüşüş yeri” anlamına geçer. Dilimizdeki “kon-mak” ve “kon-ak” sözünün kökünde yaşar.
17-KURT / KÜRT, kısa, güdük kaşgarlıda bu anlama, “kırt” sözü vardır. Kısa kollu veya kısa etekli kaftana da, “kurt/Kürt” derler. Hazar Türkleri’ndeki kısa anlamına “kurt” sözü, Rusça’ya da geçmiştir.(kurtuşka=kısa kaftan sözündeki gibi)
18-KO / KE / Kİ, aile adları sonuna eklenen ve “ciğim/cığım” gibi sevgi ve yakınlık bildiren bir ektir. Kürtçe’de “bawu-ko” babacığım; “kal-ki / kali-ki” dedeciğim, ihtiyarcık; “daye-ke” anacığım gibi. Kaşgarlı’da, “kı=hısımlık bildiren adların sonuna gelip, acıma ile sevme anlatan bir edattır, ata-kı=ata-cığım gibi”, deniliyor.
19-KÜWİG / KÜVİK, Ürkek hayvan, Yabani vahşi. Göktürkçe “geyik” = yabani / av hayvanı, geyik. Kaşgarlı’da, “keyik” = yabani; “keyik-söküt” =yabani söğüt ağacı diye anılır.
20-LE / LO, insan adları sonuna gelip, “bira / bire, be, hey, yahu” anlamını verir. Kadınlar için “le” ve erkekler için “lo” kullanılır. “Faté lé = Fatma be / bıra Fatma, “Memo lo” = bire Mehmet, gibi, Kaşgarlı, Türklerden yalnız Oğuzların kullandığı böyle bir edat için, şunları yazıyor. “LA sonekini Oğuzlar kullanır; işin bittiğini gösteren bir edattır: ol bardı la = o vardı / gitti be, ol keldi la = o geldi yahu sözleri gibi.”
21- TOPRAK / DORAKH, peynir,çökelek.Farsça’dan dilimize giren “peynir”in Türkçe’sidir. Bu “torak”, çok eski bir Türkçe söz olup, Avarlar veya Hazarlardan Rusça’ya, Polenezce’ye ve Doğu güney – Baltık dillerine de peynir anlamına “tvarog” ve benzeri biçimlerde geçmiştir.
22- TORIN / TORİN, asilzade, soylu kadın veya erkek, eski beğler ailesinden gelenlerin sıfatı. VI. Yüzyılda Kafkaslar kuzeyinden İdil (Volga) boyuna ve bir kolu Tuna bölgesine göçen Bulgar Türkleri’ndeki “turun” deyimini Türkologlar, Göktürkler ile Avarlar’da görülen “yüksek rütbeli, vali” gibi makam ve unvan anlamına gelen “tudun”dan ibaret sayarlar. Uygurlardaki “tözün/tüzün” unvanı da, eski “tudun”dan gelme olup, “”soylu-soplu-asil ve necip kişi”; Kazak Türkçe’sinde, “törö / töre” deyimi, “asilzade, yüksek rütbeli, yüce soylu” anlamınadır. Kaşgarlı diyor ki, “tarım: Tiginler’e ve Afrasyab soyundan gelen hatunlara ve bunların büyük-küçük çocuklarına karşı söylenen bir kelimedir; ne kadar büyük olursa olsun, Hakanlı (yani, Kara hanlı devletini kuran sülale)Hanları’nın oğullarından başkasına, böyle hitap edilmez.” Biraz sonra “Eski Destanlar ve Folklor” bahsimizde göreceğimiz gibi, kendilerini Afrasyab soyundan sayan Kürtler/Kürmançlar’ın , “torın/torin” deyimini, gerçekten beğ soyundan gelen (kadın,erkek,çocuk farkı gözetmeden) kişiler için kullanması, onların Saka (İskit) Türkleri’ne çıkan atalarından kalma, bir milli töreden geliyor.
23-Çokluk bildiren T soneki. Göktürk yazıtlarında : “Tark-at” (Tarkan/Tarhan), “Tig-it” (Tigin) “Og(u)l-ıt” (oğlan, oğullar) gibi deyimlerin sonundaki “T” sonekinin, şimdiki “ler/lar” gibi, çokluk bildirdiği anlaşılmıştır. Oğuzların “Bay-at” boyunun, “Bay-an” (Baylar, zenginler ve bol nimetler) biçimi de vardır. Milattan önceki Sakalar’ın Yunanca kaynaklarda anılan uruk ve boy adlarından : “Skyt” (Çik-it), “Sokolot” (Sekel-ler), “Masa ket” (Masak-lar), “Barulat” (Barula-lar), “Tarkit” (Tark-lar) gibi deyimlerde de, T sonekinin çokluk belirttiği tespit edilmiştir. Altaylı kolundan Mongol / Mogol kavmında da bugüne değin T soneki, çokluk/cemi edatı olarak kullanıldığından, birtakım Türk uruk ve boyları da, buna göre anılmıştır : “Alpağut / Alpavut” (Alpaklar), “Oyrat” (Oygur / Uygurlar), “Televüt / Telengut” (Teleng-ler) gibi
Dicle Kürtlerinde de “T” sonekinin, çokluk belirten edat olarak kullanıldığını görmekteyiz: “ada-et” (ada-lar), “ağa-v-at” (ağa-lar), “bağat” (bağ-lar,bahçeler), khélat (başına “kh” eklenmiş “el-at” = él-ler, boylar birliği), “çemed / çemet” (çem-ler / çay-lar, küçük ırmaklar), “hespet” (başına “h” eklenmiş “esb-et” =esb-ler, at-lar), “yar-et” (yar-lar / yar-an, dostluklar) gibi. Ön Asya’daki İran, Irak, Azerbaycan ve Türkiye’de Türkçe konuşanların çoktan unuttukları bu “çokluk bildiren T soneki”nin, Kürmançlar/Dicle Kürtleri arasında kullanıla gelmesi, bunların “Hint-Avrupalı / İndogermen” veya “İranlı kolundan gelmedikleri” ve Orta Asyalı, Altaylılar soyundan indiklerinin, dillerinde yaşayan sağlam delilidir.

Bizim Bulabildiğimiz “Kürtlerde yaşayan eski Türkçe sözler”in, bu 23 sayısından çok olduğu, muhakkaktır. Fakat bunlar bile, öteki Yenisey, Batı Türkistan, Dağıstan-Macar/Tuna boyu ve Kür-Aras Boyları gibi dört ayrı ülkede yaşayan anadili Türkçe Kürt urukları ile soydaş olan Dicle Kürtlerinin, 337-642 arasında 300 yıldan çok süren Ateş tapıcı Sasanlı-İran istila ve baskısından önceleri, Türkçe konuştuklarını göstermeye yeter.

Muhterem Dinleyiciler, Asya ile Avrupa’nın gördüğümüz öteki dört bölgesindekiler gibi, Dicle Kürtlerinin Türklüğü ve Oğuzlardan geldiği, o kadar gerçek ve özlüdür k bunu bir menşura (yeni adı ile, prizmaya) benzetecek olursak, hangi yüzünden ve yönünden bakılırda bakılsın, aynı varlığı, aynı gerçeği, aynı birlik ve beraberliği gösterir. Yeter ki bu bakışlar, ilmin ışığında ve gerçekçi gözlerle olsun. Fakat, bu iş, yabancıların kasıtlı yayın ve propagandalarının saçtığı puslu-dumanlı bir bulutum arkasından ve aldatıp yanıltıcı gözlüklerle olursa, gerçeğe ulaşılamaz…. İş çığırından çıkar!…



III. BÖLÜM : Öteki Sosyal Bilimler Bakımından Kürtlerin Türklüğü
Konferansımıza bitirmeden önce , Tarih ve Dil bakımlarından yapılan bütün araştırma ve buluşların, şaşmaz bir gerçek olarak, Dicle Kürtlerinin de , öteki dört ayrı ülkelerdeki Kürtler gibi, Türklüğünü ortaya koyduğunu arz ettikten sonra; bu uğurda, soyları ve kökleri göstermeye yarayan öteki ilim dalları yönünden de, Kürtlerin incelenmesine, kısaca dokunacağız. Antropoloji, Etnografya / Etnoloji ve Milli Destanlar ile Folklor bakımlarından ve bu ilimlerin usulleriyle de, Kürtler tetkik edilince, aynı sonuca, aynı gerçeğe varılmaktadır. Bunlara da, kısaca dokunalım.


A ) Antropoloji Bakımından Kürtler :
Eskiden kavmiyat dediğimiz antropoloji, insanın gövde ve dış yapısını, bilhassa kafatasını inceleyerek, soyu ile kökünü araştırıp, ortaya çıkarmaya yarar. Bu bakımdan Dicle Kürtlerinin de, bütün Türkler gibi %85’ten çoğu yuvarlak başlı (braki-sefal) olup, melezleşmemiş öz İranlı / Farslar ve Hint Avrupalılar (Aryaniler) ile Sami ırktan Araplar gibi, uzun başlı (doliko-sefal) değildirler. Ancak, orta başlı (mezo-sefal) ve uzun başlı (doliko –sefal) Kürtlerin sayısı %15 kadar olup, bu nispet Batı Türkistan ve Türkiye’deki Türkmenler ile Yörüklerde de görülmektedir. “Kürtlerin Türkmen tipi”nde olduklarına V.Minorsky’de 1927 yılında “İslam Ansiklopedisi”nde yazdığı “Kürtler” makalesinde işaret etmiştir.
Kürmanç Kürtlerinin antropoloji vasfına dokunan rahmetli Ziya Gök alp, 1923’te Diyarbakır’da çıkardığı “Küçük Mecmua” daki bir yazısında diyor ki, “bir köylü Kürt ile Türkmen’i, konuşturmadıkça, dış görünüşünden (tipinden) ayırdetmek , imkansızdır” Milli Mücadelemiz sırasında yabancı propagandalara ve emperyalistlerin yemlemelerine kapılarak, Suriye’ye kaçan ve Bedir hanilerin Celadet ile Kam uran gibi gerçekten yurt ve millet haini satılmış kardeşleri ile işbirliği edip, onlara uyarak yayınlar yapan Erganili doktor Şükrü Mehmet Sekban, sonradan İngiltere idaresindeki Irak’a gitmiş ve Kerkük ile Süleymaniye’de muayenehane açarak, tabiplik yapmıştır. Erganili Dr.M.Şükrü Sekban, sonradan bu yaptıklarından ve gerçeğe aykırı yayınlarından pişman olarak, doğru yola girince, 1933’te Paris’te neşrettiği “Kürt Meselesi” adlı Fransızca kitabında, Kürtlerin soyu-sopu hakkındaki gerçekleri, itiraf etmiştir. İttihadcılar zamanında “Ergani Sancağı Mebusluğu”na adaylıktaki rakibi Ziya Gökalp’in, 1923’te yazdıklarından habersiz olarak Dr.M.Şükrü Sekban, 1933’te çıkan “La Question Kurd” adlı kitabında, Kürtlerin antropoloji vasıflarının Türkmenler ile bir olduğunu, şöyle belirtiyor : “Operatör olarak, on yıl Irak’ın Kerkük ve Süleymaniye şehirlerinde muayenehane işlettim. Bu sırada bana gelen hastaları, konuşturmadıkça, Kürt mü, Türkman mı diye asla, ayıredemedim.” Çünkü, ayrı adlardaki bu iki kavim da, aynı tipte ve bir kökten gelme “Turanlı ırktan”dırlar.


Biz de, antropolojinin inceliklerini bilip gözetmeye lüzum kalmadan, bu gerçeği gözlerimizle görmüyor muyuz. Orduda bir Mehmetçiği veya köyde-kentte, çarşı-pazardaki bir “Kürt” ile bir “Yerli” veya “Türkman”ı, konuşmadan tiplerine bakarak, tanımamıza imkan var mıdır? Bir sosyolog olarak Ziya Gökalp diyor ki, “Kürtler ile Türklerdeki bu dış görünüş ile gövdedeki benzerlik, ruh ile duygularda da birlik ve ayniliğin delilidir.” Evliya Celebi’nin de dikkatini çeken, Kürtlerde, ekseriyetle gövdenin çok kıllı oluşu ve sakal bıyığın gürlüğü ile saçların erkenden ağarması, Türkmenler ile Dağıstan’dan gelme Karapapaklar’da da görülmektedir. Kısacası, kafatası, yüz çizgileri, boy-bos ve gövde yapısı bakımından Kürtler uruğundan olanlar ile, Orta Asya Türkmenleri ve Azerbaycan ile Türkiye’deki “Yerli”, “Terekeme”, “Kara papak”, “Yörük”, “Tahtacı”, “Mavalı”, “Manav” gibi türlü uruk ve boy adları ile tanınan insanlar arasında, bir fark ve ayrılık yoktur, seçilemez

B ) Etnografya ve Etimoloji Bakımından Kürtler :
Kürtlerdeki boy, oymak gibi büyüklü-küçüklü “aşiret” denilen toplulukların incelenmesi de, çok ilgi çekici sonuçlar veriyor. Bunlardaki içtimai düzenin, kara çadırda alacıkta yaylacı-kışlacı yaşayışın; koyunculuk, atçılık, yoğurt-yağ ve peynir yapıcılığı ile öteki hayvan mahsulleriyle uğraşmanın ; giyim-kuşam ve yemeklerin, yakın ve uzaktaki Türkmen ile Yörüklerdekinin aynı olduğunu, örneklerle saymaya lüzum yoktur. Biz, 900 yıl önceki Selçuklu Fatihleriyle İslam-Türkiye’nin kuruluşundan önce ve sonra yazılı belgelerdeki Dicle Kürtlerinin uruk, boy adları ile öteden beri Osmanlı, “Tahrir Defteri”ndeki “Aşiret” veya “Cemaat” adlarını, bugün bilinenleri incelemekle, bunların adaşlarının Anadolu, Azerbaycan ve Türkistan’da da yaşadığını ve Türkçe konuştuklarını görüyoruz. Vaktin darlığından, çoğunun yerlerini söylemeden geçeceğimiz Kürtlerdeki şu uruk, ulus, boy, oymak ve tire adlarının, Türkçe olduğunu analım:
Abdallı / Abdalan (Silifke’de ünlü “Keklik” oyununu oynayanlar ile Antalya, Toroslar, Orta Anadolu ve Adapazarı bölgesindekiler, Türkçe konuşur; Haptal/Eftalit Türklerinden geldiklerine, Tarih bölümünde işaret edilmiştir), Ağu çanlı/Ağu-içenli (Alevidirler, bu addaki “ocak” mensubu), Ak keçili (torunları “Behramki”lerdir), Karakeçili (Osmanlıları çıkaran 24 Oğuzdan Kayı’ların oymağı olup, Urfa-Diyarbakır arasında Karacadağ’dakiler Kürmanç’tır), Alanlı (Hazar Denizi kuzeyinde ve Dağıstan’da Kırım’da,Türkleşmiş İrani “Alan/As”kavmi kolundan), Antarlı (Ak koyunlu oymağı olup, bunların Urfa, Mardin kesimindeki kışlakta kalanları, Kürmanç’tır; bozguncu ve uydurma yayınlar yapan Lise mezunu Musa Anter, bunlardandır), Artuşi/Hertuşi (Van-Hakkari ve Irak’taki 12 oymaklı bu boy, Ankara’da çıkan “Ülkemiz” dergisinin 1967 Ağustos sayısında tanıtılmıştır), Atma/Atmalı (Alevi’dirler. Hem Türkmen, hem Kürt kolları vardır. Kürtler, 12 oymaklıdır), Avcılar/Avşar (24 Oğuz boyundan), Aydınlı.


Badıllı/Badılı (24 Oğuz Boyundan “Bek-Tili/Beg-Dili”den, Siverek’teki “Badıllılar”, Türkmen kolundan olduklarını bilirler), Balabanlı,Balan/Ballar,Bala-Kürdi (Kürt-Aras Kürtlerinde gördüğümüz “Bala Sakan” gibi, bunların adı başındaki “Bala”da, “Küçük” anlamında olup Türkçe’dir),Banuklu/Banuki (yüzünde dövme “banuk/benek”olanlar),Balakan/ Beleki/Belbas/Bilbaslı/Milbası,Bezikli/Baziki/Bezeki,Bayat (Dede Korkut ile ulu şairimiz Fuzuli’nin de mensup bulunduğu, 24 Oğuz Boyundan), Beşiki/ Başikan, Beritanlı/Berdan (İçel’deki “Bedan” çayına ad veren Yörüklerin boyu, Türkçe konuşur,Türkistan’daki adaşları, İslamlıktan önceleri biliniyordu), Birimlü/Biriman (Ak koyunlu boyu), Bokhti/Bokhtan Boti/Botan (Dicle Kürtlerinin iki ana kolundan kuzey doğudakiler; bunların Elbeğleri sülalesi “Bogduz-Aman” kütüğünden de anlaşıldığı gibi, 24 Oğuz Boyundan geldiğini görmüştük), Borlu/Boran (Orta Anadolu’daki “Ulu-Borlu” ve “Kiçi-Borlu”da adları yaşayanlar, Türkçe konuşurdu), Bucak/Bucaklar (Siverek Zazaları’ndan olup, kan gütmede birbirini yok ettikleri, 1967 gazetelerinde anılan boy).


Canbeklü/Canbeğan (aslı “Cihanbeyli”olup, Azerbaycan’dakiler Türkmen ve Konya’daki Cihanbeyli İlçesi ile Yaylasına ad vererek orada oturanlar, Dicle Boyundan gelme koyuncular olup, Kürmançtırlar), Çekallu, Çekanlu/Çikanlu, Çarıklı/Çarekli (Kaşgarlı’nın andığı Orta Asya’daki büyük Türk uruğu “Çaruglug”lardan Türkiye’de Guranlı/Zazaların büyük boyu ve umumi adlarından birisi), Çelebilü,Çukurlu (Bitlis’in “Çukur” adlı bucağında kışladıklarından bu adı almışlardır), Çurıkan/Çurukan (Kikiler/Kikan Ulusu’nun 24 boylu yarı kolu sayılırlar; 943’te Mes’udi bunları, “Ya’kuubi” Hıristiyan” olarak tanıtmıştı), Çuwan / Şuwan (Türkçe “çoban” sözünden).


Dedeler (Alevidirler), Dede-Karkhınlı (Alevidir, “Karkın” 24 Oğuz Boyundan biridir), Dakori/Takuryan (İçlerinde Hıristiyan “Süryani” mezhepliler de vardır), Döger/Dögerlü (Urfa-Mardin’de, 24 oymaklı koyuncu boydur; 24 Oğuzdan birisidir), Dünbüllü / Dümbüli / Dümili / Dümilan (Murat boyu ile Siverek’teki Zazalar’ın, bazen umumi adı olarak da kullanılır. Türkiye’dekiler Zazaca, Hoy ile oradan Iğdır köylerine gelmeler, Türkmen sayılır ve Türkçe konuşurlar. “Şeref name” ile Evliya Çelebi’de, Azerbaycan “Dümbüllü”lerinin, Türkçe konuştukları anlatılır).


Elbeglü/İlbeğli,Guran (Batı Türkistan’daki Türk soyundan “Gurlu”ların, Dicle boylarına göçen ve Arşaklılar’la gelen kolundandılar. Bütün Kirt/Zaza uruğu, bunlardandır. Fatih II.Mehmet’in hocası “Molla Gürani”, bunların Kürmanç bölüğündendir), Hakari (24 boya ayrılan kalabalık bir “ulus” olup, Hakkari ilimize de adını vermiştir. 823’te ölen Vakıdi’nin, 641 Fetihleri dolayısı ile andığı Bokhtilerin bu ulusu, Aras kuzeyinde Karabağ’daki “Akarı / Hakari” adlı Saka boyu ile adaş ve boydaştır), Herki / Heriki (Erikler),Khaçi / Khacalan (Kaşgarlıda’da 24 Oğuzdan iki boyun-Karkın ile Yıparlı/Yaparlı Birliği olarak geçen- Kalaçlar’dan; Kikiler’in iki ana kolundan 24 boylusu; Selçuklulardan 150 yıl önceleri 905’te anılan Malazgirt-Erciş arasındaki “Halac-Ovit”(deresine), Tarih Bölümümüzde işaret etmiştik).


« Son Düzenleme: 05 Mart 2023, 22:17:37 Gönderen: Nostaljiciyiz »
 

By_Caner

  • Acemi Üye
  • **
  • İleti: 96
  • Etkinlik:
    0.8%
  • Tesekkur Edildi: 581 kez
  • Rep Puanı: 0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Kürtlerin Türklüğü
« Yanıtla #2 : 05 Mart 2023, 22:16:24 »
Kara-Balan/Kara-Ballar (aslı “Kara-Balılar”olsa gerektir; “Balı” Oğuzcalar ağzınca “genç , delikanlı” demektir, bu anlamı Kör oğlu Beyleri arasında anılan “Ayvaz-Balı”, “Ese/Hese-Balı” adlarında da görüyoruz), Karacalu / Karaca (24 boylu “Danişmedlü-Eli”ndeki “Karaca-Kürler” boyu, Türkmen sayılıp, anadili Türkçe idi; bunlardan Kırşehirli Osman Bölük başı ve ailesinin anadili de Türkçe’dir),Kara-çorlu(Güney Azerbaycan’dakiler, Türkmen sayılır; Elazığ’ın Palu ilçesindeki bir bucak, bunların adı ile anılırdı)Kara koçlu /Karakoçan (Türkmen olan “Kara-Koçlı”lar, Azerbaycan’da Türkçe konuşur;Elazığ’ın “Karakoçan”ilçesi ile Bingöl,Erzurum,Erzincan,Sivas, Giresun ve daha başka illerimizdeki “Kara-Koçlu/Kara-Koç” adlı köyler, Türkmen veya Kürmanç olan bu addaki oymaktan kalmadır),Karabegan/Kara-Begli (Elazığ ilinde, Palu’nun bir bucağına da ad vermişlerdir), Kara-Ulus (Ak koyunlular çağında, Kürmançların, bütün Becen/Beceneli kolundan gelen boy ve oymaklar, bu adla anılırdı; Diyarbakır Ulu Camii duvarındaki IV.Avcı-Mehmet’in fermanı yazıtında da geçer; bugün Kuzey Irak’ta da “Kara-Ulus” adlı ve 6 oymaklı bir Kürt aşireti vardır), Karalar, Keçan (Keçler),Keşiki / Keşikçi (ordu karavulu / nöbetçisi anlamına gelir, “Şeref name”de de bu boy anılıyor), Kıl başlı / Kıl baş (daha çok açık başlı gezen Yezidi-Kürt erkeklerinin, omuzlarına kadar uzayan örgüsüz saçlarından ötürü böyle denmiştir; Evliya Çelebi’de “Saçlı Kürtler” veya “Sekiz Bıyuklular” denilen yezidiler de bunlardandır; Diyarbakır şehrindeki “Kıl-baş Mescidi”, Türkmenlerden kalmadır), Kılıçlı / Kılınçlı, Kızılbaş oğlu, Kırganlı/Kırıklar (Türkistan’da, bunlarla adaş Türkmen oymağı da vardır, bizimkiler Zaza’dır), Kızıklı/Kızıkanlı/Kızkanlı (24 Oğuz Boyundandır), Kızkapanlı, Kiki / Kikanlı (Çok koyun sürüleri vardır: “Kiki-Khacalan” ve “Kiki-Çukuran” adlı 24 erden, 48 boya ayrılan kalabalık bir “Ulus” sayılırlar; İstanbul’ca meşhur eski “Halep” ve şimdiki “Urfa” adlı sadeyağı, bunlar yapar; Türkistan’da adaşları olan boy ve oymaklar, Türkçe konuşurdu), Koçeri/Koçeriyan (“Göç-Eri” anlamındaki bu adı taşıyanlardan, “Koçarı/Köçeri” adlı halk oyunu, ünlü ve yaygındır), Koçgeri/Koçgiri (Sivas-Erzincan arasındaki bu Alevi boyu, 12 oymaklı olup, adlarının “Koçu-Kırlı”=Kır/Boz renkte koçu olan veya “Koçu-Kirli” anlamındaki birleşik sözden çıktığı hakkındaki, iki rivayet vardır, Tanrı Dağlarda “Koçungar” bölgesindeki adaşları, Karluklar’ın bir boyudur), Koç uşağı, Kotanlu/Kotan (eski ve yerli Türk pulluğu “kotan”ı kullanan),Kozlucalar,Köçekli, Köh-Benüklü (“Gök” renkte döğme “benük/benek” = beng işareti olan), Kulular, Kurdoi / Kürdoi (Güney Azerbaycan’ın Ürmiye-Maku arasındaki öz yerlerinden, batıdan Anadolu’ya da kaymışlardır), Kurdiki / kurtikan (V:Yüzyıldan kalma sanılan Khorenli coğrafyasındaki “Kortik” ve Muş’un güney yanındaki yaylak “Kortik Dağı” adları ile, yatkın kar anlamındaki “Kurtuk/Kürtük” deyimiyle adları ilgili boy), Kürdili / Kürdilan/Kurtilan (Klasik Türk Musikisi makamlarından “Kürdili”adı ile, Calayırlı Üveys Han’ın XIV. Yüzyılda Saray Çalgıları arasına kattığı “Ozan Kopuzu”n destanı, bunlarla ilgilidir; Siirt’teki demiryolu sonunda bulunan “Kurtalan” ilçesi, bu boyun adı ile anılır), Kürmaç/Kürmanç (Dicle Kürtleri’nin toplayıcı ve kendilerince kullanılan adıdır; bunun eski Türkçe’de “Kür”=Küreçi /Güreşçi, yiğit, pehlivan ve “maç” gibi “ci, lik, li” ekinin anlamını veren bir ekten kurulduğunu ve son ekteki “ç” sesinin “Şeref Name”nin asıl yazmasındaki biçimine uyup, sonradan “NÇ” sesine çevrildiğine, Dil bölümümüzde işaret etmiştik; Van-Ürmiye arasında “Kürmanç” adlı bir Bokhti boyu vardır), Kürt/Kirt (Murat-Karasu boyundaki Zazaların, kendilerine verdiği toplayıcı ad ; bunun Türkçe “Kürt” = Yatkın kar anlamına geldiğini, ayrı bir bahsimizde arz etmiştik).
Mamauklu/Mamikanlı/Mameki (Kara koyunlu Türkmenleri’ni, 217 Yıllarında “Çenastan” /Kaşgar ülkesinden getiren Mamık ile Konak adlı iki Şehzadeden birinin adı ile anılan bu boyun, “Ermeni soyundan geldiği”ni yazan V.Nikitin ve benzeri yabancılar, gerçekleri tahrif ediyorlar), Mersinli/Mersinan (İçel’deki Yörüklerin “Mersinli” boyundan, Mersin iskele ve şehrinin adı kalmıştır; Mardin-Urfa arasındakiler Kürmanç olup, Mişkinler ile rakiptirler ve geçinemezler), Milan/Millü/Milliyan (Kürmançlar’ın iki ana kolundan, güney batıdakilerin toplayıcı adıdır, eski “Becenevi”=Beceneli/Peçenek kolunun yerini tutar; “Mil”=Bel, dağ beli, yaylak, sırt anlamındaki sözden gelir), Mişkin/Mişkinan (Mardin’dekiler Kürmanç, Tebriz-Erdebil arasındakiler,Türkmenlerden sayılır),Mukri/Mokri/Mukuri (Türkistan’daki adaşları Selçuklulardan önce anılmakta olup, Türk boyu sayılıyordu; Ürmiye Gölü güneyinde ve Irak-İran sınırı üzerindekiler, Kürmanç’tır), Müküsi (İdil ırmağı boyundaki “Moksi/Mukşi”de denilen Hazar/Çuvaşlar kolundan sayılan Türk boyundan koptukları anlaşılıyor; Kars’ın Arpaçay ilçesindeki “Möküz” köyü ile Van Gölü güneyinde Bohtan Çayı boyundaki- I.Selim adına Osmanlı parası kesildiği bilinen maden yataklı- “Möküs-Müküs” kasaba ve bölgesinin adı, bunlardan kalmadır; Bohtan boyundaki bölge, 259’da A.Marcellinus’ün eserinde, “Mokso-en” = Mohso-Yurdu diye anılıyordu ki, Ermenice kaynaklardaki “Mog’k” = Mog’lar Eyaletinin karşılığıdır).


Ocaklar, Okçu/Okçuyan (287 yılında Bitlis-Muş bölgesinde, Mamık-Konak Kardeşler uruğunun kırdığı “Slag”=Okçu boyunun, Dede Korkut Oğuz Namelerinde “Okçu=Kozan” denilen Elbeğlerine bağlı olup, Fırat batısına kaçıp kurtulan ve Malatya-Halep arasında konup göçen Oğuz hanlılardandır; bunlardan 24 oymaklı “Okçu İzzeddinli” boyu, Halep’teki “Kürt dağı”nda kışlarlar. Bunlar, 1921 Ekim ayında Türkiye-Suriye sınırı kesilirken, haritalı bir risale bastırıp, biz “Akdeniz Türkmenleri”yiz diye feryat ederek, “Kürt Dağı” ile birlikte Türkiye’de kalmak isteklerini açığa vurmuşlardı), Öküzan/öküz oğlu,Pornak/Ponekli (Ak koyunlu oymağı olup, Trabzon ile Diyarbakır’da ve bunlar arasındaki köylerde, adları coğrafyaya geçmiştir; “Bornak”da denir).sakanlu/Sakan (“Sakalar/Saklar” anlamına gelen bu adın, Ağrı dağı ve çevresindeki “Calali Kürtleri” adlı 24 oymaktan 12’sinin birlik adı olduğuna, Tarih bölümümüzde işaret etmiştik. Halk etimolojisine göre bunlar, Celalilerin Sol Kolu sayılan 12 oymaklı Khalikanlar’a göre, savaşta sağ kolda vuruştuklarından “sağ-lar” anlamına Türkçe, “sak-an” adını almışlardır.) Sarı Saltıkan (Alevidirler), Sarılar / Saruyan,Solkanlı / Solkhan (Bingöl ilimizde bir ilçede de adları yaşar,bu ad savaşta “sol-kol”da vuruşan anlamına “Solkak”tan “Solaktan”=Solaklar deyiminden veya “okçu” anlamına eski “Slak/Selak” denilen Oğuzlardan gelse gerektir), Söylemezler (bunlardan bir çok şair, bilgin ve diplomatımız yetişmiştir), Sur / Suranlı / Suruşağ / Sürler (Murat boyundadırlar, Orta Asya’daki adaşlarımı, Çin kaynakları Türk soyundan gösterir), Sürgüçlü / Sürgüçi , Suturkan/Üstürki/Üstürükan (Muş ilimizde Varto’nun Bingöl Dağları güneyindeki “Üstükran” bucağı adı, bunlardan kalmadır. Gence ile Berde arasındaki Şutur bölgesine ad veren bir oymak ile bunlar, adaştır).


Şadili/Şadiyan/Şadan (Farsça “Şad”dan değil, Türkçe ve Aras boyuna da hakim olan Hazarlardaki soylu başbuğ unvanlarından “Şad” ile ilgilidir; Kars’ta Arpaçay İlçesi merkezi “Zaru-Şad” ve Hakkari yakınlarındaki eski “Saru-Şad” , Artvin’deki “Şav-Şad” ile Şad-Berd gibi, bölge ve kale adlarında da bunu buluyoruz), Şemikli/Şemikanlı (Ak koyunlu oymağıdır, Mardin’dekiler Kurmanç’tır.)Şakaklu/Şıkaki (Tebriz Eyaletindekiler, Türkmen/Şahseven sayılır), Reş-Belek (Kürmanç ağzı ile “Kara Benekli” demektir), Tap/Taplı, Tarkhan / Terkhani,Tatar/Tataruşağı (İlhanlı/Cengizle çağından kalma), Tayan, Temuran / Temiran / Demirlü, Topuzuşağı,Torunan / Torunlar (Dil Bölümünde anıldığı gibi, “asilzade, soylu-soplu beğler” anlamına gelir), Tırkan/Türkan/Tirkanlı (“Türkmenler” anlamındadır), Ulaşlı/Ulaşlar (Keği bölgesindeki bu oymaktan da, birçok bilgin ve büyük adamlar yetişmiştir; Erzurum Kongresini hazırlayanlardan Avukat Hüseyin Avni Ulaş, Bunlardandır), Enakhi/İnakhi (Yınaklı); (Dede Korkut Kitabı’nda da, “Baş vezir” anlamına geçen “Inak/Yınak” deyimi ile ilgili), zakhuranlı/Zağfuranlı (Sivas ile Kars’taki Alevi Türkmenlerden bir boy, bu adla anılır, Tebriz-Erdebil çevresindekiler ise, “Türkman” sayılır), Zarıkanlı/Zerki / Zırkanlı (“Sarışınlar” anlamına gelen bu ad da, eski Türkçe’deki “sarıg” = sarı rengi anlatan sözle ilgilidir), Zilanlı / Zilan / Zili (Eskiden “Siliwi”=Siliwli denilen ve Diyarbakır doğusundaki büyük kaleli Mafarkın’da kışladıkları için buraya “Silwan” / Siliwan = Siliwler adını verdiren Kürmançlar’ın iki ana kolundan Bokhti / Bokhtan yerine kullanılan bir toplayıcı addır; halk iştikakına göre anlamı, “ovalı,kışlaklı” demektir; “Siliwan/Silifan”, Çin kaynaklarına göre Göktürklerde, çok üstün ve şerefli bir unvandı; bu bakımdan Zilan deyiminin kökü olan “Siliw” de, “Silig” = Silinmiş, tertemiz anlamına gelse gerektir).
Gerek Dicle Kürtleri’nin anılan Türkçe ve çoğu Türkmen / Oğuz veya öteki Türk boyları ile oymaklarında da görülen topluluk adları,gerekse anılmayan boy,oymak,tire ve obalarında,M.Ö 200 yılında Hiyung-nu (Hun) hükümdarı Maodun (Mete) Yabgu’nun Çin imparatorunu kuşatılmasından beri bilinip,Türklerde milli bir töre olarak uyulan altılı+altılı=on ikili ve on iki+on iki=yirmi dörtlü Sağ kol ile Sol kol düzeni, bütün Dicle Kürtleri’nde milli ve atalardan kalma töre olarak görmekteyiz.Kürtlerdeki bu Türklük geleneğine ilk defa rahmetli Ziya Göklap’in ,1924’te basılan “Türk Medeniyeti Tarihi” kitabında işaret ederek,”Şeref name”’de anlatılan “Roşeki/Rojeki”adlı Bitlis-Muş-Bingöl çevresi Kürmanç-Kürtleri’nin 12+12=24 oymağa ayrılışlarını, misal vermiştir.

C ) Milli Destan Ve Geleneklerde Kürtlerin Türklüğü :
Tarih Bölümümüzün “Dicle Kürtleri” bahsinde, Dede Korkut Oğuz Namelerinde geçen Eski Oğuzlardan “Boğduz –Aman” adlı Elbeğleri sülalesinin, “Şeref Name”, (1597’de yazılmış) ile H. 1301 (1884) tarihli “Diyarbekir Salnamesi” gibi başka başka kaynaklardan faydalanılarak yazılan iki eserde, Hz. Muhammed’e Elçi giden “Oğuz”lardan ve “Kürtler taifesinden” gösterildiğini; görmüştük. Öteden beri Ermeni halkının, komşuları, Kürtlere “Oğuzlar” anlamına “Guzan”dan bozma olarak hep, “Khujan” dediklerini de hatırlatmıştık.


Şimdi de, yazılı kaynaklarda geçen Türkler ve onların bir uruğu olan Kür-Aras Kürtleri ile Dicle Kürtlerinin ortaklaşa olarak, Türklerin ilk cihangir padişahı Sakalı Madova’dan ibaret Alp-Er Tonga / Afrasyab’ın, ilk ulu ata saydığını gösteren, milli destan ve geleneklere işaret edelim. Tarih Bölümünde gördüğümüz gibi, İranlılardan Medyalı Keyaksar’ın M.Ö. 626 yazında Ürmiye Gölü kıyısında verdiği şölende, namertlik ve hile ile öldürttüğü Saka / İskit padişahı Madova/Afrasyab, Doğu Türkistan’da Uygur ve Kara hanlılarca “Alp-Er Tonga” unvanı ile anılmaktadır. Herodot’un belirttiği gibi, İranlılar, sakaların bu cihangir padişahını öldürerek, İstiklal kazanmış ve İmparatorluk kurarak Anadolu’ya hakim olmuşlardı.
M.Ö. 63 yılında Amasya’da doğan Strabon, kendi memleketinin 50 Km. güneyinde bulunan “Zela” (Zile” kasabasındaki İran Kolonisi’nin, yazın yaptığı bir milli töreni görerek , anlatıyor. Diyor ki, Zela’daki Persler, yazın Anahit Tapınağı’nda, büyük din törenleri ve şenliklerle kutladıkları İstiklal/Kurtuluş bayramlarına, “Saka-Bayramı” diyorlar. Bundan, İranlıların, Herodot’un andığı gibi Sakalar / İskitler padişahı Madyas(Madova/Afrasyab)ı, hile ile öldürüp istiklal kazanmalarının yıldönümünü, milli bir kurtuluş bayramı olarak kutladıkları ve buna İskitlerin asıl ve İranlılarca tanınan adı ile, “Saka (Sakalardan kurtuluş)-Bayramı” dediklerini, anlıyoruz. Strabon’dan on asır sonra, 915’te ünlü tarihini yazan İranlı İslam Bilgini Taberi, kendi çağındaki İranlıların her yıl “Afrasyab’dan Kurtuluş Bayramı” adlı milli bayramı kutladıklarını bildirir.


9143’te “Mürüc’üz Zeheb” adlı kitabı yazan Bağdatlı Mes’udi, o çağda bile Dicle’nin yukarı kollarından İki Zapsuları boyunda, eskiden İranlıları yenen ulu Türk Kağanı Afrasyab’ın hatıralarının yaşadığını anlatır. Kharezmli olduğundan, o ülkeyi iyi tanıyan büyük Türk bilgini Elbiruni (973-1051), Kharezm’deki İranlıların, “Halkın, Afrasyab’dan Kurtuluş Bayramı” adı altında kutladıkları milli bayramın, (Şimdiki efrenci takvimle) 7 Temmuz’a rastladığını bildirir. 1806-1810 yıllarında İran’ı dolaşan Jomis Morrier adlı İngiliz gezgini eski İran töresi ile geleneklerinin koyu olarak yaşadığı, Tahran’ın kuzeyinde Demavend Dağı çevresindeki yerli İran halkının, her yıl 31 Ağustos’ta kutladıkları “Eski İran’ın İstiklal Bayramı”na, medrese ağzı ile “Ayd-i Kürdi” (=Kürt Bayramı) dediklerini tespit etmiştir. Strabon’da “Saka Bayramı”, Taberi ile El-Biruni’de “Afrasyab’dan Kurtulış Bayramı” ve günümüzden 160 yıl önceleri Demavend’de “Kürt Bayramı” diye kutlanan ve böylece, yazılı kaynaklarda 2000 yıl boyunca tanınmış olan Persler’in milli istiklal yıldönümünün , hep Sakalar’dan olan Cihangir Kağanı Afrasyab’dan kurtuluşu hatırlattığı, anlaşılıyor. Dermavend’de buna “Kürt Bayramı” denmesi de, onların Sakalı ve Afrasyab soyundan geldiğini göstermektedir.


Balasağunlu Yusuf Hashacibin 1069’da yazdığı “Kutadgu-Bilig” ve Kaşgal Mahmud’un 1073’te bitirdiği “Divanü Lügaat’it-Türk” gibi, Doğu Türkistanlıların eserlerinden, Tanrı Dağlar çevresindeki Türklerin Afrasyab’a, “Tonga Alp-er” veya “Alp-Er Tonga” dediklerini ve bunu İlk Ulu Cihangir Türk Kağanı sayarak, ölüm yıldönümünü her yaz ağır ve ağıtlı törenlerle andıklarını ve bu ağıtlardan 9 parçayı öğrenmiş bulunuyoruz. 714 yazında Göktürkler, Uygurların Beş balık şehrini kuşatırken, buranın halkı “Tonga-Tigin Yuğu” (yas töreni) yapmakta idi.


Bunun gibi, Hazar Denizi batısındaki Sakaların torunları olan Türklerde, kendilerini Afrasyab soyundan saymış ve Kür-Aras Kürtleri ile Dicle Kürtleri de, Afrasyab’ı ilk ulu ata olarak bilip anmışlardır. Kuzey Azerbaycan’da Şirvanlılar, Şaberan şehrini “Afrasyab’ın başkenti” olarak saymış; Gence-Kara bağlılar, Gökçe göl doğusundaki Karnıyarık (Farsça: Seng-i Surakh,) dağındaki mağarayı, İranlı Key-Husrev (Keyak-sar) ile savaşan “Afrasyab’ın son sığınağı” olarak,1225’te Nesevi’ye göstermişler ; XIII. Yüzyılda Ürmiye Gölü, vaktiyle “Afrasyab’ın Boğulduğu yer” olarak ve Maraga yanındaki birkaç kale ile köprüde, “Afrasyab’ın yapısı” diye tanıtılmış ; Tebriz’in dış kapılarından birisine, “Afrasyab’ın başı gömülen yer” olarak bakıldığından buraya, “Dervaze-i Ser” (Baş Kapısı) denilmiştir. Evliya Çelebi, Nahçıvan’daki eski “Si-Sak/Si-Uni” hanedanından kalma künbedleri, “Afrasyab” neslinin eserleri olarak tanımıştır. XIII: Yüzyılda yaşayan Malatyalı Süryani tarihçisi Ebülferec, “Abdasyab” diye andığı Sakalar Kağanı’nı , Selçuklu ve Türklerin ataları “Hunlar’ın, ilk hükümdarı” olarak gösterilmiştir. Evliya Çelebi, XVII. Yüzyıl ortasında gördüğü Malatya (Eski-Malatya) şehrini anlatırken, buranın “Türkman ve Kürtlerden” olan halkının anlattığı, bir milli efsanede, Afrasyab’ın Kürtçe konuştuğunu ve Kürtlerin ulu atası olarak tanındığını şöyle belirtir:


“Amma, şehrün a’yan-i kibarlarının kavilleri üzere, şehrimizin ismi Mal-Atıya’dır, derler. Zira, Dakhma-i Afrasyab (Afrasyab’ın künbetli türbesi), bu (şehrin güneyinde Beg-Dağı denilen 3612 m.lik) Aspuzan Dağlarında bulunup, ( bir seferinde ordu ile bu şehrin yerinde konaklayıp, arkadan gelecek hazineyi merakla beklerken, muştucular yetişip: -Mal, Atıya dediler, ya’ni mal (hazine) geliyor dediler. Afrasyab (bu yüzden Kürmanç ağzı ile) bu şehre Mal-atıya der idi. Andan galat-i meşhur olmağın, Defter-i Padişahi’de (Osmanlıların Vergi/Tahrir Defterinde) Malatıyya derler”.****

Ç ) Folklor Bakımından Kürtler, Orta Asyalı ve Oğuzluğa Bağlıdır :
İran destanlarında ve başlıca Firdevsi’nin “Şehname”sinde, ulu ve ilk cihangir Türk padişahı Sakalı “Afrasyab”ın, Doğu ve Batı Türkistan imparatoru anlamına, sık sık “Hakan-ı Çin ve Türk” diye anıldığını biliyoruz. Milli Türk soy kütüklerinde (şecerelerde) ve Oğuz Namelerin başında , ırkımızın ilk ve ad verici atası sayılan Nuh-oğlu Yafes’in oğlu “Olcay/Bolcas-Han” lakaplı “Türk” için, Hanlık tahtına geçince “Çin (Kaşgar) Şehri’ni yaptı, bir oğlunun adını, Maçin koydu” deniyor. Khorenli başta olmak üzere Ermenice kaynaklarda, Hazar Denizi doğusu, hatta Kafkas Dağları kuzeyi “Cenastan” (Çinistan / Çin Ülkesi) adı ile anılmakta ve Türkistan’daki “İmanos (Tanrı) Dağları” çevresi de bu ülkeden gösterilmektedir. Dağıstan ile Şirvan’ın ilk İslam fetihlerinden Selçuklu Melik şah (1072-1092) çağına kadar ki tarihini, eski yazmalar ile ananelere göre anlatan ve “Tarihü Bab ve’l Ebvab” da denilen “Derbendname”de, Hazar Türklerine “Taife-i Khazari” ve Hazar Kağanlarına da, “Khan-i Çin” denilmektedir.


“Kutadgu – Bilig”de Kaşgar ülkesi hükümdarı Kara hanlı Hasan Hakan, “Çin hakimi” olarak gösterilmektedir.. Kaşgarlı, “Ordu Kend”de denilen Kasgar şehrinin, “Afrasyab’ın oturduğu yer” olduğunu; üç bölüme ayrılan Büyük Çin ülkesinin: “Aşağı – Çin” / Barkan (Uygur-Eli) kesiminin “Kasgar”da, “Orta-Çin” (Moğolistan’dan ibaret) Khıtay’da ve “Yukarı-Çin”in de (Pekin merkezi olduğu) “Tawgaç” (kuzey-Çin) ülkesinden olduğunu bildirir. Tarih Bölümümüzde gördüğümüz gibi, “Şeref name”de de, “birtakım bilginlerin anlattığına göre Kürtler, Cin (Çin) Taifesindendir” denilerek, Kürtlerde ve komşularında yaşayan bir eski inanışa işaret ediliyor ve bunun menşei unutularak, İslamlıktaki “İnsanoğluna görünmeyen ve ateşten yaratılmış Can ile Cin kavramı” ile izaha kalkışılıyor. İşin doğrusu, Kürtlerin atalarının Sakalar ile birlikte Orta Asya doğusunda “Çin Sınırları”ndan, Doğu Türkistan’dan göçüp gelmeleri ve “Afrasyab’ın Türk ve Çin Kağanı” sayılması geleneğine dayanmaktadır.


Dicle-Kürtleri arasındaki folklor mevzuu olan inanış ve gelenekler onlarında komşu İran Araplardan ayrılarak “Uzakdoğu” yani Çin ülkesi ile birlik olan bir eski kültüre bağlılığı”nı göstermektedir. İranlı ve Arap kavımlarında görülmeyen ve bilinmeyen bu milli folklor izleri, Kürtlerin atalarının Uzakdoğu’ya Ortaasya’nın doğu kesimine bağlılığını gösterir.Kürtlerde de yaygın olan bu gibi inanış ve geleneklerden üçünü,misal olarak gösterebiliriz.


1-) “Bulut-Ejderhası”’nın kışı altı ay boyunca yerdeki bir mağara veya derin ve büyük tahıl kuyusunda yattığına;”gökteki meleklerin”, günde bir defa getirdiği “koyun-kuyruğu” ile beslediklerine;”ilkbaharda meleklerin,gökten sarkıttığı bir zincir”’e tutunan bu ejderhanın göğe çekilip “bulutların arkasında” yaşadığına inanılır. İlkbaharda yeryüzündeki şehir örenleri veya kuyulardan göğe çekilen bu “bulut-ejderhası”’nen gövdesinin alt yarısı bulutlar altında görülür. Bu sırada köylü ve göçebeler fala bakarlar; Eğer bulut-ejderi doğudan görülürse savaş olacağına; kıbleden gelirse bolluk ve batıda ise kıtlık olacağına inanılır. Bilindiği gibi “ejderha-kültü”, yalnız Uzakdoğu’da ve ona komşu ülkelerde vardır.


2-) “Göl veya Deniz-Altı/Su-Aygırı” efsanesi yalnız Altaylar ile Tanrı dağlar bölgesinde görülmekte Çin ile Arap kaynaklarında ve milli destanlarımızda Türklere mahsus gösterilmektedir.Bunu da Dicle-Kürtleri’nde yaygın ve milli bir inanış olarak görmekteyiz.”Köroğlu Destanları”nın başında (İlk – Boy’da) ve “Dede – Korkut Kitabı”nda (III:Boyda),”Deniz-Kulunu”veya”Su-Aygırı/Deniz-Atı”diye anılan ve kanatlıymış gibi uçarcasına koştuğuna inanılan “kır”veya”boz” renkli en iyi cins binek atına “bidev/bedev/bedov” deniyor.M.Ö.II. Yüzyıl sonlarında Doğu-ve Batı-Türkistan ülkelerini gezen Çin Elçilik Heyeti Tanrı dağlar Bölgesindeki çok koşan eşsiz ve güzel atların “Gökten-İndiği”geleneği duyulmuştu.Abbaslılar çağındaki ilk Müslüman Türkler Tanrı dağlar bölgesindeki “Khuttalan” adlı dağ gölleri bulunan yerdeki “Gölden çıkma atlar”’ı “argımak-at”adı ile ve başlarındaki yılkıcı-baytarlar ile birlikte Bağdat-Eli’ne getirip terbiye ederek bundan sonra meşhur olan “Arap-Atları”nı bunlardan türetmişlerdir.


Bu eşsiz-atları’nın “Deniz-Kulunu”veya “Deniz-Atı/Göl-Atı” soyu olarak suda yaşayan “Su-Aygırı”ndan türediklerine inanan Türkler dibi derin dağ göllerinde bu cins atlarının yaşadığına çok yaygın olarak inandıklarından böyle göllere “Aygır-Gölü” adını vermişlerdir. Bugün Azerbaycan ile Anadolu’da (Gence,Revan,Tiflis, Ahıska, Makü, Kars, Erzurum, Bingöl,Malatya,Maraş,Urfa ve başka illerde) 30 dan çok dağ – gölü nün halk arasındaki haritalarda da “Aygır gölü” adıyla anılması bu milli Türk folklorundan ileri geliyor.Kürmanç ve Zaza Kürtleri’nde de “Aykhır-e Gol”,”Kulin-e Gol” veya “Hesp-e Dol” adları ile “Göl-Aygırı””Göl-Kulunu”ve “Göl – Atı”nın varlığına inanılmakta olup bunlar üzerine bölge bölge ve birbirine benzer efsaneler anlatılmaktadır.Urfa’nın Siverek ilçesinde ve Karaca dağ üzerindeki “Aygır gölü”’nün buradaki “Su – Aygırı”ndan alınan dölle bir köylünün kısrağından doğan cins tayı ertesi yıl aynı kısrakla bu gölün kıyısına gelip ikinci bir kulun edinmek isteyen köylünün gözü önünde “sudan çıkan aygır”ın ağzı ile kapıp göle dalarak boğmasından su yüzüne yayılan kanlardan ötürü “Dola –Guni” (Zaza dilinde; Kanlı – Göl) diye anıldığı Siverek ve çevresinde yaygın olarak söylenmektedir.


3-) “Koç/ Koyun heykeli mezar taşları” Uzakdoğu’da Mançurya sınırlarından Hazar Denizi batısındaki Dağıstan’a ve Şirvan’dan Kızılırmak Başları (Zara İlçesi) ile Seyhan – Ceyhan başlarına (Maraş’a) değin uzayan (Şeki, Gence, Karabağ, Nahçıvan ve Borçalı gibi) Azerbaycan ve Türkiye topraklarında görülmektedir.Bugün de Kars’ın Iğdır İlçesi’nde Tunceli’nin Vasgert ve daha başka köylerinde taştan “koç/koyun heykelli mezar taşı” yaparak geçinen ustalar ve bunları kullanan Türkmen ile Kürt köylüleri vardır. Varto köylerinden alınma koç/koyun heykelli mezar taşları Diyarbakır Müzesinde ; Erzincan köylerinden getirilenler de Ankara Etnografya Müzesi’ndedir. Kars ve Erzurum Müzeleri’nde bunlar çoktur ve bu illerin köylerinden alınmıştır.


Uygurların (745-840) başkenti Kara-Balgasun’da son yıllarda koç-heykelli mezar taşları bulunmuştur.Sovyet bilginlerinden Prof.S.V. KİSELEV: 1951 de Moskova’da ikinci basımı çıkan “Güney-Sibir’in Eski Tarihi” adlı Rusça kitabında: “Sibir’deki en eski koç-heykellerinden Tagar kesiminde bulunanların İskitlere ait ve M.Ö.700 ile 100 yıllarından kalma oldukları”nı “Minuse (Minusinski) mezarları” ile “Yenisey boyundaki Uybat mezarlığında bulunan koç-heykellerinin hepsinin Kırgızlara ait olduğunu”nu ; taş bulunmayan yerlerde “ağaçtan yapılmış ve belinde altın kuşak bağlı koç-heykelleri”ninde bunların atalarından kaldığını; bütün bu heykellerin “koyuna tapıcılığı kuvvetli olan” kavımların hatırası olduğunu belirtmiştir.


Komşu Ak koyunlu ve Kara koyunlu Türkmenleri gibi, Kürmanç ve Zaza Kürtleri de: Erciş, Varto, Ahlat, Bitlis, Tunceli, Elazığ, Malatya, Zara, Erzincan ve çevreler irindeki köylerde, Sakalar ve Eski Oğuzlar gibi atalardan kalma bir geleneğe uyarak, İslamlıkta bile, bu “koyun-heykelli mezar taşlarını” kullana gelmişlerdir. Ancak, Sünni Kürtler, molla ve müftülerin sürekli “tekfir”i yüzünden, bu adetten zamanla vazgeçmişlerse de, Alevi Kürtler, atalardan kalma bu milli geleneği sürdürüp gitmektedirler. Ömer Kemal Agar’ın “Tunceli-Dersim Coğrafyası” (1940 İstanbul) ve Nezmi Sevgen’in ,“Anadolu’da Koyun ve At Motifli Mezar taşları” adlı makalesinde(Tarih Dünyası Dergisi, 1950 Ağustos, Sayı:8, bu uğurda fotoğraflarla birlikte, güzel izahlar verilmiştir.


Burada andığımız en uzun ataların Uzakdoğu’daki yaşayışı ve Ön Asya’ya gelişleri hatıralarından kalma “bulut ejderhası”, “su aygırı/deniz –Kulunu” efsaneleri ve inanışı, “koç/koyun-heykeli mezar taşları”nı kullanma gelenekleri ile Dicle Kürtleri, Türk soyundan ve Oğuzlar kolundan indiklerini gösteren Tarih ile Dil incelemelerinin vardığı sonucu, folklor bakımından da sağlamlaştırmaktadırlar. Yine Oğuzluk ile ilgili ve her biri üzerine bol misaller verilecek olan milli folklorun türlü yönleri bakımından Kürtler, şu hususlarda da Türklüklerini göstermektedirler:


4-)“Al (Kürtçe:Hal)-Karısı” inancı; loğusalara musallat olan, yeni doğmuş bebekleri çalan efsanelik “Al Karısı”ndan kurtulmak için, bir “Kır-Ata arpa yedirmek”, loğusanın üzerinde (kulu sayılan) demir bulundurmak, loğusayı yalnız bırakmamak gibi gelenekler.


5-) “Kivreklik geleneği”, İranlı ve Araplarda bulunmayan ve İslam dini ile ilgili olmayıp; Dağıstan’dan Adana ve Sivas’a kadar Azerbaycan ile Doğu Anadolu’da “Yeli Kara papak / Terekeme,Türkman, Tat, Kürt, Zaza, Yezidi, Alevi ve Sünni” sayılan şehirli ve köylü bütün halkta, ortaklaşa bilinip uygulanan bir milli adettir. Sünnet olacak oğlan çocuğunu kucağında tutan erkeğe ve onun kadın – erkek bütün aile ferlerine, “Kirve” denilerek, “Vaftiz-Babalığı” gibi öz aileden sayılması; asıl kirve olan erkeğin, Dayı ve Amuca derecesinde, hatta ondan da sevgili ve aziz tutulması; Kirve olan iki aile arasında, artık “kaç-göç” kalmayıp mahrem sayılara, birbirleriyle evlenmenin yasak olması.


6-) “Yas töreninde saç, kesme, yüz yırtma” gibi gelenekler. Kadının, ölünün giyimlerini, silahını birer birer yayıp sererek; ve yüzlerini tırnakları ile yırtıp, ağıtlar söyleyerek ağlamaları; saçlarını yolup, saç örgülerini (ve ölen erkekse, onun bindiği atın kuyruğunu) kesme; gök (çivit rengi) baş örtüsü bürünme; ölü “aşı”ı verme, mezar başında od yakma gibi gelenekleri.

7-) “Erkek çocuğa küpe takma” ve bununla cinleri, perileri kandırıp; 7 veya 9 gibi tek yıllı yaşında sünnet oluncaya kadar oğlanın saçını uzatıp, kız elbisesi giydirmek. I. Sultan Selim’in, Maraşlı (Dulkadırlı) Türkman anasının, bu milli geleneğe göre bebekken kulağına taktığı küpeyi, büyüyüp Osmanlı Padişahı ve Halife-i Müslim’in olduğu halde çıkarmayışı gibi, Küpeli Kürt erkekleri de , ölünceye değin bunu kulaklarından çıkarmazlar. “Dede Korkut Kitabı”nda, “Kulağı altın küpeli Oğuz Beğleri”nden bahsedilir. Kara koyunlu padişahı Kara Yusuf’un kulağındaki çok değerli bir küpe, 65 yaşında iken Kasın 1420’de ölünceye değin yerindeydi. Ocaklı Kürtlerden, “Altun küpeli Palu Beği”nden, 1578 Çıldır Savaşını anlatan Osmanlı kaynakları bahseder.


8-) “Davul-zurnalı ve kavallı halk oyunları”da, Kürtler ile komşu Türkmen ve Yerlilerdeki gibi, Türk biçimindedir. Halk musikisi, halk oyunları, hep milli Türk karakterini gösterir. Başına bir “G” sesi eklenen ve “düzgün, intizam” anlamındaki Türkçe “ovant”tan ibaret “govant/kovand” deyimi, Kürtlerce, toplu halk oyunları olarak kullanılır.


9-) “Oğlan çocuklarının aşık(kemiği) oyunları”, Sami Araplar ile Hint-Avrupalı İranlıların bilmediği koyun-aşık kemiği ile çocukların, bir çeşit askercilik ve kale-savaş oyunları ile büyüklerin fal veya zar tutunmaları, kumar oynamaları, Türklere mahsustur.Kürtlerde yaygın olan “çocukların aşık oyunu ve aşık kemiğinin her bir yönünün adları, onun “alçı” gelişinin , uğurlu sayılması, Oğuzlara mahsus geleneklerdir. “Dede Korkut Kitabı”nda, “altın-aşık oynayan beğler”den bahsedilir. Resmi Ak koyunlu Tarihinde, Kara-Amid (Diyarbekir)den savaşa çıkan Ak koyunlu Uzun-Hasan’ın, ordudaki Mehterler Alayını durdurup, deve üstündeki kös adlı ulu davul üzerine “aşık atarak, savaşın sonucu nice olacak diye fal baktığı” anlatılmaktadır. Bugün yaşlı Kürtler bile, aşık kemiğini taşa sürterek “lepezletip”, zar olarak kullanmakta ve bununla kumar oynamaktadırlar.


10-) “Ataların Horasan Erleri olduğu geleneği”de, Alevi ve Sünni Kürtlerde, Türkmen ve Yörüklerdeki gibidir. Buna, bolca misaller verilebilir. Hakkari’deki Ertuşlu-Artuşlu boyunda bile, bu inanış yaygın olarak yaşar.


11-) “Çoban-halkının 1/20 ve değirmen –hakkı-nın 1/16 ölçüsünde oluşu”, Dağıstan’dan Toroslar’a kadar, Yerli, Türkmen, Terekeme, Kürt, Yörük ve öteki adlarla anılan Türklerde, sürüleri otlatan çobana, 20 koyuna sonbaharda bir kuzu verilir; tahıllar un yapıldığında değirmenciye de, “değirmen-hakkı” olarak, onaltıdabir tahıl veya bunun değerince para verilir. Bu, Orta Asya’da Uydur belgelerinde de görülen bir milli Türk töresi ve halk hukuku geleneğinden geliyor.


12-) “Halk takvimi ile Güneş-Ay ve Yıldızlar Üzerine Gelenekler, İnanışlar”. Türklere mahsus olup, Göktürk Yazıtları’nda da kullanılan, Uygurca bütün metinlerde görülen, Tuna-Bulgarları, Gazneliler, Selçuklular, Cengizliler, Temürlüler gibi Türk devletlerince de resmen kullanıldığı bilinen, “On iki-Hayvanlı Türk Takvimi”nde her yıl, bir hayvanın adı ile anılır. Sıçan-Yılı’ndan başlayıp, Domuz Yılı’nda bitince, yeniden 12 hayvanın sıra ile adını alana yıllar gelir: Sıçan, Öküz, Kaplan, Tavşan, Balık, Yılan, At, Koyun, Maymun, Tavuk, İt ve Domuz Yılı gibi. Bugün Kürt çoban ve yaşlı kişilerce de, bu takvimin kullanıldığını ve her yılda, “o yıla hükmeden hayvana göre” bolluk, kuraklık, savaş veya barış olacağı bir gelenek olarak kestirilir. “Uzakdoğu”da Çinli, Çin-Hindili, Hintli ve Tibetlilerde de, buna benzer hayvanlı takvim varsa da, İranlı ve Sami-Araplar gibi Kürtlere komşu yabancı kavımlarda , bu gelenek yoktur.


Bundan Başka, “Güneş’in kız”, “Ay’ın erkek” oluşu, “Yıldızların, yeryüzündeki her insandan birisine ait oluşu ve yıldızın akıp gözden yitmesiyle, onun hükmettiği insanın da öldüğü” üzerine olan inanışlar, eski Türk dini ve geleneğinin izleri olarak, Kürlerde de yaşamaktadır.


13-) “Saçlı erkek Kürtler”. Hunlar, Sakalar, Göktürkler ve hatta İslam oldukları halde Anadolu’yu fetheden Selçuklularda , erkeklerin omuzları da aşan saçlarını uzattıkları; bu yüzden Ermenice ve Süryanice kaynaklarda, Selçuklulara , “Okçu” sıfatı yanında “Saçlı”da denildiği biliniyor. Eski Türklerdeki bu geleneği, en köklü olarak Yezidi Kürtlerde görmekteyiz. Musul batısındaki Sincar-Dağı’na, burada yaşayan “Saçlu-Kürtler”den dolayı “Saçlu Dağı” denildiğini, XVII. Yüzyıl ortasında burayı gören Evliya Çelebi anlatıyor. Bugün de, Beşiri, Raman Dağı başta olmak üzere, yurdumuzdaki Yezidi Kürtlerin, omuzlarına kadar uzamış ve örgüsüz bulunan saçlarla dolaşan erkeklerini görmekteyiz. İslamlığa aykırı sayıldığından öteki Sünni ve Alevi mezheplerindeki Kürtlerde görülmeyen erkeklerin saç bırakma geleneğinin, eskiliğe ve köklere daha bağlı Yezidi-Kürtlerde yaşaması, Sakalara kadar çıkan bir atalar kalıntısından başka bir şey değildir.


14-) “Kurdun uğurlu, tavşanın uğursuz sayılması”. Gerek “Oğuz-Kağan Destanı”nda, gerekse Göktürklerin “Ergenekon Efsanesi” diye anılan ilk ataları destanında, yolculukta ve seferde Türklere yol gösterici ve kutlu “boz-kurt”un totem sayılması ile uğurluluğunu biliyoruz. “Dede Korkut Kitabı”nda da, Oğuzların yolda gördüğü bu uğurlu hayvan için: “Kurt Yüzü, Mübarektir” denildiği belirtilmiştir. Bütün Kürtlerde de, Kurdu uğurlu sayarlar; üzerinde “Kurt-tüyü” veya “kurt-büzüğü”nü, bir muska ve nazarlık gibi taşıyarak, bununla kötü gözden ve tehlikelerden korunacaklarına inanırlar.
Kurdun tersine olarak da, korkaklıkla ödlekliğin timsali sayılan tavşan, bütün Türk halklarındaki gibi, Zaza ve Kürmanç Kürtlerde de, uğursuz sayılır. Hele Alevi-Kürtler, bu inanışta pek aşırı davranırlar. Etini, asla yemezler. Tavşanın geçtiği görülen bir tarlayı o yıl ekmezler!


15-) “Dağ başı Yatır / Evliyası, Tilalo-Munzur-Keloğlan Ziyaretleri”. Hunlar ve Göktürklerdeki gibi, Dağıstan-Azerbaycan ve Türkiye’de de, yüce dağ başları ve tepeler üzerinde, “Uğuz” denilen ve uzun boyluluğundan uzun mezarlarda yatan Evliyaya inanılır. Kürtlerde bu inanç ve gelenekler, yaygın ve millidir. 22 Haziran Gün dönümünden az önce yaylaklara çıkarken, bu gibi “Dağ başı Evliya / Yatırlar”nın mezarları başında koyun ve sığır sürülerini de dolaştırıp, kurbanlar keserek ve davul-zurna veya ağızdan söylenen türkülerin makamları ile, topluca kadın-erkek bir arada oynayıp, birlikte yemekler yiyerek ,şenlik ederler. Türkmen ve Yörüklerde de bu gelenekler vardır. Diyarbakır yanında Til-Alo (Ali Tepesi), Tunceli’de “Muzur/Munzur-Baba” ve Kars’ta Arpaçay ilçe merkezi Zarşad’ın güneyinde Okçu oğlu köyü tepesinde (1877’den önceki ünlü “Erzurum Salnameleri”nde de anılan) “Keloğlan” adlı yatırlar için söylenen : “Ka-be”deki Hacı-Ağa’sına, sıcak helva götüren sadık hizmetkarın ermişliği” menkıbesi, Yerli, Türkmen ve Kürtlerde, hep bir ve yaygındır.


16-) “Halk hikayelerinde Köroğlu ve Tepegöz”, Eski-Oğuzların destanlarındaki “Köroğlu/Koroğlu” boyu, 110 yıl önce Aleksander Jaba’nın, Erzurum’a gelen Kürtlerden tespit ettiği ve 1934’te de Ervan’da Ermenilerin bastırttığı gibi, Kürtler arasında da yaşamaktadır. “Koroğli-Arşuni” ve “Koroğli-Ölçegi” deyimleri de Kürtçe’de vardır. Kürtlerce, sakar ve ziyankar kimselere “Tepegöz” denilmesi, Dede Korkut Kitabı’nda anıldığı gibi, Oğuzların bu yaratığı, uğursuz ve kendilerine çok zarar veren bir timsal saymaları geleneğinden ileri geliyor.


Muhterem Misafirler, Aziz Arkadaşlar, Sevgili Öğrenciler, değerli vaktinizi çok aldım. Asya ile Avrupa’yı bir arada gösteren şu haritadaki, tarih boyunca Türklerin yayıldığı ve devletler kurup yaşadığı ülkelerde, “Kürt” adlı güçlü ,kalabalık ve atlı atlı göçebe yaşayışındaki uruğun, beş ayrı bölgedeki yurtlarını ve tarihteki anılışlarını gördük. Coğrafya adlarına ve hatıralarına varınca, dillerinden kalan sözlerin de, yalnız Türkçe olduğunu belirttik. Bunların beş kolunun da, Saka (İskit) Türkleri birliği içinde yaşadıklarını, ilk cihangir Türk hükümdarı “Afrasyab” (Alp-Er-Tonga) adlı destanlaşan kahramanın Uygur, Karahanlı, Selçuklular da olduğu gibi, Kür-Aras / Aran-Kürtleri ve Dicle-Kürtleri/Kürmançlar’ca da, ulu ata sayıldığını, delilleriyle gördük.


Ayrıca, 1597 yılına kadar Dicle Kürtleri arasında yaşayıp bilinen “Şeref name”ye geçmiş ve 1884’te “Diyar-bekir Salmanesi”nde de anılan, “Kürt-Oğuz namesi”nin, yanı “Dede Korkut Oğuz Nameleri”ndeki Dicle Kürtleri Elbeğleri “Bogduz-aman” Sülalesi Destanını, son 100 yıldan beri kasıtlı olarak Rus’ların yaptığı yayınlarda nasıl tahrif edip, tersine göstermeye çalıştıklarını ve bu gerçeğin ilim dünyasınca bilinmemesine nasıl gayret ettiklerini gördük. Çarlık çağında Petersburg İlimle Akademisi adına “Şeref Name”nin I.Cildini Fransızca’ya çevirip, “geniz notlar ve izahlar” yapan bu akademi Azasından F.Charmon’nın 1868’te, bizim “Boğduz-Aman”ımızı, kılık değiştirerek nasıl “Ermeni-Boğos” yaptığını; Sovyet Rusya’nın Moskova’dan verdiği talimatla, 1927’de eski Rus diplomatı V:Minorsky’nin İslam Ansiklopedisi’ndeki o uzun ve sözde “kılı, kırk yaran” mahiyetteki “Kürtler” maddesinde, “Kürt-Oğuz Namesi”ne ve Kürtlerin “Oğuz-Han”lılar soyundan gelişini gösteren milli ananeleriyle destanlara, hiç dokunmadığını; bunun gibi eski bir Rus diplomatı olan B.Nikitin’in de, 1956’da Paris’te çıkan hacimli “Kürtler” adlı kitabında, yüzü kızarmadan “Boğduz-Aman” adını, nasıl “Bağdad-Zemin” biçimine soktuğunu, yeniden hatırlatmak isterim. Son yüz yıldır Rusların, Rus diplomatlarının talimatlarına göre çalışıp yayın yapan Akademi ve “Bilgin”lerin, Kürtler üzerine çıkardıkları yayınların, gerçek mahiyeti, işte böylece Türklük ve Oğuzluk varlıklarını tahrif etmektir. Bütün dünya kütüphanelerinde ve Üniversiteler ile Enstitülerde de, Ruslar böylece, ustalıklı ve yabancı dillerle neşredilmiş “Kürtler” hakkındaki eserleri, birer “el kitabı” işini görüyor! İşin en acı tarafı, Milli Eğitim Bakanlığı adına İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden “Yetkili Tahrir Heyeti”nin idaresinde çıkan Türkçe “İslam Ansiklopedisi”ne, 1955’te tercüme yoluyla V.Minorsky’nin o “Kürtler” makalesinin, aynen alınmasıdır. Türklüğün ve ilmin, nasıl bir Rus çelme-oyununa getirildiği, bu acı ve unutulmaz misalden bellidir.


Tarih, Dil, Antropoloji, Etnografya ve Etnoloji, Milli Destan ve Gelenekler ile Folklor gibi, kökleri ve soyu araştırılıp, belirtmeye yarayan bütün ilimler bakımından Dicle-Kürtleri de iyice araştırılınca, varılan biricik sonuç, işte burada arz ettiğim gibi, Türklük ve Oğuzluk vardır. Fakat, başta Ruslar, bütün tarihi Türklüğü parçalayıp dağıtarak sömürüp yutmakla geçen “Sarı-Moskoflar”, Akademi ve Akademisyen “ilim” adamları ile, öteki Türk (mesela, Sovyet Türkmenistan’ı, Özbek, Kazanlı, Kırımlı, Kırgız, Kazak, Başkurt, hatta kasıtlı olarak 1918’den beri bir Fars uruğuna ait olan “Azeri” adını takip, bize de okul kitaplarımızda kullandırıp, gazetelerde bile bahsettirdikleri Azerbaycanlı Türk) urukları gibi, “Kürtleri”de “Türklerden ayrı ırktan” gösteren emperyalist devletlerin yayınlarına ve onlara uyan yabancılara, alet olmamalıyız. Ulu Tanrı, bize de akıl ve idrak vermiştir. Gerçek ilim görüşü ve metotlarını, biliyoruz. Bunlara göre ve “ön hükümlerden sıyrılmış” olarak, her şey gibi, Kürtlerin tarih, dil ve öteki sosyal bilimler bakımından incelenmesini, kendimiz yapmalıyız. “Kürtler” uruğundan sayılan ve gerçek ilim kafası olanlar da, bu işe eğilmeli.


Bütün mesele, konuşmaman Girişi’nde de arz ettiğim gibi bizde, Türk tarihi ile Türk uruklarının Eski-Dünyanın üç kıtasına yayılış sahalarının enginliği ve henüz Türkiye’de “Tarih Enstitüsü”nün 1916 doğumlu ve yeni yeni yürümeye başlayan bir çocuk durumunda oluşu, işi geciktirmiş ve meydanı emperyalist devletlerin “ilmi siyasete alet eden” düzenbaz kişilerine bırakmış olmasındandır! Artık bu milli ve ilmi vecibeye Türkiye’de ilk önce, “Gaziler-Ocağı, Şehitler-Yatağı Erzurum”de, bu 1919 İlk Büyük Milli Kongre Şehrimizdeki Atatürk Üniversitesi ve onun “Araştırma Enstitüsü”nün başlayacağına inanıyoruz.


Bu umutla dolu olarak konferansımı bitirirken, pek ender görülen sabır ve dikkatle bendenizi saatlerce dinlemek lütfunda bulunduğunuz için, hepinize ayrı ayrı teşekkürlerimi sunarım.
« Son Düzenleme: 05 Mart 2023, 22:18:56 Gönderen: Nostaljiciyiz »